Bakırköy Belediyesi Yunus Emre Kültür Merkezi’nde Bakırköy Belediyesi ve MonoKL (Mono Kurgusuz Labirent) Yayınları işbirliğiyle düzenlenen “Küreselleşme ve Yeni Sol” konferansına Slavoj Zizek'le birlikte katılan Fransız filozof Alain Badiou, konferansın ardından Ortadoğu'daki isyanları, Gezi direnişi ve felsefe üzerine Özgür Gündem'in sorularını yanıtladı.

Özgür Gündem'den M. Ali Çelebi'ye konuşan Badiou, Gezi direnişi ile ilgili olarak, "Gezi hala bitmedi" dedi. Yeni çelişkinin Batı ile İslamcılık arasında olmadığını söyleyen filozof, artık asıl çelişkinin kapitalizm ve anti-kapitalizm arasında olduğunu belirtti ve Rojava'daki Kürtlerin mücadelesi için de şunları söyledi: "Onlar başka bir şey savundukları için bastırılıyorlar, eziliyorlar."

İşte Badiou'nun Özgür Gündem'e verdiği o röportaj:

Marx komünizmi ile Bakunin anarşizmi arasında birleştiricilikten söz ediyorsunuz. Açar mısınız?

Bakunin'in anarşizmi ile Marx'ın komünizmi arasında ortak noktalar var. Devlet konusunda ortak noktalar var Bakunin ile Marx'ın komünizmi arasında. İkisinde de baskıcı devletin ortadan kalktığı noktada sonlanıyor. Yani hem Marx'ın ideal toplumunda bu var hem de Bakunin ideal toplumunda. Bunların ortak olduğunu söyleyebiliriz, devletsizlik yani. Bunların aynı ideal topluma ulaşmak istediklerini söyledim, fakat hala bir fark var. O da şu ki; politik yolları farklı. Şöyle ki, Marx'ın için bir politik bir örgütlenme gerekiyor. Fakat anarşistler hareketin buna yeteceğini düşünüyorlar. Ve bu nedenle de hala bir fark özellikle aynı ideale koşsalar da politik örgütlenme konusunda aralarında bir fark var. Aralarında bir benzeme olsa da yordam farklı var. 

Sizin "Tarihin Uyanışı" dediğiniz başkaldırı süreçleri, Türkiye'deki Gezi ayaklanması süreçler gibi ülkeleri nereye götürüyor? Fransa 68'in içinde yer almış bir devrimci olarak 68'in sonuçları ile Gezi Parkı direniş silsilesi arasında kıyaslama da yaparsanız...

İlk olarak şunu söyleyeceğim. 68'de Fransa'da şöyle bir durum vardı: ABD'de, Almanya'da, İtalya'da ve Çin'de de bunun gibi hareketler vardı. Bugün de aynı şekilde dünyanın birçok yerinde aynı eylemler var. Bu nedenle de 68 hareketi Gezi gibi diğer hareketlerin ortasında kaldı. Yani onlar gibiydi. Ki bunlar da gençlik hareketleriydi. Bu Gezi ve 68'in bir benzerliği. İkinci benzerlik de şu: İkisi de gençlik hareketi, öğrenci ve eğitimli gençlik hareketi. Bu hareketlerde büyük rol oynayan bunlardı. Fakat büyük bir fark varki o da şu: Fransa'da 68'de işçi hareketi de vardı. Fransa'da bunun politik bir bağı kurulmuştu işçi hareketiyle bu bu eğitimli gençlerin hareketi arasında. Fakat bugünün Gezi'sinde bu yok. Yarın yine bir Gezi olabilir ve burada bu olabilir. Gezi hala bitmedi. 

Birçok ülkede maddi ve entelektüel anlamda çürüme yaşandığını söylüyorsunuz. Ortadoğu'da Tunus'ta başlayıp Mısır, Libya ve Suriye'de süren isyan ölçeği geniş, kollektif özgürlüklere sadakatle bağlı gerçek bir tarihi ayaklanmanın yolunu açtı mı sizce?

Şu an için şunu söyleyebilirim: Ortadoğu'daki bu tarihsel ayaklanmaların evresi henüz tamamlanmış değil. Hala baskı var, hala ayrım var, dış müdahale var. Dolayısıyla şu an için şunu söyleyebilirim ki, bu hareketlerin yeni politik hareketlere ihtiyacı var. Tunus'ta, Mısır'da, saydığımız ülkelerde hala durum sabitlenmedi, stabil değil. Dolayısıyla Ortadoğu hala tamamlanmış değil. O yüzden kararsızlık durumu devam ediyor. Ne olacağı daha belli değil. 

Örneğin Mısır'daki darbe nasıl etkiler?

Bunlar da bitmeyen Puzzle'ın bir parçası. Bu askeri müdahale bir son değil. Hala baskı hala ayrım devam ediyor, bu da buna bir örnektir. Mısır stabil olmadığına dair bir örnek. 

Bugünün neo-liberalizmin keskinleştiği dünyada işçi sınıfının konumlanışı hangi düzeyde? ABD, Rusya küresel denklemi taşımayı daha uzun süre sürdürebilecek mi?

İşçi sınıfının rolü birçok ülkede çok önemli oldu. Mesela Tunus'ta ve şu anda Çin'deki isyanlarda çok önemli. Fakat ABD ve Rusya'yı düşündüğümüzde şu anda durum stabil görünüyor. Hareketler var ama bunlar çok azınlıkta kalıyorlar. Gelecekteki tarihsel hereketleri Asya ve Ortadoğu'da görüyorum. Daha sonra sırasıyla Avrupa ve Amerika'da olabilir bu hareketler. Ortadoğu'dan Asya'ya oradan Avrupa ve Amerika'ya...

Suriye'de Kürtler Rojava'da 3. yol, özyönetim diye bir sistem inşa ediyor. Paris komünü gibi Kürtler açısından bir ilk. Kapitalist sisteme karşı komünal bir örgütlenme modelinden Türkiye, Suudi Arabistan, İran gibi ülkeler rahatsız oldu. Bir yandan da Suriye'deki cihadist gruplarla mücadeleyi ABD-Rusya-İran gibi güçler Rojava Kürtleri üzerine yıkmış görünüyor. Siz nasıl okuyorsunuz bu süreci? Türkiye ve Suriye'de sizi şaşırtacak gelişmeler bekliyor musunuz?

Şu anda Suriye'deki bu durumlara iç savaşın çok büyük etkisi var. İç savaşın, çelişkilerinin çok etkisi var. Saldırgan gruplar var, irticacı, fundementalist gruplar gruplar var. Yalnız şu kesin ki bu bahsettiğimiz ABD gibi ülkeler kapitlizmin çıkarını tercih ederler. Ve İslamcı ve kapitalizm taraftarı olan grupları, anti-kapitalist gruplara tabi ki tercih edeceklerdir. Buna şaşırmamalıyız. Suudi Arabistan örneğin. Amerika'nın Suudi Arabistan gibi ülkeleri destekliyor. Asıl çelişki şu: anti-kapitalizm ve kapitalizm arasındaki çelişki. Yani çelişki Batı ile İslamcılık arasında değil kapitalizm ve anti-kapitalizm arasında. Bu yüzden de Rojava'daki duruma hiç şaşırmamak gerekir. Çünkü onlar başka birşey savundukları için bastırılıyorlar, eziliyorlar. 

Rojava şunun için önemli Kürtler için, Paris Komünü nasıl nasıl işçi sınıfı için bir ilkse Rojava da Kürtler için komünal anlamda bir ilk, Ortadoğu'da bir ilk.

Sizinle tamamen aynı fikirdeyim. Kesinlikle katılıyorum.

Türkiye ile PKK, eş zamanlı olarak Kolombiya ile FARC arasında müzakelerler yapılıyor. Yüzyılların sorunu Kürt meselesini çözmek için süreç nasıl yönetilebilir sizce?

Kolombiya'da FARC ve hükümet arasında olan müzakereler şöyle geçiyor: Hükümet ve silahlı bir politik devrimci örgüt arasında geçiyor. Yani ulusal bir problem yok arada, politik bir problem var. Fakat Türkiye'de Kürt hareketi, PKK ve Türkiye hükümeti arasındaki müzakereler ulusal bir problem etrafında gelişiyor. İşte Kürtlerin haklarının tanınması, iradelerinin tanınması, varlıklarının tanınması konusunda oluyor. Dolayısıyla Kolombiya'dakiyle aynı problem değil Türkiye'deki. Önceden de söylediğim gibi müzakere iyi bir şeydir. Demokratikleşmeye çalışmayı pozitif bir olarak görüyorum.

Huntington'ın "Medeniyet Çatışması" tezi yıllardır gündemde. Şimdilerde birçok ülkedeki son dönemde Suriye, Kenya, Nijerya'daki radikal İslamcı grupların sivillere yönelik kıyımlarından, baş kesmelerinden sonra "medeniyet-içi çatışma" gündemleşiyor... Siz nasıl görüyorsunuz tabloyu.

Sınıf mücadelesi ve toplumlar, komüniteler arasındaki müdacaleler arasında her zaman karışık bir ilişki olmuştur. Her zaman bu böyledir. Mesela Avrupa'da çok şiddetli bir din savaşı oldu. Şu anda Arap dünyasında Sünni ve Şiiler arasında bir savaş var. Fakat Protestanlar ve Katolikler arasındaki savaş da öldürücü ve çok şiddetliydi. Yani bu yeni bir şey değil aslında. Daha önemli olan, ulusal, dinler arası bu çatışmalar, bu savaşlar daha önemli bir çatışmayı, savaşı maskeliyor, saklıyor. Bu tip 'medeniyetler çatışması' gibi fikirler bu asıl temel çatışmayı saklamaya, maskelemeye yarayabilir. Mesela, Müslümanlar ve Batı arasındaki gibi, ya da din savaşları gibi. Asıl çatışma, aslıl savaş ise kapitalizm ve anti-kapitalizm arasındadır.

Teoriler, politik arenalar, kavramlar ve pratik arasında karmaşa ve gel-gitler yoğun. Felsefenin krizde olduğu konuşuluyor. Bugünün dünyasında yeni sol ve militan felsefe problemlerlerini çözme noktasında mı?

Bütün bir felsefe, felsefenin tamamı militan olmak zorundadır. Felsefenin iki tanımı var: Biricisi akademik. Basitçe şöyle söylebiliriz, üniversitelerde akademik bir disiplin olarak görülür. Bu daha çok ABD üniversitelerinde akademik bir disiplin olarak görülür. Analitik felsefe yani. Diğeri de kamusal (public) felsefe. Bu öznelliği değiştirmeyi amaçlayan bir felsefedir. Bu da Socrates'in pozisyonudur, felsefe konusundaki. Ben de bu gelenekten geliyorum. Bu gelenekte aynı zamanda 18. yüzyıl Fransız filozofları Voltaire gibi filozoflar var. Şu anda günümüzde önemli Fransız filozoflardan olan Sartre'nin geleneği de budur. Ben de bu gelenektenim. Eğer felsefe bu kamusal (halk düzeyinde) tanımlamada kalırsa krize gerek yok, kriz diye bir şey olmasına gerek yok. Fakat akademik tanımlamada kalırsa ölecektir.