"Bu suça ortak olmayacağız" başlıklı barış çağrısı bildirisine imza attıktan sonra önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından hedef gösterilen ardından da tutuklanan 4 akademisyen tahliye oldu.

Türkiye'de Hrant Dink gibi birçok gazeteci ve aydının ifadelerini açıkladığı için hedefi olduğu "Türk milletini ve devletini aşağılamak" suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanunu'nun 301. Maddesi'nden yargılanmaları sürecek olan akademisyenlerden Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Matematik Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kıvanç Ersoy, yaşadıkları sürece dair DİHA'nın sorularını yanıtladı.

'BARIŞ İKTİDARLAR İÇİN HER ZAMAN TEHLİKELİ BİR SÖZCÜKTÜ'

* Barış bildirisine imza attınız, ardından hedef gösterilip tutuklandınız? Barış iktidar için neden bu kadar tehlikeli görüldü? 

Barış iktidarlar için her zaman tehlikeli bir sözcüktü. Ama bunu açıktan dile getirme herhalde her iktidarın cüret ettiği bir şey değildi. Barış diyen insanlara "sözde akademisyenler", "vatan hainleri", "karanlıksınız karanlık" diye saldırıp hedef gösterilmesi ve hedef gösteren çevrelerin talimatıyla harekete geçen mütevelli heyetleri, rektörler, dekanlar, savcılar gördük. Herhalde görülmedik şey buydu. Bir demokratik ülkede basın açıklaması yapmak bir bildiri imzalamak haktır. Geri bulduğumuz 1982 Anayasası'nın 25'inci Maddesi bile bize "Herkes düşünce ve kanaatini açıklama hakkına sahiptir ve bu hiçbir şekilde yasaklanamaz" diyor. 

Hem bildiriye imza atıp basın açıklaması yaptığımız için konuşma yasağı uyguladılar hem de söyleme mecburiyeti koydular. "Sizce" diye başlayıp metnimizle alakası olmayan sorulara cevap vermemizi istediler. Fransız düşünür Laurent Bach, "Faşizm konuşma yasağı değil söyleme mecburiyetidir" der. Biz ne konuşma yasağını ne söyleme mecburiyetini tanımadık. 

'BARIŞ İÇİN YİNE OLSA YİNE SÖYLERİZ' 

* Tutuklanmanıza ve hedef gösterilmenize rağmen mahkemede savunmalarınızla da bildirinin arkasında durdunuz. Duruşmaya dair ne söylemek istersiniz?

Hiçbirimiz meslekten hukukçu değiliz ama herhalde hukukçu olduğunu düşündüğümüz kişilere de hukuk dersi verdik. 40 gün ödenen bir bedel çok önemli bir şey değil. İnsan sözünün doğru olduğuna inandığı zaman sonsuza kadar cezaevinde de kalsa bunun yükünü kendi üzerinizde hissetmezsiniz. Biz de o 40 günü büyük bir bedel olarak görmüyoruz. Tekrar tutuklanacağımızı bilsek barış için yine olsa yine söyleriz. O bedellerin daha ağırını da ödeyeceğimizi bilsek tavrımızdan geri durmayız dedik. Durmadık da o yüzden mutluyuz.

'DAYANIŞMA BARIŞ AÇISINDAN ÇOK UMUT VERİCİ'

* Peki, tutuklanmanızın ardından etrafınızda büyük bir dayanışma ağı örüldü. Bu dayanışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Umut verici bir durum. Dayanışma barış isteyen herkes için umut verici oldu. Hiçbir zaman yalnız olmadığını biliyorsun. Ezilenlerin gücü de buradan gelir. Egemenler her zaman daha güçlü başlarlar. Ama ezilenler daha kalabalıktır ve yan yana durdukları zaman durdurulamazlar. Artık o kadar kötü koşullarda yaşıyoruz ki cezaevine girdiğimiz zaman dayanışmaya sevinir olduk toplumsal olarak. Aslında keşke kimse düşüncelerinden dolayı cezaevine girmese de dayanışma harekete geçmek zorunda kalmasa. Ama o orada çok umut verici bir durumun başlangıcı oldu. Önce mektuplarımız verilmedi. Nedenini sorduk. Meğer mektup okuma komisyonu meşguliyetten zaman bulamamış çünkü ilk gün ikimize de 2 yüzer mektup gelmiş. Bir ay içinde 600'den fazla mektup aldık. Biraz daha cezaevinde kalsak "Barış için mektup okuyucular" diye bir grup örgütlenecekti herhalde. 

'ONLAR 301'DEN YARGILANMALI'

* Davaya dönecek olursak. Tahliye edildiniz ama 301'inci maddeden yargılanmak isteniliyorsunuz. Buna yorumunuz nedir? 

301'inci maddeyi ilk Hrant Dink'ten dolayı duymuştum. Dink'i kaybetmemize neden olan olaylar silsilesi onun 301'inci madde sanığı olarak hedef gösterilmesi ile başlamıştı. Dink'in yargılandığı maddeden yargılanmak benim için onurdur. 

Ama ortada böyle bir suç yok. Ortadaki metin itibariyle böyle bir suç da işlemedik. Tüm dünya halklarının kardeşliğinden yanayız. "Türklüğe hakaret" diye bir fiil yapacak kişiler değiliz. Biz hiçbir halka hakaret etmedik ama onlar tersinden bunu yapıyorlar. Aslında demokrasimizi lekeliyorlar. Bu anlamda Türkiye demokrasisine hakaret ettikleri için onların 301'den yargılanması lazım. 

Arkasında sonuna kadar durduğum bir tavır için orada durdum. O yüzden hangi maddeden yargılamış bizim için çok önemli değil. Önemli olan barış ve demokrasi isteyenler olarak büyük bir sınavdan geçiyorken payımıza düşen kısmı başarı ile hallettik. Keşke böyle sınavlara gerek olmasa. O yüzden içim rahat. 

'AKADEMİ İLK DEFA BU KADAR KİTLESEL BİR BARIŞ ÇAĞRISINA İMZA ATTI'

* Siz dört duvar arasından çıktınız. Peki, ya akademi etrafına örülü dört duvardan ne zaman kurtulacak?

Akademi genel olarak Türkiye'de belki de ilk defa bu kadar kitlesel bir barış çağrısına imza attı. Aslında egemenlerin, iktidarın tepkisini çeken de buydu. 2002 yılında akademik hayata girdim. O zamandan bu yana pek çok bildiriye imza attım. Hiçbiri bu kadar geniş bir destek kazanmamıştı. Üstelik bizim kampanyamız, Erdoğan'ın imza metnini hedef alan o tarihsel konuşmasından sonra imzacıların iki katına çıkmasıyla ayrı bir boyut kazandı. Bu akademinin görece korunaklı bölgelerinde söylenmiş cılız bir ses değildir. Herkes bu sese saldırıyorken, Sedat Peker'in "Kanlarıyla duş alacağız" dediği koşullarda imzacı sayısı 2212'ye çıktı. Bu çok önemli bir şeydi. O yüzden Türkiye akademisi bir barış sınavı verdi. Bunun geleceğe kalacak iyi bir miras olduğunu düşünüyorum. 

'ÖĞRENCİLERİM DESTEĞİNİ EKSİK ETMEDİ ONLARLA GURUR DUYUYORUM'

* Öğrencileriniz ve okulunuzdan 40 gündür ayrısınız. Ders başı ne zaman?

Bugün öğrencilerim beni okulda karşılamak istiyorlarmış. Beni okulda karşılayacaklar. Onlarla sohbet edeceğiz. Zaten öğrencilerimden çok destek mektupları aldım. Nöbetlere de hep geldiler. Onlara çok teşekkür ediyorum. Adliyede ilk ifademde de beni öğrencilerimden ayırmak haksızlıktır demiştim. O haksızlık 40 gün sonra da olsa geçici olarak son buldu. Ben de o yüzden mutluyum ve öğrencilerimle gurur duyuyorum.

* Peki, bundan sonra basın ve ifade özgürlüğü etrafında bu kuşatmaya karşı nasıl bir mücadele verilecek? 

Barış, demokrasi demeye devam edeceğiz. Aslında ifade özgürlüğü ya da demokrasi mücadelesi biraz da çitler göğüslenerek genişletilir. Aslında bir basın açıklaması yapmak büyük bir eylem değildir. Dünyanın her ülkesinde bu basit bir eylemdir. Ama Türkiye'de ne yazık ki en temel insan hakkı olan böyle şeyler bile çiğnendiği için biz 40 gün orada kaldık. Arkadaşlarımız işlerinden atıldılar. Bunlara rağmen korkmadan yılmadan aynı sözü söylemeye devam edersek, demokrasinin sınırları da olması gereken noktaya ulaşır. 

Bizimle dayanışma içinde olan, barış ve demokrasi mücadelesini sahiplenen herkese çok teşekkür ederim. 

Barış kazanacak son sözüm bu olsun.

(Kaynak: DİHA - Çağdaş Kaplan)