Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, tapelerle şekillenen Türkiye gündemini, hükümetle ilişkilerini, Gezi olaylarına bakışını  ve Fethullah Gülen'in ses kayıtlarında isminin geçmesinin değerlendirdi.

Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel'e konuşan Mustafa Koç, Gülen'in kendisine gerçekten ananas gönderdiğini, kendisinin de arayıp teşekkür ettiğini söyledi.

İşte Koç'la yapılan söyleşiden bir bölüm:

17 Aralık sonrasında piyasalarda ciddi bir hassasiyet var. 2008’i Türkiye akıllıca bertaraf etti dediniz. Şu anda da hükümet aynı şekilde akıllı bir politika izliyor mu sizce?

Bir kere seçim psikolojisine girildi ve ortam her zamankinden daha gergin. Bunu göz ardı etmememiz lazım. 17 Aralık’tan beri gelişen olaylardan dolayı, piyasalar ister istemez tedirgin oluyor. Bu tansiyon aşağı çekilirse piyasalar da derhal olumlu cevap verecektir. Güveni hemen yeniden tesis etmemiz lazım, bunu da başarabiliriz. Bakın, ülkemizi ileriye taşıyacak şey istikrar, güven ortamı ve iç huzurdur. Demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, ifade özgürlüğünü, evrensel değerleri kişisel hak ve özgürlükleri sürekli ve tutarlı biçimde savunmalıyız. Üstüne basarak söylüyorum: Bu konuların her birinde gelişmiş ülkelerdeki seviye ne ise bizde de o olmalıdır. Bir çıt altını bile kabul edemeyiz, etmemeliyiz. Ayrışmış değil, bütünleşmiş bir toplum olarak, huzurla ve temiz siyaset ile yaşamalıyız. Ülkemizin ve insanımızın hak ettiği budur.

ALMANYA’YA BAK

Sızdırılan tapeler siyasette gerginliğe neden oluyor. Son olarak Başbakan ve oğlu arasında geçtiği iddia edilen bazı konuşmalar sızdırıldı. Bütün bunlara genel bakışınız nedir?

Bir kere her şeyden evvel bunun ispat edilmesi lazım. Ama algı da çok önemli. Batı basınına baktığınız zaman -ki ben bunların taraflı olduğuna hiç inanmıyorum, hakikaten objektif yazıyorlar- Türkiye ile ilgili çok negatif bir algı oluşmuştur. Bizdeki demokratik normlar, şeffaflık, hesap verilebilirlik Batı normlarının çok çok gerisinde. Demokrasi, insan hakları gibi alanlarda anlayış olarak kat etmemiz gereken daha çok yol var. O bakımdan bence bu yaşananlar çok üzücüdür. Bu yolsuzluk iddialarının aslı yoksa ispat edilmesi lazım. Varsa da kimler bunları yapmışsa sonuçlarına katlanmaları lazım. Geçen hafta haberleri takip ettik, eski Alman Cumhurbaşkanı aklanmış. Almış olduğu düşük faizli bir krediden dolayı istifa etmek zorunda kalmıştı. Bir oradaki duruma bakın bir de buradaki duruma bakın. Arada dağlar kadar fark var.

O halde iddiaları mesnetli mi buluyorsunuz?

Hayır onu söylemiyorum. Burada bir algı var ve bunun karşısında hiçbir şey yokmuş gibi davranmak veya hepsine külliyen yalan demenin doğru olmadığına inanıyorum.

‘İş dünyası ve siyasetten pek çok ismin Gülen Cemaati’ne bağlı bir örgüt tarafından dinlendiği iddiası ortaya atıldı. Öte yandan karşı taraf da, Cemaat mensupları da Gülen’in konuşmalarının başka merkezden dinlendiği düşünüyor. Sizlerin isimlerinizin de içinde geçtiği konuşmalar da sızdırıldı. Bu tape savaşlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?’

Öylesi hassas bir süreçte yapacağım her yorum farklı yerlere çekilecektir. Az önce de söyledim tekrar ediyorum. Hukukun üstünlüğünü esas alan bağımsız yargı ve güçler ayrılığı ilkeleri, temiz siyaset ve iç huzur benim de, bu ülkede yaşayan herkesin de en büyük beklentisidir.

Sizin şahsen Fethullah Gülen ile nasıl bir ilişkiniz var? Hiç görüştünüz mü?

Ben Türk ekonomisinin neredeyse yüzde 10’unu oluşturan bir topluluğun yönetim kurulu başkanıyım. Hangi kulvardan olursa ülkemizde önemli ve etkili olan tüm isimlerle görüşebilirim ve görüşürüm. Bu da kimseyi ilgilendirmez. Bu bağlamda, ben kendisiyle görüştüm.

En son ne zaman görüştünüz?

Mayıs ayında ABD’ye gittiğimizde görüştüm.

Peki kendisiyle görüşmüş olmanız Türkiye’deki meşru hükümete karşı dış güçlerin de desteğini alan yeni bir dizayn arayışı mı?

Bunların hepsi tamamen hayal ürünü. Biz hiçbir zaman siyaseti tasarlayan, içinde olan bir konumda olmadık. Hep tarafsız kaldık. Ben bugün TÜSİAD, MÜSİAD, TUSKON gibi bütün önde gelen sivil toplum kuruluşlarıyla da ilişkiler içindeyim. Afrika’da iş yapıyoruz. 2011 senesinde Güney Afrika’da çok ciddi bir alım yaptık. TUSKON’un Afrika’daki faaliyetleri belli. Bir kere beraber Afrika’ya gittik, ortalık birbirine girdi. Oysa iş geliştirme açısından bundan daha normal bir şey olamaz.

GAZETEDEN ÖĞRENDİM

Gülen’in sizin Uganda’da bir rafineri alabilmeniz için o ülkenin devlet başkanı üzerinden devreye girdiği de doğru mu?

Ben de CEO’muz da böyle bir rafinerinin varlığından ve bizim de dikkatimize getirildiğinden gazeteler aracılığıyla haberdar olduk. Biz kurumsal ve çok büyük bir yapıyız. Bu tip yurtdışı ihale fırsatları olunca da profesyonel kadrolarımız değerlendirir, uygun görürlerse plan ve projeyle bize gelirler. Bu konu enerji grubumuza aktarılmış, onlar da ilgilenmeyeceğimizi söyleyerek geri dönmüşler. Velev ki böyle bir şey olsaydı, bir Türk şirketinin Afrika’da bir rafineri almasından daha doğal ne olabilir ki? İnsan böyle bir şey olsa ülkesi adına mutlu mu olur, yoksa üzerine komplo teorileri mi üretmeye çalışır?

Peki eğer böyle bir gündeminiz yoksa sizin neden ülkede yeni dizayn peşinde olduğunuz iddia ediliyor devamlı?

Ülkemizde komplo teorisi merakı olduğu için memlekette ne ters giderse hep dışarıdan bilinir. Dış güçler denir, Amerika denir, İsrail denir. Bir de onların içerideki uzantıları denir. Bizi de ona yakıştırıyorlar. Bunun sebebini bilmiyorum. Komplo teorilerine bu kadar zaman ve enerji harcayacağımıza gerçek sorunlarımıza odaklansak, işimize bakıp yatırıma, kalkınmaya, istihdama odaklansak daha doğru olmaz mı? Bizim içeride de dışarıda da itibarımız çok şükür gayet iyi. Dışarı ile ilişkilerimiz gayet iyi. İster istemez insanlar ‘Türkiye’de neler oluyor’ diye soruyorlar. Biz de dilimizin döndüğü kadar anlatmaya çalışıyoruz. Yakın zamana kadar da Türkiye’nin ne kadar iyi gittiğini, Ortadoğu’da büyük ağabey olarak karar verici bir rol oynadığını anlatıyorduk. Ama aynı zamanda yanlışlar yapılıyorsa ve biz de bunu gayet iyi niyetli bir şekilde dile getiriyorsak bunun neresi yanlış? Daha çok kısa bir zaman önce TÜSİAD Başkanımız Sayın Muharrem Yılmaz böyle bir açıklama yaptığı için vatan hainliğiyle suçlandı. Bu olacak şey değil.

ANANAS LEZZETLİYDİ

Bana Türkiye’nin dört bir yanından, bayilerimizden yörelerine özgü pek çok şey geliyor. Yoğurdundan, baklavasından halısına ne isterseniz. Yok o ananas değilmiş de elmasmış, yok o bir şifreymiş. Bana ananas yollandı. Ben de aradım teşekkür ettim. Bu kadar basit. Bildiğiniz ananas yani, bu arada gayet de lezzetliydi. Sonra öğrendik ki Uganda rafinerisiyle değil de ananasıyla meşhurmuş. Hakikaten. (Gülüyor)

PEKİ YA TESPİH?

Beni tanıyan herkes uzun yıllardır tespih koleksiyonum olduğunu bilir. Hatta basında da yer almıştı. Hediye olarak gelen bir tespihe bambaşka anlamlar yüklenmesini anlamakta güçlük çekiyorum.

Siz kendinizi hükümet–Cemaat çekişmesinde bir taraf olarak görüyor musunuz?

Kesinlikle görmüyorum.

Koç Grubu olarak ikisine de eşit mesafede duruyoruz diyebiliyor musunuz?

Tabii. Bizim Cemaat’le ya da hükümete ne gibi bir problemimiz olabilir ki? 2008 senesinde AK Parti’nin kapatılması için dava açıldığında tesadüfen yurtdışındaydım. Bana ne düşündüğümü sordular. Ben de “Bir demokraside yapılacak en son şeydir. Bu parti bir daha kapatılırsa daha kuvvetli bir şekilde haklı olarak geri gelir. Demokrasilerde parti kapatmalarla bir yere varılmaz, çok yanlış bir yöntemdir” dedim. Türkiye’ye döndüm. ‘Mustafa Koç AK Parti’nin kapatılması için Washington’da lobi yapıyor’ diye bir söylenti çıkardılar. Sayın Başbakan’a gidip durumu izah ettim. O da anladı sağ olsun. Ankara ile aramızda çok ciddi dezenformasyon yapılıyor. Bizim hükümete yakın olmamızı istemeyen bir kesim var. İftira üzerine iftira, yalan üzerine yalan, bir yere kadar. En sonunda kendinizi çekiyorsunuz tabii. Bakın biz geçmişten beri hiçbir zaman günlük siyasi çekişmelerin içine girmedik ve tarafsız kaldık. Ama ülkemizin tüm meseleleriyle de ilgilendik ve katılımcı olduk. Böyle de devam edeceğiz. Sonuç olarak bu ülke hepimizin ülkesidir ve tabii ki sahip çıkmak da sorumluluğumuz ve görevimizdir.

Başbakan ile en son ne zaman görüştünüz?

Bir sene kadar oldu.

DİVAN OTELİ SIĞINAN HERKESE KAPISINI AÇAR

Gezi protestolarında çıkan mesajları hep siyasetçilerin alıp almadığı konuşuldu. İş dünyası o mesajlardan ne aldı, siz ne gördünüz orada?

Ben fevkalade sağlıklı gördüm, çünkü bu hiçbir ideolojiye dayanmayan tamamıyla sosyolojik bir hareketti. Bu da çok daha iyi yönetilebilirdi ama bunu polis zoruyla bastırmaya çalışmak işi çok başka bir yere taşıdı. Biz de Koç Grubu olarak kendimizi yine komplo teorilerinin içinde bulduk. Bunun ana nedeni de Divan Oteli idi. Otelin yerine baktığınız zaman Gezi Parkı’ndan çıktığınız anda caddeyi geçer geçmez sığınacak tek yer olduğunu görürsünüz. 1950’den beri o civarda soyguna uğrayan, tacize uğrayan, yabancı, genç, kadın kim varsa Divan Oteli’ne sığınmıştır. Polisten kaçan insanların da direkt Divan Oteli’nin kapısına dayanmasından daha normal bir şey olamazdı. Biz de insani hassasiyetlerle kapılarımızı açtık. Efendim altıncı kattan Koç ailesinin fertleri olayları yönetiyormuş gibi yine aslı astarı olmayan iddialar ortaya attılar. Sizi temin ederim hiçbir Koç ailesi ferdi otelde bulunmuyordu ve otel yönetimine hiçbir talimat da verilmedi.

Oteli sahra hastanesine çevirdiğiniz, ecza deposu haline getirdiğiniz, erzak dağıttınız iddia edildi.

Tabii daha neler neler... İSPARK’a ait otel otoparkı sanki şahsım tarafımdan işletiliyormuş gibi yansıtıldı. Basın üzerinden gerçekdışı birçok ithama maruz kaldık. Üniversitemiz 30 bin kumanya dağıtmış, otelimizde 20 bin askeri sedye varmış gibi tamamen yalan pek çok bilgi basına servis edildi. O süreçte hakkımızda yayınlanan 50’ye yakın habere tekzip süreci başlattık. Davaları da hukuk müşavirliğimiz takip ediyor. Sürecin takipçisi olmayı sürdüreceğiz.

Ne oluyor burada bir gideyim bakayım dediniz mi, kendi gözlerinizle görme ihtiyacı hissettiniz mi?

Yok hayır gitmedim. Çok düzenli olarak bilgi geliyordu. Orada da Muharrem Yılmaz Bey’in dediği gibi, yaralı biri gelmiş evinize almayacak mısınız? 500 bin Suriyeliye kapımızı açmışız ülke olarak. O oluyor da bunda ne var? Teröristleri orada saklıyormuşuz gibi bir yakıştırmaya maruz kaldık ve bundan fevkalade üzüldük. Biz Gezi ve sonrası süreçte çok fazla üzerimize gelinse de cevap vermemeyi seçtik, devletimizle kavga etmek bize yakışmaz. Ama tabii ki biz itibarımızı 90 yılda bu güne getirdik ve kimseye de çiğnetmeyiz. Bu nedenle tüm yalan haberlere karşı yasal hakkımızı sonuna kadar koruyacağız.

POLİSE DE YARDIMCI OLMAYA ÇALIŞTIK

15 Haziran akşamı Divan Oteli adeta ateş hattında kaldığında hükümetten biri ya da Vali nezdinde bir girişiminiz oldu mu?

Hayır olmadı. Olaylar bittikten sonra zaten polisler uzun bir süre daha orada kaldılar. Onlara da yardımcı olmaya çalıştık.

Bu sizi rahatsız etti mi?

Hayır hiç rahatsız etmedi. Tabii bir de polisin psikolojisini de düşünmek lazım. Orada her ne kadar çok yanlış şey yapılmışsa da 17-18 saat zor şartlarda çalışan insanların psikolojisi de bir yerde bozulabilir. Onun için gerektiğinde polise de yardım etmek görevdir.

CHP ’NİN BAŞINA GETİRMEK BİZE Mİ KALDI

Büyük İstanbul sermayesi olarak aylardır toplantılar yapıp CHP’nin başına Mustafa Sarıgül’ü getirmeye mi çalışıyorsunuz?

Mustafa Sarıgül herhalde 25 senedir siyasetin içinde. Bize mi kaldı Mustafa Sarıgül’ü CHP’nin başına getirmek. Kendisi gayet başarılı Şişli Belediye Başkanlığı yaptı, şimdi de büyükşehir adayı. Yok efendim Kandilli’de, Çubuklu’da, Amerika’da toplantılar olmuş. Yok böyle bir şey.