Mihri Belli’nin tekerlekli sandalyesi, numarası boyayla yazılı kapının önünde hâlâ. Sevim Belli’nin başkanı olduğu, Mihri Belli’nin son durağı Sosyalist Parti’den arkadaşları yalnız bırakmamışlar kendisini. Sohbetin ana konuğu cezaevleri günleri.

Küçük salonun bir köşesindeki çalışma masasının üzerindeki takvimde Mihri Belli’nin vefat ettiği Ağustos 16 ve cenazenin kaldırıldığı 18. gün işaretli. Raflarda aile fotoğrafları… En dikkat çekici fotoğraflardan biri, at binen Mihri Belli. “İnsan böyle at üstünde bir kurşunla ölmeli. Ölüm öyle gelmeli diye düşünüyordu ama zavallı bir hayli yattı” diyor Sevim Belli. “Ama güzel yaşadı. İnandıkları uğruna, boyun eğmeden...” deyince, “Evet de adı var kendi yok artık. Sağken ne kadar hasta olsa da Mihri Belli’nin kendisinden bahsediyorsunuz. Şimdi geçmişinden” diyor. Geçmişten bahsetmeye, Mihri Belli’nin eşinin gözlerinin içine baka baka öldüğü yatağı karşımızda, başlıyoruz sohbete.

Mihri Belli’yle 1953’te cezaevinde tanıştınız. 1956’da cezaevi müdürünün huzurunda evlendiniz. Böyle bir evlilik düşünmüş müydünüz?

Evlenmek hiç aklımdan geçmezdi. Başka bir türlüsünü de düşünmedim. Tahliye olduktan sonra, soyadlarımız aynı olmadığı için ziyaret yapamıyorduk, görüşemiyorduk. Siyasi mahkûmlar için özellikle sıkı davranılıyordu. Bu yüzden evlendik.

Cezaevinde birbirinize yazdığınız notlarla başlıyor ilişkiniz. Saklıyor musunuz o notları?

Bir ara duruyordu birkaçı. Ama o kadar çok yer değiştirdik ki, nereye saklayacaksınız? Bazen niyetleniyorum her tarafa bakayım belki birkaç mektup elime geçer diye ama yirmi yıldan fazla yurtdışındaydık. Birçok şey de imha edilmiş. Bir şey kaldığını zannetmiyorum. Zaten minicik bir kağıda yazıyorsunuz. Katlanıp katlanıp bir aralığa sokulacak, yerini belli etmeyecek incelikte olacak ki dikkat çekmesin. Bazen günde iki defa yazıyorduk. İş yok, güç yok. Kitapları yutar gibi okuyup bitiriyorsunuz. Her kitap da alınmıyor.

Not bırakırken yakalanmadınız mı hiç?

Bir gün bir pusula ele geçmiş. 1 Nisan günüydü, bir notumu bulmuşlar. Sonra ikinci bir pusula yazdım. Bir balık çizmiştim. 1 Nisan şakası için. Bunu da pusula sanmışlardı. Memur mal bulmuş gibi koşturmuş idareye... Millî Emniyet “Nasıl müsaade ediyorsunuz bunlara?” demiş de, sonradan milletvekili de olan Birinci Şube Müdürü Ahmet Topaloğlu “Mihri Belli’yle Sevim Tarı’dan daha akıllı memuru nerede bulayım da başlarına dikeyim” demiş.

O notlarda devrim aşkı mıydı söz konusu olan daha ziyade?

Mihri Belli herkese moral vermeyi kendisine görev edinmiş öyle gayretli biriydi. Herkese mesela “Yiğidin kalesine sığınmak” notunu gönderirdi. O demektir ki ağzını kapatacaksın, konuşmayacaksın. Benimle de bunu telkin etmek üzere temasa geçti. Altına da ‘16-2’ diye bir imza atmış. Bu sayıyı parola zannediyorum. “Nasıl olur da bilmem” diyorum, ağrıma gidiyor. Sonra sordum, “Kimsin?” dedim. Öğrendim ki alfabenin harfleri. 16. ve 2. harfler. Yani M.B., Mihri Belli. Öğrenince aptallığıma çok güldüm. 1952 Şubat’ında başladık, yılsonuna kadar yazıştık. Sonra siyasi konular bitiyor ve özel bir arkadaşlığa dönüyor. Önceleri sizli bizli yazıyoruz. Koskoca Mihri Belli’ye yazıyorum. Sonra “Boş ver sen şimdi sizleri bizleri” dedi.

‘Koskoca Mihri Belli’nin de etkisi olmuştur ilişkinin yön değiştirmesinde.

Etkili olmuştur... Biz dışarıdayken 1944-1945’te İleri Gençler Birliği davası vardı. Mihri Belli’nin davranışı, ser verip sır vermeyişi dillere destan. Biz de gözümüzde büyütüyoruz. Aklımdan geçmiyor bana ilgi duyacağı. Ama önemli olan, Mihri Belli çok esprilidir, zeki bir adamdır. Dostluk, arkadaşlık, insan olarak değer verme daha ağır basıyor benim için. Aşk meşk o kadar önemli değil gibi gelir çoğunlukla. Bir insanı sevdin mi zaten bağrına basıyorsun. O da sana özel bir ilgi duyuyorsa o aşk gibi bir şey oluyor işte!

Cezaevinde arkadaşlar arasında konuşuyor muydunuz bu ilişkiyi?

Behice hanım (Behice Boran) bilhassa söylemişti, “İyi cesaret, tanımadığınız bir insan…” demişti. Ben çok düşünmedim. İnsanlığa kendini adamış bir insan, kötü bir insan olamaz nasılsa. Bazı arkadaşlar “Hiç tanımıyorsun çirkin midir, yakışıklı mıdır” diyorlardı. Ben de “Türkçeyi bu kadar iyi bilen, bu kadar zeki, bu kadar fedakâr bir adam çirkin olamaz” derdim. Güzellik insanın bakışındadır, gülüşündedir, ifade güzelliğidir, dilindeki anlamdır.

Mihri Belli’yi ilk kez mahkemede gördüğünüzde nasıl buldunuz peki?

Yakışıklılığı dillere destanmış. “Sizin o yüzü yaralı hocanız” derdi falakacı komiser. Yunan Savaşı’nda yaralanmış. Çenesi ameliyatlı. Eski çenesi de biraz fazla mı büyüktü kim bilir, daha iyi olmuş belki de.

Röportaj öncesi sohbet ederken “Yunan Savaşı’na iyi ki gitti. Kadınları orada tanıdı” demiştiniz.

Kadınların fedakârlığını gördü. Annesi de çok fedakârdı ama anneler başkadır. Ailesindeki kadınlar da oturaklı kadınlar ama siyasetçi kadınları hapishanede ve de Yunanistan dağlarında öğrendi sanıyorum.

Siz işkence gördünüz mü?

Bedensel işkence görmedim. Babam Emniyet Müdürü’ydü. Ana tarafından ailem de İstanbul’un Karadeniz burjuvazi soyundan gelen büyük bir aile. Bilmiyorum etkisi olmuş mudur ama ailem çok arka çıkmış, ailenin bu kadar sahip çıkması önemli bir şeydir. Ben komünist olduğumu saklamadım. Fransa’da komünist partisi vardı zaten. Komünistlerin Fransız direnişinde yazdıkları efsaneler var... Paris’teyken babam vefat etmişti, ailemi görmeye gelmiştim. Yurtdışına çıkarken gözaltına alındım. Böyle şanssız bir durum.

Meşhur 1951 tevkifatı yaşanmasaydı Türkiye komünist hareketi farklı bir süreç yaşar mıydı sizce?

Anti-komünizmin ve anti-Sovyetizm’in dünyayı sardığı dönemdi. Ülkelerin kuzey-güney diye parçalandığı yıllar. Öyle ya da böyle ülkemizde de etkileri görülecekti. Üstelik ‘NATO’ camiasına katılmak, Amerikan yardımı almak gibi önemli(!) etkenler de var. Bir gelenek parçalandı.

Aynı davanın insanları olarak gizli bir yarış var mıydı aranızda?

Yoo. O liderimiz. Ama Mihri Belli kadın-erkek meselesinin ne demek olduğunu benden öğrenmiştir kısmen. O zamana kadar düşünmemiştir de zaten. Sürekli hapis yatmış. Gençlik maceralarından öyle doğru düzgün, ya da benim anladığım anlamda aşk yaşamamış. Ben daha ziyade millet okusun diye çeviri işine yöneldim. Durmadan çevirirdim. Bir de annelik var. Çocukları okula götürmek getirmek.Yemek var, içmek var...

“Bunları yapmayıp partide daha aktif çalışsam” demediniz mi?

Eylemin büyüğü küçüğü olmaz. Birbirini tamamlaması önemlidir. O zaman bir grubun sorumlusu olmak gerekecekti. Konumum dolayısıyla öyle bir şey yapmadım. Ezberler gibi öğreniyordum çeviri yaparken, güzeldi. Millete kitap gerekliydi. Hazır basmaya talip olanlar da varken!

Bir Mihri var sizde. Bir de Mihri Belli.

Siyasi kişiliğini söylerken ‘Mihri Belli’ diye söylüyorum. Ev arkadaşım olarak, çocuklarımızın babası olarak ‘Mihri’. O da benden bir kamarat, arkadaş olarak bahsederken ‘Sevim Belli’ derdi. Öyle resmiyet vardı. Örgüt arkadaşı olunca!…

Doktorluk hayatınızın neresinde?

İsveç’te, Cezayir’de doktorluk yaptım. Adam gibi doktorluk... Türk insanına daha fazla faydalı olmak isterdim ama suç benim değil, ihtisas yaptırmadılar bana. Anadolu’ya gitmek de olanaksızdı. Gözümün içine bakarken...

Mihri Belli’nin Arap Baharı’na dair ne düşündüğünü merak ediyorum. Konuşabiliyor muydunuz olanları?

Yok onları artık konuşamıyorduk. Madem aklıma geldi bir takdirimi daha söyleyeyim. Hastalığı boyunca üç yıla yakın hiçbir talepte bulunmadı. Ne bir kere of dedi, ne bir kere şuram ağrıyor, ne beni döndürün… Başka türlü bir adamdı.

Genç olsaydı Yunan İç Savaşı’na katıldığı gibi Arap Baharı için de katılır mıydı isyancılara dersiniz?

Arap Baharı’na gelinceye kadar... İleri Gençler Birliği’nden sürgüne gitmemiş, yurtdışına çıkmış. “Yunanistan’dan ihtiyaç var, gider misin?” demişler. Gitmiş. Bilmiyorum. Sadece sizin istikametiniz ve seçiminiz olmuyor. Olayların da belli bir ortam hazırlaması lazım.

Siz ne düşünüyorsunuz?

Gazeteler gerçeği yazıyorlar mı yazmıyorlar mı çok iyi bilmiyorum ama her şeye rağmen bir halkın kitlesel olarak ayaklanması önemli. Şimdi olmasa bile yarın öbür gün devrimci gelişmelere bir ortam hazırlayacaktır.

Sosyalist Parti’nin başkanısınız. Çalışmalar nasıl gidiyor?

Biraz ihmal ettik tabii. Arkadaşlar da çok üstüme varmadı. Mihri’nin başında bulunmak istiyordum. Gerçekten, gözümün içine bakarken, beklediğim gibi oldu ayrılışımız…

Mihri Belli artık yok. Ne hissediyor Sevim Belli?

Zaten bekliyorduk. Ama Mihri Belli’ye yakışmıyordu yatak. Eksik, istediğini ifade edemeyen… Gazetelere bakıp yorumda bulunmayan bir adam olmak yakışmıyordu. Tanıdığımız Mihri Belli olmaktan çıkmıştı. Bir bedeni yaşatmaya çalışıyordu organizma. Kader… İnsanın ömrünü dikkate alırsanız uzun yaşadı. Ama artık yok. Kendimi havada hissediyorum, yattığı yere baktıkça başımı çevirmek geliyor içimden. “Ne diyorsun?” diye sormak vardır ya, her gün o bana soruyor, ben ona soruyordum.

Öyle bir şey kalmadı artık. Alışmak zor. Alışamadan sıram gelecek herhalde.

Mihri Belli’nin vefatından sonra Engin Ardıç’ın yazısını okudunuz mu?

Okudum okudum. Fransa’daki oğlum aradı “Oku, bir cevap yaz” dedi. Ertesi gün “Yazma, değmez” dedi. Ben de öyle düşünüyordum. Mihri Belli ömrünce solu toparlamak için didindi.

Mihri Belli’nin ateist olduğunu biliyoruz sizin gibi. Kimisi cenazesinin camiden kaldırılmasına itiraz etti. Sizi rahatsız etti mi törenin camide olması?

Mihri, ülkemiz çalışanlarının, emekçilerinin uğurlandıkları gibi uğurlanmak isterdi. Büyüklerimiz, can dostlarımız da hep öyle gömüldü. Biz de öyle yaptık.