Mehmet Boran / Demokrat Haber

Son yıllarda Ak Parti’ye yönelik en etkili eleştirileri getiren isimlerden biri kuşkusuz Levent Gültekin. Televizyon programlarında söyledikleri, köşe yazılarındaki belirttikleri çok ilgi çekiyor. Fikirleriyle Ak Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın politikalarını sürekli köşeye sıkıştırıyor. Gültekin, Ak Parti ve Erdoğan’ı çok yakından tanıyor, biliyor, çünkü onların arasından geliyor.

Gazeteci yazar Levent Gültekin, Abdullah Öcalan'ın Kürt Sorunu'nun çözümünde Türkiye için bir şans olarak görülebileceğini ancak bir taraftan devlet, bir taraftan PKK tarafından etkisiz hale getirildiğini savunuyor.

En son Diken’de köşe yazan, ‘Şatafatlı Mağlubiyet’ kitabının yazarı Levent Gültekin ile gündeme dair öne çıkan konuları konuştuk..

“GEÇ KALMIŞ İTİRAZLAR”

Son zamanlarda, AKP’nin eski kadrolarından, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik gibi isimlerden, iktidarın politikalarına yönelik eleştiriler görmekteyiz. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?


Bu çıkışlar, geç kalmış itirazlar. Çünkü, Erdoğan kafasındaki Türkiye’yi neredeyse tamamlamak üzere. Ulaşmak istediği hedefe neredeyse varmak üzere. Bu arkadaşların yapmış olduğu itirazlar, işe yarayabilir, en azından Ak Parti tabanında, olup bitene dikkat çekmek açısından faydası dokunabilir fakat ne yazık ki dediğim gibi geç kalmış itirazlar.

Buradan büyük bir muhalefet, Türkiye’nin gidişatını durduracak bir etki çıkmasını beklemek de hayal olur. Sadece, bugün Ak Parti içerisinden olup da, Erdoğan’ın politikalarını eleştirenlerin elde edebileceği tek bir şey var; o da Erdoğan’ın varmak istediği noktayı biraz daha geciktirmek. Yani Başkanlık sistemi. Bu çıkışlarla Başkanlık sistemi engellenebilir mi? Pek zannetmiyorum.

“TÜRKİYELİLEŞMEK, BÜTÜN MEVZİLERİ BİRLEŞTİRMEK DEMEK”

Sürekli HDP’ye Türkiyelileşme çağrıları yapılıyor… Herkese hitap etmesi gereken, buna ihtiyacı olan tek parti HDP midir?


Hayır. Türkiye’de bütün kesimlerin Türkiyelileşmeye ihtiyacı var. Sadece siyasal hareketlerin değil, dini liderlerin, iş adamlarının, sanatçıların, ekonomistlerin… Herkesin Türkiyelileşmesi gerekiyor.

Türkiyelileşme ne demek? Kendi sorununu Türkiye’nin sorunu olarak görüp, Türkiye’nin iyileşmesi ile beraber o sorunu çözmek demek. Aynı zamanda bir problemi, Türkiye’nin ortak derdi haline getirmek demek.

Mesela bir iş adamının Türkiyelileşmesi ne demek? Bir inşaat yaparken, oradan sadece bir kazanç elde etmeyi düşünmek demek değildir. O inşaatla ülkenin mimarisine, yaşamına, konforuna nasıl bir katkı sağlayacağını hesaba katması gerekiyor ki, o iş adamına Türkiyelileşmiş iş adamı diyebilelim.

Partiler de böyledir. Toplumun bütününe hitap edecek bir dil, toplumun bütününe hitap edecek bir duyguyu ön plana koymaktır, Türkiyelileşmek. Ayrıca bu, davadan/ideolojiden vazgeçmek anlamına gelmez. Toplumun bütün kesimini, kendi ideolojinize, eksikliklerinize, sıkıntılarınıza ortak etmeniz anlamına gelmektedir. Bu daha sık Kürt sorunu için kullanılıyor. Kürtlerin bir kısmı bunu yumuşamak, davadan vazgeçmek olarak algılıyor. Hâlbuki tam tersi, ülke nüfusunun önemli bir kısmını Kürtlerin çektiği sıkıntıya ortak etme çabasıdır bu. Aynı zamanda toplumun farklı kesimlerinin derdine de ortak olma çabasıdır.

Eğer herkes bulunduğu mevzide bir mücadele, hak arama, özgürlük çabası içerisine girerse, tek tek mevzilerin bastırılması ve yok edilmesi çok daha kolaydır. Türkiyelileşmek demek, bütün mevzileri birleştirmek demektir.

AKP’nin de Türkiyelileşmeye ihtiyacı vardır. Çünkü mesele sadece başörtüsü sorunu değildi, bir özgürlük sorunuydu. AKP geldi, sadece başörtüsü sorununu çözdü; Alevilerin cemevi sorununu çözmedi…

MHP’nin Türklerden başka kimseye söyleyecek sözü yok. MHP’nin de Türkiyelileşmesi gerekiyor. Bütün hareketlerin/yapıların/örgütlerin Türkiyelileşmesi ve Türkiye’nin kazancını kendi kazancı gören bir yöntem geliştirmesi gerekiyor.

“ÖCALAN’I BİR TARAFTAN DEVLET, BİR TARAFTAN PKK ETKİSİZ HALE GETİRDİ”

PKK yöneticilerinden Duran Kalkan, “2016 baharı Kürt’ün baharı olacaktır” diyor. Bu açıklamalarla paralel olarak ileriye dönük süreci nasıl okuyorsunuz? Öcalan’ın sesine ihtiyaç olduğunu düşünüyor musunuz ve HDP’nin bu atmosferde pozisyonu nasıl şekillenir?


PKK liderlerinin aklını kaçırdığını düşünüyorum. 40 yıllık bir örgüte yakışmayacak, çocukça sözler, yöntemler, politikalar izliyorlar. Ben bunda Öcalan ile bağlarının koparılmış olmasını da ciddi bir etken olarak görüyorum. Kürtler için ne olursa, onların nezdinde bir bahar görülmüş olacak? Kürtlerin şehirleri yok oluyor, 7 Haziran’dan bu yana yüzlerce Kürt çocuğu ölmüş, onlarca ilçe, köy, kasaba yerle bir olmuş, binlerce insan evlerini terk etmiş… Daha birkaç gün önce Akdeniz’de feribotta kurtarılanlardan birkaçı Sur’dan göç etmiş, sadece evini değil ülkesini de terk ediyor. Neymiş, Kürt’ün baharı olacakmış… Neymiş Kürt’ün baharı? Ölüm mü?

Öcalan’ın sesine ihtiyaç var mı? Artık bir kıymeti kaldığını sanmıyorum. Öcalan’ı bir taraftan devlet, bir taraftan PKK etkisiz hale getirdi. Bu sorunun çözümü açısından Öcalan, Türkiye için bir şans olarak görülebilirdi, fakat ne yazık ki hem PKK’nın dağ kadrosu hem de devlet bu işi göz ardı edip, bence Öcalan’ın toplum üzerindeki etkisini sıfıra indirdiler. Bu saatten sonra Öcalan’dan gelecek bir ses ile işlerin normale döneceğini düşünmüyorum.

HDP kendisinden bekleneni ne yazık ki yapamadı. Bunda, birinci etken devlet. Çünkü devlet gizli engeller çıkardı; HDP’nin varlığını sürdürmesine alan/zemin bırakmadı. İkinci ve en önemli faktörlerden biri de, PKK’nın yeniden çatışmaya dönmüş olması. Ama HDP bundan çıkabilir mi? Zira, Türkiye’de devlet, eskiden beri kendisine ortak olma ihtimali olan ve rahatsız olduğu yapılara hep engeller koymuştur. Bu ilk defa değildir. Üstüne üstlük devletin engelleri, o hareketin hep büyümesine neden olmuştur. Erbakan’dan tutun da, Erdoğan’ın hapis cezası, siyaset yasağı örnekleri o aktörleri daha da büyütmekten başka bir şeye yaramamıştır.

Eğer PKK ve HDP tam da çatışmaların başladığı bir dönemde, özerklik talebiyle ortaya atılmamış olsaydı, HDP bu tıkanıklığı aşabilirdi. Ama cesur olmaları gerekiyordu, o cesareti ne yazık ki görmedik.

Yani Kürt siyasi hareketi dönüp PKK’ya, “artık yeter, biz varız” diyebilirdi. Demediler mi? “Dediler” diye itirazlar geliyor. Bir sözü hangi tonda, hangi sıklıkta ve hangi kararlılıkta söylediğiniz çok önemlidir. Ben, HDP’nin PKK ile ilişkisini kesmemesi gerektiğini söyleyenlerden biriyim. Ama bu ilişkisini kesmemesi, aynı zamanda sert ve kararlı tavır almasına engel değildi.

HDP hala bir şey yapabilir mi? Yapabilir. HDP’nin artık net, berrak ve cesur bir tutuma geçmesi gerekiyor. “Barış” diyor, “savaşa hayır” diyor fakat bunu çok düşük profilde ve hesaplı bir tarzda yürütüyor. Halbuki, PKK’dan daha çok sesinin çıkması lazım. Çünkü Kürt halkının önemli bir kesimi şiddete, “hayır” diyor. Buna PKK’ya destek verenler de dahil olmak üzere. Kürtlerin içerisinde şiddete yatkın duran %10, %90’ı rehin aldı. Bu, kabul edilebilir bir durum değil.

CHP’NİN VARLIĞI İLE YOKLUĞU ARASINDA BİR FARK GÖREMİYORUM”

Ana muhalefet partisi olarak CHP’nin çatışmalı süreçteki tutumunu ve politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?


CHP’nin politikası yok. CHP diye bir parti de yok ne yazık ki. Çünkü bir partinin varlığı, bir soruna çözüm üretici veyahut bir problemin oluşmasını engelleyici tavır takınmakla kendini belli eder. Biz, CHP’nin herhangi bir politikasını, herhangi bir sorunu çözücü yaklaşımını görmedik, herhangi bir sorunu önleyici tavrını da görmedik.

Yani CHP var diye, “Türkiye daha berbat olacakken, daha az oldu” diyecek durumda değiliz, ya da eğer CHP olmasaydı, “Türkiye, şöyle daha iyi olurdu veya aksine şöyle daha kötü olurdu” diyecek durumda da değiliz. Yani CHP, net ve berrak bir politikaya sahip değil. Çünkü hiçbir şeyden tam olmayıp, her kesimden bir miktar bünyesinde barındırarak bütün toplumu memnun edeceğini zannediyor. Bir politika sorunu yaşıyor.

İçlerinde mizani çıkışlar yapan birileri mutlaka vardır fakat biz birilerinin değil genel olarak partinin, gidişatı engelleyici bir politika üretmesini bekleriz. Özellikle bunu muhalefet partisinden bekleriz. Çünkü 130 tane milletvekili büyük bir güçtür. 14 yıldır bunu başaramadılar. O yüzden ben, CHP’nin varlığı ile yokluğu arasında bir fark göremiyorum. Gözümüzü kapatalım ve bir anlığına Türkiye’de CHP’nin olmadığını düşünelim; ne olur? Yanıtı bize zaten CHP’nin durumunu anlatıyor.

“YENİ TÜRKİYE BİR HUKUK DEVLETİ OLMAK ZORUNDA”

Sizce, Türkiye’yi daha iyi bir düzeye taşıyacak, buna en fazla katkı sunacak sistem; “Başkanlık” mıdır, “Özerklik” midir, yoksa mevcut sistem midir? Ek olarak yeni ve hiç kimseyi dışarda bırakmayacak şekilde demokratik bir anayasanın yapılabileceğine inanıyor musunuz?


Şu anda, Türkiye’nin yıkılışını izliyoruz. Mesele anayasa sorunu değil. Ülkenin ayakta kalıp kalmayacağı sürecindeyiz şu anda. O yüzden bir anayasanın çıkacağına ihtimal vermiyorum. Çünkü orada bir uzlaşma yok. Öyle bir demokratik kültür de yok.

Türkiye’nin sorunu bir devlet, bir toplum olma sorunu. Bu sorunu aşmadıktan sonra, Parlamenter sistem olsun, Başkanlık olsun, adına ne dersek diyelim fark etmez. Türkiye’nin önce değerleri olan, ortak bir amacı olan, ortak acısı olan bir topluma dönüşmesi gerekiyor. Toplum olmadan nasıl bir sistem olursa olsun işin yürüme ihtimali sıfır.

Önce sistem mi yoksa toplum mu derseniz, böyle bir açmaz her zaman vardır; elbette ki sistemi kuracak olan da her zaman toplumdur. Toplumun bilinç düzeyinin artmasıyla beraber ortaya bir sistemin çıkması gerekiyor.

Türkiye artık, bir ulus devletin, eski Türkiye’nin yıkım sürecini izliyor ve şimdi yeni bir Türkiye kurulacak. Yeni Türkiye, ortak değerleri olan, demokrat, eşitlikçi, saygılı, özgürlükçü, evrensel değerlerden güç alan bir hukuk devleti olmak zorunda. Bu gerçekleştikten sonra sistem, Başkanlık mı olmuş, Parlamenter mi olmuş bunun çok kıymeti harbiyesi olduğunu düşünmüyorum. Fakat bunların şu anda olma ihtimali yok. Şu anda Türkiye canını kurtarma derdinde. Canını kurtarma derdinde olan bir insana hangi elbisenin daha çok yakışacağını tartışmak, bence absürt bir tartışma olur.

“HERKESİN BİRLEŞİP DEMOKRASİ MÜCADELESİ VERMESİ LAZIM”

Türkiye’de kutuplaşmanın ulaştığı boyutları hepimiz biliyoruz. Sözün gücüne inanan bir insan olmanız hasebiyle, hem 4 partiye ortak bir mesaj niteliğinde hem de geleceğe ilişkin ne söylemek istersiniz?


Türkiye’nin tek bir sorunu var… Gerçek ve yüksek demokrasi sorunu. Kürt sorunu da, Alevi sorunu da, başörtüsü sorunu da, insana değer verme sorunu da, çevre sorunu da, bütün sorunların temelinde; yüksek standartlı gerçek bir demokrasinin olmamasıdır. Bu sorun açıkken, Alevilerin cemevi için, Kürtlerin Kürt halkının hakları için, başörtülülerin başörtüsü için, ayrı ayrı mevzilerde mücadele vermesi çok doğru bir yöntem değil. Eğer bir araya gelip, etnik kimliğimizden, inancımızdan, mezhebimizden bağımsız, bir demokrasi mücadelesi vermezsek bireysel ya da grupsal mevzilerden bir sonuç alamayız.

Herkesin birleşip demokrasi mücadelesi vermesi lazım ve o demokraside, herkesin kendi payına düşeni alacağını bilmesi gerekiyor. Bütünün huzuru, herkesin huzurudur. Her şeyden önce bir duygu birliğinin yaratılması gerekiyor. Türkiye herkesin ülkesi. Burada yaşayan ve, “buradan başka bir yerde yaşamam” diyen herkesin ülkesi. O yüzden herkes, kendi onuruyla, kimliğiyle, inancıyla, mezhebiyle, ideolojisiyle; özgür, demokrat ve insana yakışır bir hayat sürme hakkına sahip. Bize düşen bunu sağlamak, bunun için mücadele etmektir.

Mehmet Boran'ın blogu: mehmetboran.tumblr.com