Muzaffer Demirsoy / Demokrat Haber

İnsan Hakları ve özgürlük mücadelesi veren sivil toplum örgütleri ile tanışmaya, konuşmaya devam ediyorum. 12. söyleşimizde konuklarım Kadının İnsan Hakları - Yeni Çözümler Derneği’nden Savunuculuk Koordinatörü Yeşim Erkan ve Savunuculuk Sorumlusu Berfu Şeker

Sizleri tanıyarak başlayalım. Derneğinizin kuruluşundan ve çalışmalarından bahsedebilir misiniz?

Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği (KİH-YÇ), ulusal ve uluslararası alanlarda kadının insan haklarını, eşitliği ve her alanda ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını geliştirmeyi amaçlayan bağımsız bir sivil toplum kuruluşu. 1993 yılında kurulduğundan bu yana, düzenli olarak yürüttüğü aktivizm, savunuculuk ve ağ kurma çalışmalarıyla KİH-YÇ çeşitli yasal reformlara, Türkiye’de kadınların hak bilincine ve haklarının uygulanmasına, Müslüman toplumlarda cinsel ve bedensel hakların gelişmesine ve Birleşmiş Milletler (BM) düzeyinde kadının insan haklarının ilerlemesine katkı sağlamıştır. KİH-YÇ, kadınların haklarını hayata geçirebilmeleri, eşit ve özgür bireyler olarak yaşamaları ve toplumsal dönüşüme katkıda bulunmalarını sağlamak amacıyla yürüttüğü savunuculuk çalışmalarının yanı sıra, başta KİHEP (Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı) olmak üzere birçok eğitim programını yürütmekte, feminist bilgi ve stratejilerin geliştirilmesine ve yaygınlaştırılmasına katkıda bulunmakta.

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlar için önemi nedir? İstanbul Sözleşmesi zaman zaman bazı medya organları tarafından hedef alınan bir sözleşme. Bu konudaki yorumunuz nedir?

Kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve son olarak, kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesi sözleşmenin dayandığı dört temel ilkeyi oluşturuyor. Sözleşme kadına yönelik şiddete karşı insan hakları temelli bir anlayışa sahip. Temelde kadınların korkmadan, güven içerisinde, şiddetten uzak ve ayrımcılığa uğramadan yaşamasının güvencesi. Sözleşme kadına yönelik şiddet ve hane içi şiddeti engellerken aslında amaçlananın kadına yönelik şiddetle yaratılan döngüsel etkiyi (kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hem sonucu hem de kaynağı olmasını) kırmak ve kadınlarla erkekler arasında anlamlı bir eşitliğe ulaşmak olduğunu ortaya koyuyor. Bu yönüyle sözleşme hem kadına yönelik şiddeti, hem de toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti ele alıyor olması açısından çok önemli.

Erkek egemen sistemden çıkarı olan, kadınların haklarına karşı olan, kadın düşmanı çevreler bu taleplerde bulunuyorlar, kadın haklarını hedef alan örgütlü bir kampanya yürüttüklerini söyleyebiliriz. İstanbul Sözleşmesi ile ilgili inanılmaz bir çarpıtma var ve kadın düşmanı bu gruplar toplumda yanlış bir algı yaratmaya çalışıyor. İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkan bu grupların söylemlerine baktığımızda kadınları şiddetten koruyan İstanbul Sözleşmesi’nin yanı sıra 6284 sayılı şiddet yasasına, kadınların nafaka hakkına, kadınların boşanma hakkı, miras, mal rejimi gibi ekonomik haklarına saldırının yanı sıra LGBTİ+’ların en temel haklarına da saldırdığını görüyoruz. Temelde insan haklarına karşılar ve hegemonik erkek kimliğinin dışında kalan tüm kimliklerin bu hegemonik kimliğe biat etmesini bekliyorlar. Dolayısıyla tüm bu bahsettiğimiz mekanizmalara ve yasalara karşı çıkıyorlar.

Türkiye’de kadın haklarının gelişimi ile ilgili genel olarak ne söylemek istersiniz ? Nafakanın kaldırılması konuşuluyor ve bir “mağdur baba” söylemi yaratılıyor, İstanbul Sözleşmesi’ni bazı kesimler hedef haline getirmeye çalışıyor, kadın hukukçuların kadın haklarına yeterince ilgili olmadıkları tartışılıyor. Kadın haklarında bugün Türkiye bir gerileme kaydetme eğiliminde mi? Kadın haklarında Türkiye yeterince etkili ve hızlı adım atabiliyor mu?

Kadın hareketi, Türkiye’de kadınların haklarının yasalarla güvence altına alınması yönünde çok ciddi yol kat etti. 2001 yılında kadın hareketinin yoğun çalışmaları sonucu aileyi kadın ile erkek arasındaki eşitlik temelinde tanımlayan Medeni Kanun reformu yapıldı. 2004 yılında kadın hareketinin yürüttüğü kampanya neticesinde Türk Ceza Kanunu reformu gerçekleşti ve kadınların cinsel ve bedensel hakları yasal güvence altına alındı. 2011’de Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı oldu. 2012 yılında yine kadın hareketinin çabalarıyla İstanbul Sözleşmesi’ni referans alan 6284 sayılı kanunun yürürlüğe girmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından çok önemli kazanımlar.

Ancak uzun yıllardır tüm bu kazanımlara yönelik ciddi saldırılar ile karşı karşıyayız. 2016 yılında yayınlanan TBMM Boşanma Komisyonu raporu bu anlamda önemli bir dönüm noktası. Hükümetin kadınların kazanılmış haklarına karşı atmayı planladığı adımları özetleyen bir eylem planı niteliğinde. Çocuk istismarına af getirme, kadının miras hakkını elinden alma, boşanma hakkını engelleme, nafaka hakkına erişimi ortadan kaldırmaya yönelik girişimler ile mücadele ediyoruz.

Son 1,5 yıldır, erkeklerin nafaka üzerinden mağdur edildiğini iddia eden “mağdur babalar, aile meclisleri” gibi oluşumlar yasanın değiştirilmesi için kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar. Hükümetin de bu talepleri karşılıksız bırakmayacağına dair açıklamalar yaptığına tanık oluyoruz. Oysa nafaka konusundaki asıl mağduriyeti kadınlar yaşıyor. 197 kadın örgütünün üyesi olduğu Nafaka Hakkı Kadın Platformu’nun yürüttüğü kampanya nafaka konusunda kadınların deneyimlerini verilerle destekleyerek kamuoyu ve karar vericiler ile paylaşıyor. Uydurma verilerle, çarpıtma hikayelerle kadınların nafaka hakkını ve tüm haklarını gasp etmek isteyenlere karşı kamuoyunun bu meseleye sahip çıktığını göstermesi açısından yürüttüğümüz ve doğru bilgileri aktararak “Kadınların Nafaka Hakkına Dokunmayın” çağrısında bulunduğumuz bir imza kampanyası da var. Kadın, erkek herkesi nafakahakkinadokunma.com adresinden imza kampanyasına destek olmaya çağırıyoruz.

Geçtiğimiz ay kabul edilen infaz paketine bakalım mesela. Koronavirüs önlemleri kapsamında evde kalmanın kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+’lar için yarattığı şiddet sarmalı zaten ortada. Bu yetmezmiş gibi İnfaz yasası ile Koronavirüs nedeniyle “izin” adı altında cinsel saldırı, çocuğun cinsel istismarı ve kadına yönelik şiddet suçlarının faili olan binlerce erkeğin salıverilmesi. Hem de hiçbir önleyici koruyucu tedbir almadan!

Bugün, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda bir siyasi irade ve kararlılık yok maalesef. Kadınları ücretsiz ev içi emek ve bakım emeğinin tek ve asıl sorumlusu ilan eden, kadınları aile kurumunun içine hapseden, eş ve anne olarak tanıyan bir anlayış hakim. Bu nedenle üretilen politikalar da kadınları toplumsal alanlarda güçlendirmeyi hedeflemiyor.

Kadınların her alanda var olması ve psikolojik, cinsel, fiziksel şiddet görmeden hür bir yaşam sürebilmesi için hükümetten/yasama organından/yerel yönetimlerden beklentileriniz neler ?

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması devletin sorumluluğudur. Devlet, hem yasal hem de fiili eşitliği sağlayacak bütüncül politikaları benimsemeli ve hayata geçirmeli.

Talebimiz, kadın haklarının korunması için partiler üstü siyasi bir anlayışın benimsenmesi. Yasalar kadın hakları bakımından yeterli. Kadın haklarını güvence altına alan yasaların olduğu gibi korunması gerektiğini düşünüyoruz.

Ancak yasaların uygulanması konusundaki eksikliklerin giderilmesi, mekanizma ve kurumların iyileştirilmesi yönünde adımlar atılması gerektiğini düşünüyoruz. Kadınlar ekonomik olarak nasıl sorun yaşıyorlar, kadınların istihdama katılımı nasıl artırılabilir, kadına yönelik şiddet nasıl önlenir, kadınlar toplumsal hayata katılabiliyor mu, katılamıyorlarsa sebepleri neler? Bu sorulara bakıp, bütüncül politikalar geliştirilmesini ve uygulanmasını bekliyoruz. Bağımsız kadın örgütleri olarak yıllardır biriktirdiğimiz deneyimi ve sahadaki bilgiyi paylaşmaya ve politika oluşturma süreçlerine katkı sunmaya da hazırız.