BIFED RÖPORTAJLARI - 12

MUSTAFA DERMANLI

Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali’nde gösterilen “Domatesin Kokusu” belgeselinin genç yönetmeni Mert Harmandar, “Bir yerden birileri bir şeyleri değiştirmek istediği zaman bunun bir domino etkisi yaratacağını düşünüyorum. Belgeseldeki köylü, birçok çiftçi gibi ilaç kullanarak, hibrit tohumla tarım yapmaya devam edebilirdi. Fakat o bir tercih yaptı. Vicdanıyla, duygularıyla hareket etti” diyor.

Üniversite son sınıfta olan Mert Harmandar ile tohum bekçiliği üzerinden ilerleyen ve sonunda da köylünün ilaçsız ve atalık tohumlarla elde ettiği ürünlere yarattığı pazarı anlatan belgeselin sonrasında Bozcaada’da konuştuk.

Seni tanıyabilir miyiz?

Aslen Fethiyeliyim ama İstanbul’da doğdum. Saint-Joseph Lisesi’nde okudum. Sonra Koç Üniversitesi’nde Ekonomi okumaya başladım. Fakat liseden beri sinema işleriyle ilgiliydim. O yüzden orayı bıraktım ve Akdeniz Üniversitesi’nde “Sinema” okumaya başladım. Güneye yerleştim, Antalya’da yaşıyorum. Son sınıftayım.

Belgeselin endüstriyel tarımının zararlarını da anlatıyor. Sonunda ise köylü atalık tohumlar ile ilaçsız bir üretime geçiyor. Bu ürettiklerini de insanlara ulaştırabileceği bir yolu projelendiriyor. Projesine destek geliyor ve bugün 100’ün üzerinde aileyle o sağlıklı ürünleri buluşturuyor. Bu köylü şanslı mı, sorun bu yolu kullanmayan diğer köylülerde mi, o ürünlere ulaşamayan kentlide mi, sorun kimde?

Bence sorun tek bir yerde değil, hepimizde. Cevap da hepimizde. Bir yerden birileri bir şeyleri değiştirmek istediği zaman bunun bir domino etkisi yaratacağını düşünüyorum. Belgeseldeki köylü, birçok çiftçi gibi ilaç kullanarak, hibrit tohumla tarım yapmaya devam edebilirdi. Fakat o bir tercih yaptı. Vicdanıyla, duygularıyla hareket etti ve şu anda o ürünlerle 100’den fazla aileyi doyuruyor.

Peki, belgeseldeki köylü fikrine destek bulamasaydı o da bu tarım yönteminden vazgeçer miydi sence?

Geçmezdi. İlla ki görürdü. O köylü o destekle karşılaşana kadar zaten o süreçten geçti. Zaten görmediği yollardan geçti. Ama bir şekilde ısrar edilirse o desteği hepimizin bulacağını düşünüyorum.

Peki, yola çıkarken belgeselin sonunu kurguladın mı?

Tohum bekçiliği yapan Deniz (Deniz Seyrek) isminde bir arkadaşım var. Zaten belgeselde de var. Tohum bekçisi ne demek diye ona sorduğumda atalık tohumlardan, bu tohumların kaybolduğundan, neslinin tükendiğinden bahsetti. Ben de, sen ne yapıyorsun dediğimde biz bu tohumları çoğaltıyoruz ve dağıtıyoruz, dedi. Bu çok hoşuma gitti ve bunu anlatmak istedim. Fakat o dünyaya girdikçe yeni insanlarla tanıştım. Yeni hikayeler öğrendim ve aslında yediğimiz meyve-sebzelerin nerelerden geldiğini bilmediğimi fark ettim. Kendim öğrenirken de birilerine de anlatmak istedim. Film, açıkçası bütün bu tarım sektöründen bahsediyor. Endüstriyel tarımdan da, tarım devriminden de bahsediyor.

Filmde pozitif ve samimi bir dil var. Bunun kaynağı nedir?

Bütün film aslında benim karakterimi yansıtıyor. Hikâyeyi araştırırken, röportaj yapmaya giderken soruları yolda hazırlıyordum. Önceden konuyu araştırıyordum ama nasıl bir şey çıkacağına dair kafamda net bir şey yoktu. Kafamdaki fikirleri de çok deşmek istemedim çünkü üzerine çok düşündüğümde çıkacak yeni bir fikrin önüne geçecekmiş gibi hissediyordum. Her zaman anlatıcıyla pozitif konuştum, kamera arkasında da eğlendik. O samimiyetin de filme yansıdığını düşünüyorum.

Bozcaada ve BIFED üzerine neler söylemek istersin?

İlk defa Bozcaada’ya geldim ve gerçekten çok beğendim. BIFED ise beni daha çok etkiledi açıkçası. Buraya katılan insanların o enerjisi, atmosfer oldukça etkileyiciydi.

Son olarak, yeni proje var mı?

Önümde yeni projeler var. Yine dinamik, yüksek tempo hikâyeler anlatmak istiyorum.