Gazeteci Müjgan Halis sekiz yıl çalıştığı Sabah Gazetsi’nden atılma hikayesi ortaya çıktı.

Müjgan Halis, Derya Sazak gibi bugün kendilerini ‘baskı görmüş gazeteci’ olarak sunan isimlerin samimi olmadıklarını düşünüyor. Türkiye’de gazeteciliğin geldiği noktada şimdilerde mağdur rolü oynayanların pay sahibi olduğunu belirten Halis, “Bize ‘namusluyum’, ‘onurluyum’ masalları anlatmasınlar” diyor.

Berkant Gültekin / BirGün

Müjgan Halis Evrensel ve Radikal gazeteleri, Aktüel dergisi ve Kanal D televizyonunda çalışmış başarılı bir gazeteci. Halis, TESEV adına “İmam Hatip araştırması”, “Diyanet araştırması” ve “Başörtüsü araştırması” gibi araştırmalarda gazeteci olarak görev aldı.

“Batman’da Kadınlar Ölüyor” isimli ilk kitabı 2001 yılında Metis Yayınları’ndan, ikinci kitabı “Bu toprağın ötekileri” ise 2012 yılında Ayazi Yayınları’ndan çıktı. Şimdilerde serbest gazeteci olarak çalışan Müjgan Halis’in Sabah gazetesindeki işine, yaklaşık yedi ay önce son verildi.  Halis görev yaptığı sekiz yıl boyunca Sabah gazetesinde editörlük ve haftasonu eklerinde politika, kadın hakları, Kürtler, azınlıklar gibi alanlarda güncel röportaj ve söyleşiler yaptı. Deneyimli gazeteci Halis’le Sabah’tan ayrılma süreci, yaşadığı baskılar ve bugünlerde kendilerini “mağdur” olarak tanıtan gazetecilerle ilgili konuştuk…

»Sabah’tan ayrılış sürecinizi anlatabilir misiniz?

KCK’nin başına ilk kez bir kadının geçmesi üzerine bir söyleşi yapmak istedim. KCK’nin kadın lideri Bese Hozat’la uzun bir söyleşi gerçekleştirdim. O güne kadar Bese Hozat’ın Türkiye anaakımından bir gazeteye verdiği ilk röportajdı bu. Söyleşi talebimin KCK yönetimi tarafından kabul edildiğini, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak ilk duyduğunda oldukça coşkulu karşılamıştı.

Söyleşi de gazetecilik açısından iyi ve tarihsel olarak da doğru bir zamanda yapılmıştı. Öte yandan erkek sertliğinden uzak kadın kadına; ikimizin Dersimli olması nedeniyle kolay iletişim kurduğumuz bir söyleşi olmuştu.

Ancak gariptir bu söyleşi, Sabah gazetesi yönetimi tarafından birkaç hafta bekletildi. Yayınlandığında ise, o kadar ciddi bir sansüre uğramıştı ki, sanki konuşan Bese Hozat değil, AKP’li bir milletvekiliydi!

Sunumu dahi gazetecilik normlarından o kadar uzaktı ki, sanki ben oraya hiç gitmemişim gibi, yan yana fotoğraflarımız bile yayınlanmadı. Anti parantez belirteyim, yaklaşık 2 yıldır açık olan bir blogum vardı. Blogumda gazetede kısa olarak yayınlanan ya da yayınlanmayan haberlerimi uzun bir zamandır değerlendiriyordum. Bese Hozat ile gerçekleştirdiğim söyleşinin uzun halini de bloguma koydum. Hozat’ın söylediği şeyler önemliydi, heba olsun istemedim. Sabah’taki işime son verilme bahanesi olarak, söyleşinin sansürsüz halini bloğuma koymamı gösterdiler. Karar bana tebliğ edilirken de gazetenin 2 numaralı ismi, Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Metin Yüksel şunu açıklıkla söyledi: “Seninle ilgili çok uzun zamandır baskı altındaydık. Biz sana tahammül ediyorduk. Ama son bir damla bekliyorduk. Sen bu haberi yaparak bize bu fırsatı verdin”.

»Sabah, Kürt bir gazeteciyi kovarak çözüm sürecine müthiş bir katkı(!) sunmuş anlaşılan…

Aynen öyle! Çözüm süreci Sabah’ta bir Kürt gazetecinin kovulmasına yol açtı. Bana gösterilen gerekçe, gazetenin maddi olarak sağladığı imkânlarla yapılan röportajın, başka bir kaynakta yayınlanmasıydı. Ama samimiyetsizce ve yalandı. Çünkü ben daha önce de pek çok haberimi o blogda yayınladım ve sorun olmamıştı. Üstelik ben o blogdan para kazanmıyorum; ticari bir yönü yok, tamamen kişisel bir blog. Ki röportajı Sabah’ta çıktıktan sonra yayınladım. Daha önce yayınlanmamış haberlerimi bile koymuştum. Hatta orada çalışan pek çok gazetecinin şu an aktif blogları ve web siteleri var. Yani bana sunulan gerekçe tamamen yalandı.

ÖZEL HABER SEVMEYEN GENEL YAYIN YÖNETMENİ

»Gazetede genel işleyiş nasıldı?

Erdal Şafak sabahları işe geldiğinde, gazeteyi kafasında yapmış oluyordu. Çalışkan bir yöneticiydi; sabah erkenden bütün ajansları taramış olarak toplantıya girerdi. Tabii biz tanık olmadık ama Hükümet’ten de gerekli bilgilendirmeleri almış olurdu. Ancak tüm bu nedenlerle özel haberden nefret ederdi. Özel haberlerimiz aylarca, günlerce bekletilirdi. Özel haber yaptığı için tepki gören gazeteciler olarak çalıştık yıllarca Sabah’ta. Öyle ki, başka yerde yapılsa kıyamet koparacak özel haberlerimiz, defalarca zamana yenildi, bayatladı.

»Doğrudan bir baskı gördüğünüz oldu mu?

Benim eklerden ana gazeteye alınmam baskı nedeniyle oldu. Çünkü onlara göre çok sert işler yapıyordum. Bu haberler Aleviler, Kürtler, eşcinseller ve tüm “ötekilerle” ilgiliydi. Dürüst olmak gerekirse, AKP Hükümeti’nin ilk zamanlarda doğrudan bize yansıyan bir baskıya birebir şahit olmadım. Ancak ‘ustalık’ dönemiyle birlikte; Sevan Nişanyan’ın bir raporundan yola çıkarak Bitlis’in eski ismi (Norşin) ile ilgili bir haber hazırlamıştım. Bu haberden sonra “Madem bu kadar sert haberler yapıyor” diye düşünerek beni haber merkezine çekmişlerdi. Çünkü hafta sonu eklerini çiçek, böcek, lifestyle, moda ve kim kiminle gezmiş gibi konularla doldurmak istiyorlardı.

Beni haber merkezine geçiren isim de bizzat Berat Albayrak’ın kardeşi ve Çalık Holding’in Turkuvaz Medya Grubu’nun Başkanı Serhat Albayrak’tı.

‘BÖYLE MAĞDURİYETE GÜLÜNÜR’

»Bugünlerde Fatih Altaylı gibi insanlar da “Biz baskı gördük, mağdur olduk” diyorlar. Altaylı gibi genel yayın yönetmenleri gerçekten mağdur oldular mı?

Bu türden bir mağduriyete sadece gülebiliriz herhalde. Fatih Altaylı ile yaşadığımız bir şeyi anlatayım. Beni işe alan gazeteci Altaylı’ydı. Sabah gazetesi Ciner’deyken ben onun genel yayın yönetmenliğinde başladım Sabah’a. Gazetedeki ikinci yılımda zannediyorum, 2007 olabilir, Tekirdağ’ın Saray ilçesinde yapılan termik santrale ilişkin bir haber yaptım. Termik santral istemeyen köy halkıyla görüştüm. Trakya ağzını da kullanarak “Abe kızım ben termik ister miyim hiç?” başlığıyla yayınlamıştık haberi. Çok eğlenceli bir haber oldu. Ama sonradan öğrendim ki, ben o haber yüzünden az daha işten atılıyormuşum. Çünkü Turgay Ciner’in termik santral yatırımları varmış ve bizim de bunları bilmemiz gerekirmiş! Haber gazetede yayınlandıktan sonra, gazetenin yönetiminden bir kişinin “tamam benim haberim var” demesiyle kurtulmuşum ben. O kişi Fatih Altaylı değil tabi ki. Altaylı “Evet, atılabilir” diyen kişilerden biriydi.

‘DERYA SAZAK DÜKKANINI DOĞRU YERE AÇMAK İSTİYOR’

»Derya Sazak da bir kitap çıkardı. Bir genel yayın yönetmeni olarak son dönemde gördüğü baskıları anlatıyor. Sizce samimi mi?

Derya Sazak sanıyorum yelkenlisinin son taksitini ödedikten sonra bu kitabı yazmaya karar verdi. Hasan Cemal’i gönderen bir gazeteci o. Şunu anlamak güç; hem Türkiye’nin en iyi gazetecilerinden birini kovuyorsunuz hem de baskıdan şikayet ediyorsunuz. Cemal’i gerçekten koruyan bir kişi olsaydı, onunla birlikte onuruyla istifa ederdi. Biz mesela Derya Sazak kadar hiçbir zaman maaş almadık. Ben o röportajı bloguma işten atılmayı göze alarak koydum. İstesem koymayabilirdim. Hala Sabah’ta çalışıyor olabilirdim. O yüzden bize “namusluyum”, “onurluyum” masalları anlatmasınlar.

Bu insanlar bizim meslek büyüğümüz ama demek ki ‘onurlu istifa’ diye bir tabirin bizler tarafından hatırlatılması gerekiyor. Bizim pozisyonumuzda çalışan pek çok gazeteci, imzasını kirletmemek için, sansürü delmek için aç kalmayı bile göze alarak çekip giderken onlarca yıl korkunç paralar kazanıp, şimdi baskıdan bahsetmek sahiden gülünç.

»Peki hangi amaçla ‘Batsın böyle gazetecilik’ adında bir kitap yazmış olabilir?

Ben şöyle olduğunu tahmin ediyorum. Derya Sazak gibi insanlar, AKP’nin giderek güç yitirmesinden dolayı son dönemini yaşadığını düşünüyor olabilirler. Onlar yeni dükkanlarını daha doğru bir yere açmak için çabalıyorlar. Bunun adı gazetecilik namusu değil; tüccarlıktır, kan emiciliktir, esen rüzgara göre yön değiştirmektir.

Ne yapıyorlar bu adamlar? Medyaya yeni ne veriyorlar? Koltuklarına sıkı sıkıya sarılarak, genç gazetecilerin yetişmesinin önünde de engeller böyleleri. Her yeni gelen iktidardan faydalanma anlayışıyla gazetecilik yapıyorlar.

Mesleğe bizden daha önce başlamış olabilirler ama biz yaptığımız gazeteciliğin arkasındayız, eğer batacaksa onların yaptığı gazetecilik batsın, bizimki değil.