HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, son KHK kararı ile hakkında kapatma kararı verilen DİHA’dan Ömer Çelik’in sorularını yanıtladı.
 
Demirtaş, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu için "Tam da kirli işlerin adamıdır" dedi ve "Son nefesimize kadar direneceğiz" ifadelerini kullandı:
 
* 5 gündür gözaltında tutulan Amed Büyükşehir Belediyesi eşbaşkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’ya yönelik Başsavcılık tarafından itham edilen suçlamaları bir hukukçu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Savcı henüz herhangi bir iddianame falan hazırlamış değil, ama fezlekeler ile arama tutanaklarından ya da savcının yaptığı basın açıklamasından gördüğümüz kadarıyla son derece zorlama ve komplovari delil oluşturma ile hazırladıkları çok uyduruk bir dosya. İçeriği doğru olsa bile suç oluşturmayacak şeyler.
 
Gültan hanım, Demokratik Toplum Kongresi’nde (DTK) özerkliği destekleyen açıklama yapmış. Yahu Gültan Kışanak, bu partide eş başkanlık yapmış bir isim ve partinin resmi programında özerklik, bir model olarak resmi çözüm önerisidir. Partinin belediye başkanı, eş başkanı onu savunmayacak da neyi savunacak. Dolayısıyla ‘özerkliği savundu, yaptığı konuşmalarıyla örgütü övdü’ şeklindeki suçlama konusu yapılan şeyler, tamamen siyaset yapma hakkı ve düşünce özgürlüğüne dönük bir çerçevede değerlendirilebilir ve hiç suç değil.
 
Yine Fırat Bey için deniliyor ki, işte 'bir gerilla şehitliğine su çekmişler.' Bir DİSKİ projesinin açılışında çekilen fotoğrafı da sanki orada çekilmiş gibi montajlamışlar, uyduruk bir delil yaratmaya çalışmışlar. Yani belli dosyaları havuz medyasının kıyamet kopardığı gibi ‘PKK’nin üssü haline geldi, belediyenin bütün imkan ve olanakları dağa gönderildi’ şeklindeki propagandalarla, kirli bilgilerle, hiçbir alakası yok. Yani suçlamanın kendisinde bile bu yok. Suçlamanın kendisi de son derece basit, delilsiz, suç oluşturmayacak söylem ve eylemlerden ibaret. Normalde gözaltına alınmaları da kanunlara aykırı. Mevcut kanunları bile çiğniyorlar. Fakat tutuklanma durumu olursa, bu tam bir hukuk katliamı olacak.
 
Çünkü tutuklanmalarını gerektirecek hiçbir şey yok, adresleri belli, görevleri belli, delilleri karatma durumları yok, istenen ceza çok yüksek değil. Bütün bunları düşündüğünüzde tutuklanmamaları gerekir.
 
* Peki, olası bir tutuklama kararının sizi ve diğer partileri tutuklamaya zemin oluşturacağı yorumları yapılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
 
İlçe yöneticilerimizden başlayarak ilçe belediyelerimize geldiler. Oradan dikkat edin Büyükşehir Belediyesine geliyorlar ve amaç milletvekillerine, bize dönük tutuklama sürecini adıma adım ilerletmek. Refleksleri, halkın tepkisini kontrol ede ede, bastıra bastıra ilerlemek. Hedefleri bu.
 
‘BENİ DE TUTUKLAYABİLİRLER...’
 
Peki, bunu niye yapıyorlar? Çünkü önümüzdeki yıl olası bir erken seçim ya da referandumda HDP’nin onların planlarını alt üst etmesinden çekiniyorlar. Bizi bu şekilde ya bypass ederek ya da tutuklayarak, siyaset dışı bırakarak rahat bir seçim kampanyası yürütme gibi bir hesapları var. Fakat bu hesaplarının tutma imkanı yok. Çünkü Gültan Kışanak, Fırat Anlı’yı tutuklayabilirler, beni de tutuklayabilirler; ama halkı ne yapacaklar. Bu mücadeleyi yürüten üç beş kişi değil ki. Milyonlarca halk var ve sandıkta da cevabını verir, günü gelir fırsatını bulduğunda sokakta da cevabını verir.
 
‘KESİNLİKLE SEÇİMDE, SANDIKTA YENİLMEYİZ’
 
* CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘erken seçime gidilecek’ sözlerini Başbakan Binali Yıldırım yalanladı. Eğer seçim yoksa mevcut yönetim rejimi size göre nereye evirilecek?
 
Bu koşullarda adil bir seçim imkanı zaten yok; ama biz en zor koşullarda bile seçim kazanabilmiş bir partiyiz. Seçim kararı alındığında o günkü koşulları tabi ki değerlendiririz. Ama gireceğimiz bir seçimden kesinlikle başarılı çıkarız. Her türlü hile ve saldırıya rağmen başarılı seçim kampanyaları yürütmüş başarılı bir halk hareketiyiz, partiyiz. Kesinlikle seçimde, sandıkta yenilmeyiz. Fakat gerçekten bize seçim adı altında bir diktatörlük, faşizan bir ortamda oldubitti ile hile dayatılırsa bunun sonuçları çok ağır olur.
 
Biz seçimi, halkın iradesine saldırıyı falan asla demokratik bir tercih olarak kabul etmeyiz. Ancak demokratik bir ortamda yapılacak bir seçimi ancak gerçek anlamda bir halk iradesi olarak kabul ederiz. Ve biz öyle bir ortamda, adil, eşit bir seçimde kaybedersek de buna saygı duyarız, kim kazanırsa ona saygı duyarız. Ama böyle bir ortam yok iken, bir kez daha mevcut faşizmi sandıkta kurumsallaştıracak her çalışmaya karşı bir tepkimizi ortaya koyarız, bu da kesindir.
 
* Mevcut OHAL rejimi içerisinde anti-demokratik uygulamalardan işkenceye varan bir tablo söz konusu. Bu duruma insanların kendi iç dünyalarında gösterdikleri tepkilerin henüz sokağa tam olarak yansımamasını neye bağlıyorsunuz?
 
Çok sayıda faktör var. Bakın şimdi Türkiye’de toplum önemli ölçüde sokağı kullanan bir muhalefet dinamiğine sahipti, bunun da öncülüğünü her zaman Kürtler yaptı. Yine emekçiler, kadınlar, sol-sosyalist çevreler, Aleviler sokağı meydanları çok yoğun kullanan kesimlerdir. Fakat Diyarbakır’da, 5 Haziran mitinginde yaşanan patlamadan bu yana başka bir süreç yaşanıyor. Arkasından Suruç ve Ankara Garı katliamı... İnsanlar artık sokağa çıkmanın bedelinin ölüm olabileceğini düşünmeye başladı ki, nitekim mitinglere artık IŞİD adı altında doğrudan tetikçiler, katliamcılar gönderilmeye başlandı.
 
Bununla birlikte sokağa her çıkana yönelik sert müdahale, tutuklama hatta infaza varan yönelimler yaşandı. Yani insanlarda kaygı ve korkuyu önemli ölçüde arttıran baskı mekanizmalarını kullandılar. Bunun üstüne bir de darbe girişimi sonrası OHAL geldi. Katmerli bir şekilde baskı arttı ve sokağı kullanan herkese yönelik büyük bir tehdit algısı yarattılar. Şimdi böyle bir ortamda sokak hareketine dayalı güçlerin veya muhalefetin tümüyle bitirildiği izlenimi ve bir yanılgı yaratmak için basını da tümden kapattılar ve istedikleri, arzu ettikleri tabloyu kendilerince yarattılar. Ama biz halk çalışmasında bire bir görüyoruz. Arkadaşlarımız her akşam mahalle mahalle geziyorlar. Evlerde, işyerlerinde toplantılar düzenliyorlar. Gördüğümüz şu; halktaki öfke hiçbir zaman olmadığı kadar artmış, kabarmış durumda.
 
Hatta insanlarımız yapılan haksızlıklar ve hukuksuzluklar karşısında herhangi bir şey yapamamanın büyük bir mahcubiyetini ve öfkesini yaşıyor Cizre ve Sur katliamları başta olmak üzere. İnsanlar ellerinden geleni yapmaya çalıştılar ama o kadar ağır bir saldırı var ki, halkı neden sokağa çıkmıyor diye eleştirmek yerine neden bu baskılar bu kadar abartılı bir noktada ve biz siyasetçiler bunu neden durduramıyoruz diye kendimize dönmemiz lazım. Burada halkın bir suç ve eksikliği yok. Dolayısıyla biz bu baskıları durdurabilecek, bu korkuyu ortadan kaldırabilecek şeyin birebir yüz yüze ev çalışması olduğunu biliyorduk ve bunu bir kampanya olarak başlattık.
 
‘SUİKASTLER YAŞANABİLİR!’
 
* Önce Cumhurbaşkanı, ardından da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yeni bir ‘Güvenlik Konsepti’nden bahsetti. Bunu yeni bir tehdit olarak mı görüyorsunuz?
 
Bütün bunlar gösteriyor ki demokratik siyasete yönelik çok daha ağır saldırılar olabilir. Yani bugün suikast haberleri yaptırılıyor havuz medyasına, tutuklamalar görevden almalar, milletvekillerine dönük müdahaleler yeni dönemde devreye koyacakları konsept gibi görünüyor. İhtimaldir ki 90’lardaki gibi bazı tetikçilere benzer kontralara, bazı kirli odaklara bu tür pis işleri de yaptırabilirler.
 
Zaten bu pis işleri yapsınlar diye kabinede bu tür değişiklikler yaptılar. Yeni İçişleri Bakanı tam da kirli işlerin adamıdır. Bu işleri yapsın diye göreve gelmiş biridir. Fakat şunu söyleyebilirim ki biz korkacak, geri adım atacak bu tür tehditler karşısında ilkelerinden, mücadelesinden vazgeçecek bir hareket değiliz. Soylu ilk değil, onun gibi çok sayıda katliamcı zihniyet gördük. Yenileri gelir gider ama halk burada dimdik ayaktadır. Evet, zarar veremezler mi verirler. Bedel ödetemezler mi, ödetirler. Ama bunun bedelini de öderler...
 
Bu halk bu ayaktakımına asla pabuç bırakmayacaktır. Tehditlerine karşı da halk tabi ki de kendi güvenliğini alsın, tedbirlerimizi arttıralım ama böyle korkacak, geri adım atacak değiliz.
 
* Musul ve Rakka operasyonlarını, bununla bağlantılı gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Tabi içeride olup bitenlerin tümüyle dışarı ile bağlantılı olduğunu görmemiz lazım. Özellikle Rojava Kürdistan’ındaki gelişmeler AKP’yi çok tedirgin ediyor ve orada AKP ideolojisine karşı ilerici bir zihniyeti temsil eden bir şekillenme, yapılanma gelişiyor ve Kürt iradesi statü kazanıyor. AKP de bunu kendine tehdit olarak görüyor ve ‘ne pahasına olursa olsun orayı yıkacağım, ezip geçeceğim’ diyor.
 
Mesela biliyorsunuz AKP cenahında İsrail düşmanlığı had safhadadır. Şimdi Rojava’da İsrail kurulsaydı, Erdoğan buna karşı çıkmazdı. Ama Kürt iradesi şekillenince kırmızı görmüş boğaya dönüyorlar.
 
Hakeza Güney Kürdistan’a dair de hissiyatları budur. Bakmayın Sayın Barzani ile KDP ile ilişkileri iyiymiş gibi görünüyor. İmkân olsa bugün Güney Kürdistan’ın tamamını işgal edip, dümdüz ederler, Hewlêr (Erbil) Parlamentosunu yıkıp yerine Türk bayrağı çekmek isterler. Kafaları, zihniyetleri budur bunların. Dolayısıyla bu Kürt düşmanlığı karşısında bizim Erdoğan’dan, AKP’den bir merhamet beklememiz, kurbanlık koyun gibi boynumuzu bıçağa uzatmaktan başka bir anlam ifade etmez. Fakat bu çılgın, ırkçı, milliyetçi, mezhepçi politikanın başarı şansı da yok. Ne Musul’da ne Kerkük’te ne de Rojava’da başarı şansı yok.
 
‘ERDOĞAN DA SADDAM GİBİ KULLANILIYOR’
 
Bu çılgın ve aklını yitirmiş bu tür liderlere çoğu zaman iş gördürürler. Ne tür iş gördürürler, Saddam’a yaptırdıkları gibi diyelim ki bölge savaşı çıkarmak istiyorlar. Saddam’ı Kuveyt’e girmeye teşvik ettiler. Çünkü bu tür işleri ancak çılgın, aklını yitirmiş kişiler, siyasetçiler yapar.
 
Şu anda AKP ve Erdoğan’a uluslararası bazı güçler böyle bakıyorlar. Yani hazır aklını yitirmiş iken buna bazı provokatif işler yaptırılabilir diye bakanlar var. İşte ‘gerekirse Başika’dan Musul’a Türk ordusunu soksak acaba ortalığı nasıl karıştırabiliriz’ diye düşünen bazı güçler var ve bunlar Erdoğan’ı bu yönde teşvik ediyorlar. Yada işte Bab, Rakka operasyonuna normalde koalisyon Türkiye’yi dahil etmek istemiyor ama Erdoğan çok hevesli görünüyor.
 
Şimdi hevesli olunca, bazı güçler de bunu teşvik edebilir, alttan kışkırtabilir ama bunun sonu Türkiye’nin yararına olmaz. Bir bölge, bir Dünya Savaşına doğru herkesi götürmek Türke, Kürde kazandırmaz. Ama Erdoğan bunları görebilecek bir siyasetçi değil artık. Tam bir at gözlüğü, ırkçı-milliyetçi gözlükle olaylara bakan, kendi ajandasını, kendi ailesinin çıkarlarını düşünmek dışında hiçbir projesi olmayan bir siyasetçiye dönüşmüş durumda.
 
‘KÜRTLER BİR ARAYA GELİP DOSTA DÜŞMANA BİRLİK OLDUĞUNU GÖSTERMELİ’
 
* Yakın zamanda Güney Kürdistan’a gidip, kimi önemli temaslarda bulundunuz. Türkiye’nin bölgeye ilişkin belirttiğiniz bu niyet ve yaklaşımları, oradan da böyle okunuyor mu?
 
Güney Kürdistan’daki hemen hemen bütün güçlerle görüşmeler yaptık ve şu konuda ortaklaştık. Kürtler kendi aralarındaki sorunlarını yüz yüze çözmeliler. Ve biz halen bu ziyaretimizin sonuçlarını görmek istiyoruz. Kendilerinden rica etmiştik, bir masa etrafında buluşun ve konuşarak sorunlarınızı çözün. Bu konuda henüz somut bir gelişme olmadı, belki Musul operasyonu vesaire araya girdi; ama biz oradaki bütün güçlere çağrımızı buradan yeniliyoruz, lütfen en kısa zamanda bir araya gelin, bir masa etrafında oturun, bir fotoğraf verin ve bütün dünyaya dosta düşmana karşı birlik olduğunuzu gösterin.
 
Herkes de şöyle düşünmemeli. Oradaki bütün güçler Türkiye’nin hizmetine girdiler diye düşünmemek lazım. Önemli olan diyalogu koparmadan Kürtler arası birlikte ısrarcı olmaktır. Kürt partileri, Kürt medyası kendi arasındaki dile üsluba, bütün zorluklara rağmen dikkat etmelidir. Hakaret ve benzeri şeyler kullanmamalıdır, eleştiri sınırlarını aşan bir yola kimse girmemelidir.
 
Kerkük’te, Musul’da, Rojava’da bütün bu kızılca kıyamet yaşanırken Kürt medyası, Kürt politikacıları, Kürt liderleri çok daha ulusal birliğe hizmet edecek siyaseti öne çıkarmalı.
 
* Kimi uluslararası güçler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kullanıyor dediniz. Ancak sahada farklı bir durum karşımıza çıkıyor. Kürt askeri güçleri, DAİŞ’e karşı verilen savaşta müttefik iken, Türkiye’nin iç ve dış politikalarına siyaseten müsamaha gösterilmesinin altında ne yatıyor?
 
Başbakan biliyorsunuz gece gündüz Rakka operasyonu konusunda diyor ki; ‘YPG varsa biz yokuz’. Şimdi mesela Türkiye, IŞİD ile rahatlıkla işbirliği yaptı. Davutoğlu ve Erdoğan ikilisi El Nusra ile işbirliği yaptı. Oysa Türkiye’nin asıl stratejik müttefik olarak görmesi gereken Kürtlerdir. Sayın Öcalan bugüne kadar hep bunu söyledi. ‘Gelin önümüzdeki yüzyıla dair stratejik bir ortaklık yapalım ve bütün bölgede huzuru istikrarı sağlayacak bir işbirliği yapalım’ dedi. Bakın “Eşme Ruhu” denilen şey oydu.
 
Yaşanan gelişmeleri anlamayan bazı çevreler “Eşme Ruhu” kavramını küçümsediler; fakat Sayın Öcalan orada bir mesaj verdi. O Türk askerleri ile YPG güçlerinin ortak operasyonu idi. Sayın Öcalan Eşme Ruhu’nu büyütelim derken, ‘gelin DAİŞ’e karşı, bölgedeki işgalci güçlere karşı Türk askeri de, Kürt askeri güçleri de birlikte hareket etsin’ dedi. Eşme Ruhu dediğimiz şey buydu, yani oradaki Süleyman Şah Türbesi YPG’li güçlerle Türk ordusunun koordineli bir şekilde yan yana gerçekleştirdikleri bir operasyon ile nakledilebildi. Şimdi bunu örnek olarak gösterdi. ‘Birlikte operasyon yapabiliyorsanız bunu büyütün’ dedi.
 
O dönemki mesajlar doğru algılansa ve gerçekten Kürt düşmanlığı bir kenara bırakılsaydı, nasıl ki bugüne kadar aralarında büyük sorunlar bulunan Peşmergeler ile Irak Ordusu Musul’a birlikte operasyon yapabiliyorsa Türkiye de akıllı olsaydı bugün Rakka operasyonunu YPG ile birlikte yapardı, Kürtleri yanına alırdı. Fakat bu ırkçı yaklaşım Türkiye’ye kaybettiriyor.
 
'KÜRT DÜŞMANLIĞI TÜRKİYE’YE KAYBETTİRİYOR’
 
Bütün dünya YPG’den, PYD’den büyük bir güç alırken ve destek verirken, Türkiye ise kaybeden tarafta olmayı tercih ediyor Kürt düşmanlığı yüzünden. Dolayısıyla uluslararası güçler de Türkiye’nin bu hatalarını görmelerinin yanı sıra YPG’den vazgeçilemeyeceğini de görüyor. Sahada başka başarılı olabilecek güç yok çünkü. Öz güce, deneyime ve cesarete dayalı, deneyime dayalı bir o var ve kendi toprağını savunuyor, işgalci bir güç değil. Hal böyle olunca da Erdoğan’ın ve Başbakan’ın tehditlerini uluslararası kamuoyu geçiştiriyor, dikkate almıyor. Mecburlar çünkü YPG’yi dikkate almadan DAİŞ’e karşı mücadele etmek veya Suriye’de çözümü geliştirmek imkan dahilinde değil artık.
 
“PARTİ BİNALARINA GİDİP ‘BANA NE DÜŞÜYOR’ DEYİN”
 
* İletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
 
Özellikle halkımıza şu çağrıyı yapmak istiyorum. Belki halkımıza ulaşma koşullarımız çok kısıtlı, medya kapalı. Fakat kısıtlı imkanlara rağmen halkımız şundan emin olsun, biz her tarafta hummalı bir çalışma yapıyoruz. Sizler de bulunduğunuz yerlerde kendinizi parti görevlisi olarak kabul edin ve ilçe binalarımıza gidip, ‘bana ne görev düşüyor’ deyin.