Röportaj: Uğur Şahin Umman

Fotoğraf: Fundanur Öztürk

Yurtsuz.net

Soma'da yaşanan katliam sonrası geride kalan kadınlar eş kaybı nedeni ile zor günler geçiriyor. Toplumcu Psikologlar İnisiyatifi üyeleri, yaşanan olaydan sonra yolunu Kınık'a çeviriyor ve orada ev tutuyor. Kınık'ta yaşayan, kaybı olan ya da olmayan kadınlar ile grup görüşmeleri yapmaya başlıyor. Psikologlar, kadınların sadece eş kaybı ile ilgili sıkıntı yaşamadıklarını, toplumsal baskıların, ailevi baskıların yoğunlaştığını, kadınlar sokağa çıktığı zaman dedikoduların türediğini kaydediyor.

Toplumcu Psikologlar İnisiyatifi'nden Arife Gökçeoğlu şunu vurguluyor: "Altını çizmemiz gerekir ki; bu kadınlar henüz çok genç. Çok erken yaşta evlenmişler. Birçoğu ailelerinin baskısından kurtulmak için çocuk yaşta evlenmiş. Bunun yanında birçok sosyokültürel sorun ile yüzleşiyorlar. Mesela, kayınvalide ile yaşamak zorunda kalıyorlar. Toplumsal cinsiyet rollerine dair sorunları var. Evde kısa kollu bir kıyafet ile duruyordu. Masanın üstünde duran siyah hırkayı gösterdi ve "Ben bu hırkayı giymeden dışarı bile çıkamam. Bir arkadaşıma veya köye annemi ziyarete gittiğimde bile laf ediyorlar, kayınvalidem ile birbirimize giriyoruz. Çevreden ‘Başka bir adam bulmak için dışarı çıkıyor’ gibisinden dedikodular yakıştırılıyor."

Toplumcu Psikologlar İnisiyatifi'nden Arife Gökçeoğlu ile kadın çalışma sürecini, grup görüşmelerini, maden katliamı sonrası Kınık'ta kadını, gösterilen insani tepkileri, semptom kavramını, eş kaybını ve iyileşme sürecini konuştuk.

Kınık’ta kadınlar ile ilgili çalışma süreciniz nasıl başladı?

Yaşanan maden katliamı sonrası, bu acıyı hisseden herkes gibi biz de dayanışma için bir şeyler yapmak istedik ve Soma'ya gittik. Soma’da yaklaşık bir ay süren bir gözlem sürecimiz oldu. Burada edindiğimiz izlenimle, çalışmalarımızın Kınık ve çevresinde daha etkili olacağını düşündük. Bölge halkı ile iç içe olup dayanışmayı güven ilişkisi içinde örebilmek için Kınık merkezde bir ev tutmaya karar verdik. Mahalleleri gezdik. Başsağlığına gittik, oradaki kahvehanelerde bulunduk, insanlar ile sohbet ettik. Geçtiğimiz Temmuz ayı başında ise bölge kadınları ile grup çalışmasına başladık.

Nasıl geçiyor çalışmalar? Neler yapıyorsunuz?

Kınıklı kadınların çoğu, aralarındaki akrabalık ilişkisi dolayısıyla birbirini tanıyordu zaten. Tanışık olsalar da, kendi aralarında iletişim kurmakta zorlanan kadınların iletişim yolunu geliştirmeyi hedefledik. İlk hafta, tanışma ve maden katliamına ilişkin duygu paylaşımının sağlandığı bir ilk buluşma gerçekleşti. Katliamı nasıl algıladıklarına ilişkin fikir sahibi olmak çalışmamızın yönü açısından önemliydi. Facia sonrası yaşamlarında ne gibi değişiklikler olduğunu, facianın sonuçları ile nasıl başa çıkabildiklerini anlamaya çalıştık.

Anladık ki, konuştuğumuz kadınların tamamı bu olayı bir kaza değil, katliam olarak değerlendiriyorlar. İhmal ve kâr hırsı yüzünden eşlerini kaybettiklerini biliyor. Çalışmamızı küçük bir grup ile sürdürmemize rağmen ev ziyaretlerinde, kahvelerde ve sokak sohbetlerimizde, Kınıklı kadınların ağırlıklı bir kısmının bu şekilde düşündüğünü fark ettik.

Maden faciası öncesine dair izlenimleriniz nedir?

Kınık'ta komşuluk ilişkileri ve dayanışma konusunda beklemediğimiz bir durumla karşılaştık. Kınık; Alevilerin yoğunlukta olduğu bir ilçe ve Alevi kadınların çok ciddi bir baskı yaşadığını gördük. Alevi kadınlar, bu baskının o bölgedeki yaşam biçimlerine içkin olduğunu ifade ettiler. Hatta kendilerini Sünni kadınlara oranla daha çok baskı altında hissettiklerini anlattılar bize. Giyim kuşam ile ilgili sorunlar yaşadıklarını gördük. Yas tutmak ile ilgili de geleneklerin baskıladığı bir sıkıntı var. Kınık bölgesindeki kadınların aktarımlarından öğrendiğimiz kadarıyla, Sünni toplumda yakınını kaybeden kadın, yas sürecinde dışarı çıkabiliyorken, Alevi toplumunda daha çok eve kapanıyor. Öyle ki, kadının evden dışarı çıkması dedikoduya yol açıyor. Ev ziyaretlerinde bunu gözlemledik. Özellikle kadın çalışmalarında katılımcı sayısının görece az olmasını da bu duruma bağlıyoruz. "Ben şimdi evden çıkıp size gelirsem, kim bilir arkamdan neler söylerler." tarzında kaygıları var. Aynı kadınlar bir yandan da, "Biz Kınık'ta değil İzmir'de Alevi olsaydık, yaşamımız böyle olmazdı." diyorlar.

Ev ziyaretlerimiz sırasında görüştüğümüz genç bir anne vardı. Kendini eve kapatmış durumda. Bu genç anneyi grup görüşmesine davet ettik. Evde kısa kollu bir kıyafet ile duruyordu. Masanın üstünde duran siyah hırkayı gösterdi ve "Ben bu hırkayı giymeden dışarı bile çıkamam. Bir arkadaşıma veya köye annemi ziyarete gittiğimde bile laf ediyorlar, kayınvalidem ile birbirimize giriyoruz. Çevreden ‘Başka bir adam bulmak için dışarı çıkıyor’ gibisinden dedikodular yakıştırılıyor." dedi. Katliam sonrası gelişen toplumsal tepkiye katılma isteği var, ama bir yandan da çocuğu büyümeden dışarı çıkma düşüncesi bile ona uzak geliyor.

OIay sonrası psikolojik hangi semptomlarla karşılaştınız?

Öncelikle sosyopolitik yönü bu kadar belirgin bir olaya yalnızca psikolojik bir dille yaklaşmayı doğru bulmadığımızı belirtmeliyiz. Semptom, tanı, terapi, rehabilitasyon gibi kavramları dikkatli kullanmaya çalışıyoruz. Ancak mesleki gözle baktığımızda gördüğümüz bazı insani tepkiler mevcut: Görüştüğümüz kadınların kimisinde depresyon belirtileri var; unutkanlık, sinirlilik, kilo kaybı, dikkat dağınıklığı gibi. Kadınlardan bazıları Soma'daki maden ile ilgili videolar izleyip olayın hatırasını yeniden yaşamak istiyor. Öte yandan, çocukları çok ciddi bir biçimde ihmal ettiklerini gözlemledik. Hatta çocuklarına fiziksel şiddet uyguluyorlar. Bu durumla ilgili bir kadın, tahammülünün çok azaldığını ve çocuğunu bu yüzden dövdüğünü söyledi. Bunun kötü bir şey olduğunun farkındalar ama engel olamadıklarını söylüyorlar. En iyi ihtimalle, aşırı korumacı bir yaklaşım gösterip dizlerinin dibinden ayırmıyorlar. Çocuk babayı, anne eşini kaybetmiş, ortada bir yas var, ancak bu çocukla anneyi birbirine yakınlaştıran değil, uzaklaştıran bir durum. Evde, mahallede, her yerde ölüm üzerine konuşuluyor ve çocuklar buna tanık oluyorken, anneler kendi çocuklarıyla ölüm üzerine konuşmaktan kaçınıyorlar.

Çalışmamızın başından bu yana neredeyse üç ay geçti ve ilk günden bu yana kadınların neler yaşadıklarına tanık olduk. Bir yandan yaralarını sarıp acılarını dindirmeye çalışırken, katliamda sorumluluğu olanların cezalandırılmadığını görmek onları bir çaresizliğe itiyor.

Adalet duygusuna olan güvenlerini kaybettikleri için kendileri ile ilgili bir plan yapmıyorlar. An itibariyle tek düşündükleri çocukları için yaşamak, onların eğitimlerini sürdürmelerini sağlamak ve babaları gibi madenci olmak zorunda kalmalarının önüne geçmek. Altını çizmemiz gerekir ki; bu kadınlar henüz çok genç. Çok erken yaşta evlenmişler. Birçoğu ailelerinin baskısından kurtulmak için çocuk yaşta evlenmiş. Bunun yanında birçok sosyokültürel sorun ile yüzleşiyorlar. Mesela, kayınvalide ile yaşamak zorunda kalıyorlar. Toplumsal cinsiyet rollerine dair sorunları var. Tek başına sokağa çıkamıyor. Anladığımız kadarıyla, bu tür sorunlar patlamadan önce de vardı. Ancak katliam sonrası hayata yeniden bağlanmalarını oldukça zorlaştıran bir etken oldu.

Yörenin kadınları, yalnızca sezonluk işlerde çalışabiliyorlar. Çevrede birkaç fabrika olduğunu, ancak çalışma koşullarının son derece ağır olduğunu öğrendik. Asgari ücretle, 16 saat sigortasız ve güvencesiz çalışmak zorunda kalıyorlar. Kadınlar kendileri ile ilgili iş olmadığından da yakınıyor. Erkekler açısından bakıldığında ise madencilik zorunlu tercih olarak sunulmuş. Madenci olmadan önce tarım işçisi olan erkekler, en azından hayatlarını idame ettirebilecekleri bir gelir ve sağlık güvencesi için madende çalışmaya başlamışlar.

Eş kaybının kadın psikolojisi üzerinde ne tür etkisi olur?

Geleneksel kalıpların egemen olduğu bölgelerde, kadınların üstlenmek zorunda kaldıkları iki tür rol vardır: Eş ve anne. Ancak eşlerini kaybettikten sonra geriye sadece anne kalır. Ayşe, Fatma olarak değil, Ayşe Anne, Fatma Anne olarak anılırlar. Eşlerini madende yitirdikten sonra hayatın kendileri için hiçbir önemi yok, artık yalnızca çocukları için yaşıyorlar. Kendi var oluşlarıyla bağlarını sadece çocukları üzerinden ilişkilendiriyorlar.

Grup çalışmaları nasıl geçiyor?  

Öncelikle şunu belirtelim, grubumuz yalnızca eşlerini kaybeden kadınlardan oluşmuyor. Çünkü bölgenin genelinde hissedilen bu olayın etkileri onlarla sınırlı değil. Yakın kaybı olan ancak eşini kaybetmemiş olan kadınlar da var. Kaldı ki Kınık’taki her ailede mutlaka bir yakın kaybı var.

Bunun yanında, bizi toplumsal yapının bütününe ilişkin yeniden düşünmeye zorlayan başka gözlemlerimiz de oldu. Öyle görünüyor ki, bizim toplumumuzun facialara ve afetlere verdiği tepkilerde bile sadaka zihniyetinin izlerine rastlamak mümkün. Burada tüm iyi niyetiyle yardım göndermek isteyen insanlarımızın çabalarını kast etmiyoruz elbette. Ancak bölgede öyle bir algı yaratılmış ki, kendi kaderini ancak başkalarının yardımına muhtaç halde gören, edilgen bir anlayış yerleştirilmeye çalışılıyor. Bu eğilim, yaşananlar karşısındaki öznel iradelerini geri plana itiyor ve kendilerini neredeyse birer yardım nesnesine dönüştürüyor. Altını çizmeye çalıştığımız, yardım alanların ve daha çok yardım alanların kendilerini, ama yalnızca kendilerini şanslı hissetmeleri. Ayrıca sözü edilen yardımlar merkezi olarak planlanmadığı için son derece eşitsiz dağılıyor ve kişiselleşiyor. Bu durum o kadar çarpık örnekler yaratıyor ki, madenci eşlerinden birinin kocasına "Keşke sen de ölseydin, bize de yardım ederlerdi" dediği söyleniyor.

Çalışmalarda ne gibi teknikler kullanıyorsunuz?

Kadın grubumuzda, ‘Psikodrama’ dediğimiz bir grup terapisi yöntemine ait tekniklerden yararlanıyoruz. Psikodrama, bireylerin yaşadıkları sorunların yeniden ele alınarak sorgulanması ve sahnelenmesi anlamına geliyor. Bu yöntemle, canlandırmalar yoluyla geçmiş veya şu andaki sorunlar ya da geleceğe dair kaygılar, beklentiler ele alınarak kişilerin başa çıkma becerisini kazanması sağlanmaya çalışıyoruz. Bu çalışmamızın psikolojik boyutu olduğu kadar, bölge kadınlarının dayanışmasını güçlendirip dış dünya ile ilişkilerini yeniden kurgulamalarını gözeten sosyal bir yanı da var. Bu iki boyutun birbirinden hiç de ayrıştırılamayacak kadar iç içe geçmiş olduğunu açık bir şekilde gözlemledik. Kadınların özgürleşmesi için ekonomik anlamda da güçlü olmaları gerekiyor. Bu nedenle kooperatif kurma gibi konularda da sohbet ediyoruz. Bizimle iletişimde olan ve çalışmamıza destek veren kadın dernekleri var, meslek odalarının kadın kolları var. Onların Kınıklı kadınlarla buluşması için aracı ve kolaylaştırıcı görevi üstlendiğimiz de oluyor. Çalışma sonrası, katılımcı kadınlarla yemek masasını birlikte hazırlayıp hep beraber yemek ve sohbet etmek de oradaki varlık nedenimizin bir parçası bizim için.

Burada altını çizmemiz gereken en önemli şey şu; oraya uzman kimliğimizle gitmiyoruz. Eşit ilişki kurmak, kadınlarla aramızda hiyerarşi yaratmamak, kendi kişisel deneyimlerimizi paylaşmak ve mesleki bilgilerimizi ihtiyaç hissettiğimizde kullanmak gibi bir yöntem izliyoruz. Biliyoruz ki, Kınık’taki kadınların yaşadığı sorunlar ülkemizdeki birçok kadının da sorunu. Bu ülkede gericileşme, her alanda kendini hissettiriyor. Bu da kendi kadınlık deneyimlerimizi paylaşmamız için bir ortaklık yaratıyor. Mesleki çalışmalarda genelde terapistler, gruba mesafeli durur, kişisel deneyimlerini paylaşmaz. Biz tam da bu yabancılaşmayı ve mesafeyi kırmaya çalışıyoruz. Başka bir psikoloji pratiği mümkün.

Nasıl bir iyileşme süreci ortaya koymak lazım?

Öncelikle, zedelenen, hatta parçalanan adalet duygusunun geri getirilmesi çok önemli. Katliamın gerçek sorumluları henüz yargılanmıyor olsa da, bugüne kadar açılmış davaların sonuçlandığını görmeleri gerekiyor. Gidenler geri gelmeyecek, ama adaletin bir ölçüde karşılık bulduğunu hissetmeye ihtiyaçları var. Ne var ki bu, bizi de aşan dinamikler var. İyileşme direnmeyle, toplumsal yaşama katılmayla, bir arada kalmayla, dayanışmayla sağlanabilir. Bu pencereden bakınca bizler de Kınık’a iyileşmeye gidiyoruz.