Muzaffer Demirsoy / Demokrat Haber

Hak ve özgürlük mücadelesi veren dezavantajlı kesimlerle “Konuşacaklarımız Var” söyleşilerimiz devam ediyor.

150 yılı aşkın süredir bu topraklarda yaşayan, Osmanlı tarihinde önemli yeri olan Çerkes halkının Anadolu’ya gelişi modern tarihin en büyük kitlesel sürgünü sonucu gerçekleşti. 19. yüzyılda, özellikle 1864 yılında yoğunlaşan Kuzey Kafkasya halklarının katli ve Osmanlı topraklarına yönelik zorunlu göçleri sonucunda büyük bir Çerkes nüfusu Osmanlı topraklarına yerleştirildi. Çerkesler, 21 Mayıs gününü soykırımı ve sürgünü anma amacıyla ulusal yas günü ilan ettiler. Çerkes tarihini ve acılarla dolu sürgünü 156. yılında İstanbul Çerkes Derneği Başkanı Vahip Küçükyedek ile konuştuk…

Birçok Kafkas halkı var, Adigeler, Abhazlar, Çeçenler... O nedenle Çerkes tanımıyla başlayalım. Kimlere Çerkes denir?

Devleti olmayan halkların kendilerini tanımlamalarında çeşitli sorunlar yaşanır. Örneğin Türkiye’de yaşayan Zaza’ların önemli bir bölümü kendilerini Kürt olarak kabul etmiyor. Ama Kürt’ler ve Türk’ler onları Kürt olarak tanımlıyor. Zazaların bir bölümü de kendini Kürt olarak tanımlıyor. Buna benzer sorunlar Kuzey Kafkasya coğrafyasında ve Çerkesler arasında da var.

Büyük sürgünden önce Karadeniz’den Hazar’a kadar Kuzey Kafkasya coğrafyasının %80’inini nüfus ve alan olarak Adige-Çerkes’ler oluşturuyordu. Abhazlar, Osetler, Çeçenler, Dağıstanlılar, Karaçaylılar Çerkesya’nın bir ili gibiydiler. Türkiye’de yaşayan herkese nasıl önce Türk sonrada Kürt, Laz Çerkes deniyorsa öyleydi.

Büyük sürgünde Osmanlı Devleti’ne Kuzey Kafkasya’dan gelenlerin hepsine birden Çerakise (Çerkes) denildi. Bu yakın zamana kadar Kuzey Kafkasya sürgünleri arasında “Ben Çerkesim ama Adigeyim”, “Ben Çerkesim ama Abhaza’yım”, “Ben Çerkesim ama Osetim” deniyordu.

Büyük sürgünde Kuzey Kafkasya’daki ana nüfus gövdesini oluşturan Adige-Çerkeslerin neredeyse %95’i sürüldü. Diğer halklardan da kısmi sürgünler olduysa da ana nüfus gövdelerini koruyabildiler. Bin kilometreye yaklaşan Karadeniz Hazar arasındaki alanlara Rusları ve Kazakları yerleştirdiler. Kuzey Kafkasya halkları bu yerleşimler arasında adacıklar halinde kaldılar. Sosyalist Rusya döneminde farklı özerk cumhuriyetler oluşturularak ayrı uluslaşmalar meydana getirildi. Adige-Çerkeslerin üç ayrı özerk cumhuriyeti oluşturuldu: Adige Özerk Cumhuriyeti, Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti, Kabartay-Balkar Özerk Cumhuriyeti. Çeçenistan, Dağıstan, Osetya ve Abhazya da özerk cumhuriyetlerin de ayrı uluslaşma yoluna sokuldular.

2000 yılından sonra anavatandaki bu durum Türkiye’ye yansıdı. Farklı Kuzey Kafkasya Halkları ayrı örgütlenmeler meydana getirdiler.

Biz tarihçi General İsmail Berkok’un “Her Adige Çerkestir, fakat her Çerkes Adige değildir” sözünü esas alıyoruz. Kendini Çerkes kabul eden tüm Kuzey Kafkasya Halklarını Çerkes kabul ediyoruz. Kendini farklı tanımlayanlara da saygı duyuyoruz.

Bugün Kafkas halklarının yarısından fazlası Türkiye’de yaşıyor. Kafkas halklarının zorunlu göçünden ve Türkiye’ye gelişinden bahsedebilir misiniz ?

Rusya’nın emperyal bir imparatorluk olabilmesi için denizlere açılmayı bir politika olarak benimsemesinden sonra, Karadeniz kıyısında 400 kilometrelik sahili olan Çerkesya işgal edilecek ülkelerin başına konuyordu.

Çar 1. Petro 1722 yılında İran’a düzenlediği seferden zaferle döndü. Bu savaştan sonra yapılan Petersburg anlaşmasında İran’a bağlı bulunan Dağıstan ve Çeçenistan Rusya’ya bırakılıyordu.

1768-1774 Osmanlı Rus savaşı sonunda Güney Dobruca’daki Küçük Kaynarca kasabasında imzalanan anlaşmada, Orta-Kuzey Kafkasya’da Osmanlı Devleti ile Rusya arasında tarafsız bölge olan Kabardiys Rusya’ya ilhak edildi.

1828-1829 Osmanlı-Rus savaşı sonrası yapılan Edirne anlaşmasında Osmanlı Devleti Çerkesya üzerindeki tüm haklarını, bu arada Kuban Irmağı ile Bzıb Irmağı arasındaki Karadeniz Kıyı kontrolünü Rusya’ya devretti. Çerkesya’daki Anapa ve Sucuk-kale(şimdiki Novorosisk) limanları dışında Poti Limanı ve Ahılkelek de Rusya’ya bırakıldı.

Son derece planlı bir biçimde, dönemin büyük devletleri ile yaptığı anlaşmalarla Kafkasya’nın tapusunu ele geçiren Rusya, kendisini hiç de kolay ele geçiremedi. Büyük askeri güçleri ele geçirerek, adeta Kuzey Kafkasya coğrafyasını metre metre kazıyarak, yeni kaleler inşa ederek çok kanlı ve acımasız bir biçimde 150 yılda ele geçirebildi. Bu ele geçirme ve ilhak savaşı tam bir soykırımdı.

Rusya’ya çok fazla asker, zaman ve para kaybettiren Kuzey Kafkasya coğrafyasının ana nüfus gövdesini oluşturan Çerkeslerin, o bölgede yaşamaya devam etmesi, Rusya’nın egemenliğini zorlaştıracak ve mümkün kılmayacaktı. Onun için Rusya’nın devlet aklı Çerkeslerin Kuzey Kafkasya’dan kazınarak sürülmesi kararına vardı.

1864 yılından önce ve sonra Büyük Çerkes Sürgünü Karadeniz limanlarına kırık dökük gemilerle başladı. Bir buçuk milyon civarında Çerkes Trabzon, Samsun, İnebolu limanlarına çıkarılarak Anadolu’nun iç bölgelerine gönderildi. İki yüz elli bin kadarı da Varna ve Köstence limanlarına çıkarılarak Balkan coğrafyasına dağıtıldı. 93 harbi sonrası imzalanan Berlin anlaşmasına konan bir madde ile, büyük sürgünden 15 yıl sonra Anadolu içlerine ve Ortadoğu’ya uzanan yeni bir sürgün başladı.

Çerkesler 21 Mayıs 1864 tarihini Çerkes sürgünü ve soykırımı anma günü olarak kabul ediyorlar. Rusya federasyonu Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerkhov yakın tarihli bir röportajında Çerkes soykırımı İçin “efsane” dedi ve gerçek olmadığını savundu. Çerkes soykırımı ile ilgili tarihi belgeler var mı?

21 Mayıs Çerkesler için soykırım ve sürgünün simge günüdür. 21 Mayıs 1864’te Ruslar Krasnaya Polyana -Kızıl Çayır’da zafer ilan edip askerlerini takdis ediyorlardı. Onların zafer ilan ettikleri günü Çerkesler yaptıkları anma toplantıları ve protestolarla adeta bir yeniden doğuş günü yaptılar.

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Yerkhov bir Rus devlet görevlisidir. Soykırım suçunu işlemiş devletler, işlemiş oldukları suçun büyüklüğünü bildikleri için, bunu sonuna kadar inkar yoluna giderler. Rusya’nın memuru olan Yerkhov da bunu yapmıştır.

Bizler Türkiye ve Ortadoğu ‘da yaşayan Çerkesler olarak efsane değil gerçeğiz. Soykırım ve sürgün gerçeğinin sonucu olarak anavatanımızdan ayrı yaşamak zorunda bırakılmış Çerkesleriz. Soykırım ve sürgünün sonucuyuz.

Osmanlı arşivleri, Rus arşivleri, İngiliz arşivleri, Gürcistan arşivleri Çerkes soykırımının belgeleri ile doludur. Çerkes soykırımı ile ilgili birçok yazı ve makale mevcuttur. Bu konudaki en önemli eser Walter Richmond’un “Çerkes Soykırımı” isimli kitabıdır. Erdoğan Boz’un çevirisiyle Koyu Siyah yayınlarından çıkmıştır.

Çerkes Soykırımının ve sürgününün medyaya yansıması ve tartışılması çok ileri tarihlerde gerçekleşti. Çerkesler sürgünü ve soykırımı duyurmakta biraz geç kaldı diyebilir miyiz?

Üzerinden 156 yıl geçmiş bu acı olayın duyurulabilmesinde son derece geç kalındığı doğrudur. Rusya’nın ve Türkiye’nin totaliter yönetimleri bu konu ile ilgili olarak harekete geçilmesinin önündeki en büyük engeldi. Türkiye’nin girdiği Avrupa Birliği süreci gereği etnik kimliklerin kullanılabilmesinin önündeki cezai engeller kalkınca Çerkes soykırımının gündeme getirilmesinin önü açılmıştır.2014 yılında, soykırımın 150.yılında düzenlenen Soçi Olimpiyatları da Çerkes Soykırımının gündeme getirilmesinde önemli bir etken olmuştur.

Çerkes Soykırımını tanıyan ülkeler var mı? Türkiye’nin Çerkes Soykırımını tanıması ile ilgili bir girişiminiz oldu mu? Oldu ise nasıl bir tepki aldınız?

Çerkes soykırımını tanıyan tek ülke Gürcistan’dır. Gürcistan Parlamentosu Çerkes soykırımını kabul etmiş ve Gürcistan’ın Anaklia kentinde bir Çerkes soykırımı anıtı açmıştır. Sovyetler Birliğinden ayrılmış Baltık ülkeleri parlamentolarına yapılan başvurulardan bir sonuç alınamamıştır.

Türkiye’nin Çerkes soykırımını tanıması için TBMM Başkanlığına bu yıl resmî başvuru yapılmış ve TBMM Başkanı Mustafa Şentop ile bir görüşme yapılmıştır. TBMM Başkanı dilekçemizi Meclis insan hakları komisyonuna sevk etmiştir.

Ancak soykırım kelimesinden korkan Türkiye Meclisinin böyle bir kararı alabileceğini düşünmüyoruz.

Çerkeslerin Türkiye’den beklentileri neler? Çerkeslerin Rusya’dan beklentileri var mı?

Öncelikle Çerkeslerin meselesi de bir demokrasi ve demokratikleşme meselesidir. Bu ülkede yaşayan tüm etnik toplulukların dillerinin, kültürlerinin, müziklerinin, yemeklerinin, danslarının bir tehlike olarak değil, bir zenginlik olarak görülmesi ülkemizi demokratikleştirirken aynı zamanda zenginleştirir.

Bu güne kadar uygulanmış asimilasyon politikalarından vazgeçilerek, devletin finanse ettiği Çerkesce televizyon, Anadil eğitimi istiyoruz, Çerkes Kültür Merkezlerinin finansmanının devlet tarafından sağlanmasını bekliyoruz. İkinci vatanımız olarak kabul ettiğimiz Türkiye’den Çerkes soykırımını tanımasını bekliyoruz.

Bazı Çerkes kurumları ve kişiler Rusya’dan çifte vatandaşlık, serbest seyahat hakkı, dönüş hakkı, öğrencilere burs gibi kozmetik taleplerde bulunuyorlar. Çerkeslerin ve federasyonumuzun talebi Rusya’nın Çerkes soykırımını tanıması, başımıza getirdiği büyük felaket için ve bu güne kadar kullandığı topraklarımız için tazminat ödemesi ve topraklarımızı iade etmesidir.