Medya Eleştirmeni Duran, "AKP'nin seçim yenilgisi, HDP'nin başarısı, egemen medyanın da yenilgisi ve başarısızlığının temel nedeni oldu" dedi. Egemen medyanın çok sık yalana başvurduğuna ve ırkçılığa kayan bir çizgiyi temsil ettiğine dikkat çeken Duran, "Bölgenin insanları senin yazdığına mı inanacak yoksa her gün yaşadığı baskı ve zulme mi" diye seslendi.

Gazeteci-Yazar, Medya Eleştirmeni Ragıp Duran ANF’den Ali Barış Kurt’un sorularını yanıtladı.

'7 HAZİRAN'DA AKP GİBİ EGEMEN MEDYA DA YENİLDİ'

AKP yanlısı medyanın savaş konseptiyle paralel olarak dili devlet diline, yayın politikası devlet politikasına benziyor. Bunun 7 Haziran Genel Seçimleri ile de bir ilgisi var mı?

7 Haziran'da, hatta biraz daha öncesinde, AKP yanlısı medyada birtakım kıpırdanmalar, huzursuzluklar olduğu yolunda bilgiler sızmıştı. Sancak medyasının üç önemli yöneticisinin işten çıkartılması, yine tek tek bazı muhabir, köşe yazarlarının dışlanması bu sürede gelişti. 7 Haziran'dan sonra yapısal değişiklik başladı. Yandaş medya yani adı üstünde iktidara bağlı medyanın, iktidar kadar gücü olduğu için, iktidarın gücü azalınca kendi gücü de azaldı. AKP'nin seçim yenilgisi, HDP'nin başarısı, egemen medyanın da yenilgisi ve başarısızlığının temel nedeni oldu.

7 Haziran'dan önce -yazılı basın için söylüyorum- resmen ilan ettikleri tiraj, gerçek tiraj rakamlarının en az iki misliydi. Ayrıntılı liste, rakamlar yayımlandı, kimse inkar edemedi, tekzip etmedi. Kendi gücünü büyük göstermek için tirajını fazla gösteriyordu. Bir işe yaramadı.

Yakın zamanda yandaş yazarlar birbirlerine girdi, 'Aramızda 7 hain var' dediler. AKP'ye yakın bir köşeci bile Erdoğan'ı eleştirmek zorunda kaldı. Manşetlere, yazılara, haberlere bakınca anlıyoruz ki, egemen medya 7 Haziran'dan sonra inisiyatifi kaybetti. Halbuki AKP daha önce çeşitli girişimlerle öne geçiyordu ve diğer kesimler ona karşı cevap yetiştirmeye çalışıyordu. 7 Haziran'dan sonra Kürt, HDP düşmanı politikalarını yoğunlaştırmakla beraber yükselen muhalefete karşı tutum almak zorunda kaldılar çünkü inisiyatif artık yandaşların elinde değildi. AKP okuru nezdinde bile AKP medyası güvenilirliğini, inanırlığını neredeyse tamamen yitirdi.

Seçim kampanyası boyunca usulsüzlükler, yasaya, anayasaya karşı örnekler vardı, tabii hepsini gizledi, tek başına iktidara geleceği propagandasını yaptı ama seçmenler bu senaryoyu tekzip etti. 7 Haziran öncesi propaganda, ajitasyon haber gizleme, tahrifat bir işe yaramadı. Gazeteci satın almakla, gazete satın almakla seçim kazanılmıyor. Büyük ölçüde bu akıl tutulması, amiyane tabirle saçmalama özgürlüğü ağır bastı.

'Saçmalama özgürlüğü'nü biraz açsak...

Yakın dönemden bir örnek vereyim; kardeşi öldürülen yarbay önemli bir çıkışta bulundu. İlk kez bu kadar üst düzey asker, sonuna kadar söyleyeceğini söyledi. Genel olarak da doğru şeyler söyledi. Egemen medya 'PKK ağzıyla konuştu' ve 'Paralel ağzıyla konuştu' başlıklarını attı. Yarbay düzeyine gelmiş bir yetkiliden bahsediyoruz. Askeri okuldan çıkıp yarbaylığa kadar gelmiş. Şimdiye kadar paralelci, PKK'li değildi de şimdi mi oldu... Buna kimse inanmaz. O gazeteyi okuyan da, o haberi yazan da inanmaz! Savunacakları, şüpheye düşürecekleri bir şeyleri kalmadı.

Siyasi iktidar güç kaybettikçe, egemen medya da kaybediyor. Medyanın kamu çıkarı adına iktidardan hesap soran, eleştiren konumda olması gerekirken, bu görevini yapmadığı için iktidarın zayıflamasıyla zayıflamaktan kurtulamayacak. Bir süre sonra da piyasadan düşer bu tür gazeteler. Halbuki mesela İngiltere'de iki yüz yıldır yayın yapan gazeteler var, saygın gazeteler. Çünkü onlar genel olarak iktidara değil, gerçeğe göre gazetecilik yapmaya çalışıyor. Bizdekiler gelip geçici.

'HALK YAŞADIĞINA MI, SANA MI İNANACAK?'

Sözünü ettiğimiz medya sadece "PKK karşıtı" olarak mı konumlanıyor, ırkçılığa varan çizgiye kayıyor mu?

Irkçılığa varıyor. Siyasi iktidarın acil ihtiyacı HDP'yi barajın altına çekmek. Şimdiye kadar yaptıklarıyla HDP'nin oylarının arttığını bile görüyoruz. Habercilik açısından bakınca Suruç’ta, Silvan’da, Cizre’de, Lice'de, Varto'da olup bitenleri egemen medyada okuyamıyoruz. Bu saydığım ilçelerde özel olarak yurttaşlara, sivillere yönelik saldırı var; cezalandırma var. Seçim sonuçlarına bakınca bunu anlıyoruz; HDP buralarda yüzde 70-90'lar arasında oy almış. HDP'ye oy vermeyen Kürt de pek kalmadı artık. PKK, PYD, HDP düşmanlığını topyekun ele alırsak tabii siyasi amacı var ama kullandıkları söylemde -tiraji biraz daha yüksek olanlar, ne kadar dikkatli olmaya kalksalar da-, Akit açık bir şekilde nefret söylemini benimsemiş durumda. Gizli değil açık ırkçılık var üslubunda, kullandığı sözcüklerde. Medyanın PKK'yi, HDP'yi eleştirme, herkesi eleştirme görevi vardır ama 'cani', 'köpek', 'vahşi' diye eleştiri olmaz. Tanklarla sivil insanlar öldürülüyor, evleri yıkılıyor. Onu gizle, Kürtlere çamur at, en hafif deyimiyle ayıp oluyor yani… İşi bilen insanlar, bölgenin insanları senin yazdığına mı inanacak yoksa her gün yaşadığı baskı ve zulme mi?

'YALANA SARILIYORLAR'

Peki, AKP yanlısı medyanın güvenilirlik iddiası yok mu? Nasıl bu kadar rahat olabiliyor? Örneğin, düğüne giderken gözaltına alınan gençleri 'eylem hazırlığındalar' diye servis ettiler ve bu gençler iki gün sonra serbest bırakıldı, ama bir özür gelmedi...

Minimum gazetecilik ilkesi gereği, vicdanı olan meslektaşlarımız bilmeyerek birtakım hatalar yaptıklarında, bunun bir telafi yolu vardır. Hata on kere yapılmaz ve özür dilenir. Burada özeleştiri olmadığı için akıl almaz yalanların bini bin para. Yalanın da bir raconu vardır! 'Kızları kaçırıp dağa iğfal ettiler' diye bile yazdılar. Yahu bu kızların anaları-babaları yok mu? Kimse ilgilenmiyor mu? Hem kim nasıl dağa çıkıyor, bellidir. Sözüm ona okurların zayıf noktası olarak keşfettikleri namus, şeref, hainlik gibi şeylerle yalanlara başvuruyorlar. İktidar ne kadar sıkışırsa başvuracağı yalan o kadar büyük olur.

Chomsky'nin bir sözü var; 'Yalanla dolanla, ajitasyonla, haber tahrifatıyla ancak bir süre, belirli kesimi aldatabilirsiniz, herkesi  ilelebet aldatamazsınız' diye. İletişim teknolojisinin olduğu yerde, Akit’i, Yeni Şafak'ı, Milliyet'i okuyanlar sadece bunları okumuyor ve kavanozda da yaşamıyorlar. Başka kaynaklardan da bilgi alanlarla temas halindeler, internet diye bir şey var. Çok beceriksiz ve abartılı yalanlara sarılmaları,  ne kadar güç durumda olduklarını gösteriyor. Okuru ikna edecek argümanları kalmayınca, 'İsrail PKK'nin arkasında' gibi, az biraz Ortadoğu hakkında bilgisi olanın güleceği yazılar yazıyorlar.

'MEDYA SÜRECİN EŞİTSİZ İLERLEDİĞİNİ YAZMALIYDI'

Türkiye'de müzakere sürecine geçilmemiş olsa da, müzakerelerin yapıldığı başka coğrafyalarda medya nasıl bir rol üstleniyordu?

Sürecin hukuki zemini olması gerekirdi. Bu iş bir süre gizli şekilde yapılır ama sonra işi Meclis çatısı altında sürdürmek gerekiyordu. Akademianın ve STK'lerin de sürece katılması gerekirdi. Bence başından beri iktidar partisi Kürtleri AKP'lileştirmek istiyordu, ama Kürtler HDP'lileşti.

Medya da barış süreci boyunca ‘Bu iş böyle yapılmaz' demeliydi.  Diyenler de çıktı aslında. Diyalog aşamasında eşitlik olması lazım. Biri hapiste diğeri serbest, böyle iki taraf olmaz. Eşitsiz bir görüşme yapıldı. Bir taraf çok sabırlı idi diğer taraf hiç güven vermedi. Süreci tek başına yürütebileceğini sandı. Sonuç olarak bence bugün bazı arkadaşlar, meslektaşlar ‘Süreç yeniden başlatılsın, kaldığı yerden devam etsin’ diyorlar. Bu şekilde başlamamalı.

Bir kere oturup şimdiye kadar ayrıntılı şekilde bu sürecin dökümünü, eleştirisini yapmak gerekir. Bıraktığımız yerden devam edecek hali yok. Her şeyin sıfırdan, yepyeni bir anlayışla başlaması lazım, hukuki zemin gerek, karşılıklı güven tesis edilmesi lazım, samimiyet lazım. Medya, sürecin olumsuz bir özetini bilançosunu çıkarıp, yurtdışındaki olumlu örneklerden de esinlenerek, yeni sürecin yeni ilkelerini, taslağını önererek olumlu bir işlev görebilir.

'ESKİDEN MEZARA, ŞİMDİ MAHKEME SALONUNA GİDİYORUZ'

AKP kendine bağlı basın-medya kurumlarını güçlendirmeye çalışırken, özgür basına ise 'şimdilik' erişim engeliyle saldırmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Yeni bir şey değil maalesef. Bütün toplum dizaynı olarak tek bayrak, tek millet, tek başkan isteyen rejimle karşı karşıyayız. ‘Özgür basın’ sözcüğü bile çelişkili. Gazetecilik ancak özgür ortamlarda yapılabilir. Hafif muhalefet yapan Aydın Doğan medyası bile hedef alınıyor. Akit'te falan Aydın Doğan'a küfrediyorlar. Oysa Aydın Doğan'ın gazetelerinde çok az, kısmi, doğru şeyler yazıyor; özgür, ciddi bir gazetecilik filan yapmıyor. Zaman zaman bazı konuları doğru bir şekilde haberleştirmeye çalışıyor Doğan medyası. Ama ona bile tahammül edemeyen siyasi iktidar, Kürt, sosyalist, sol, sıkı radikal basına sadece baskıyı reva görüyor. Bu medya organlarında çalışan arkadaşlarımızın durumu önceden ölümdü, şimdi hapis. Eskiden cenazelerine giderdik, şimdi mahkeme salonuna gidiyoruz.  Oysa ki gazetecinin doğal mekanı, haberin yani olayın alanıdır, sokaktır, ya da yazı işleridir.