Yazar-aktivist Kürşad Kızıltuğ ile toplumsal cinsiyeti, erkekliği, anarşizmi ve şiddet konularını konuştum. Hızımızı alamadık ve ortaya çok uzun bir söyleşi çıktı. Söyleşinin daha iyi anlaşılması ve üstüne düşünülebilmesi açısından iki parça halinde yayınlama kararı aldık. Fazla uzatmadan söyleşinin ilk parçasına bağlanalım…

 


İlker Cihan Biner

 

İlker Cihan Biner: Toplumsal cinsiyet, ataerkillik ve heteroseksizm konularıyla ve bu alanda yürütülen aktivist girişimlerle (daha önce biz erkek değiliz inisiyatifi’nde, şimdi “rahatsız erkekler” isimli blog yoluyla) ve bunun yanı sıra lgbtt hareketleriyle ilgilisin. Bu alandaki literatürü takip ediyorsun. Ataerkillik, cinsiyetçilik ve heteroseksizm karşıtı bir erkek politik girişimi, hali hazırda muhalif çevrelerde ne kadar karşılık bulabiliyor?

Kürşad Kızıltuğ: Erkekler tarafından geliştirilmiş cinsiyetçilik ve heteroseksizm karşıtı apaçık bir politikayı radikal sol içinde –dünyada da– benimsemiş görünen pek fazla kimse bulamayız. Hemen hemen her radikal / devrimci toplumsal teorinin ve politikanın en temel zayıf noktalarından birisini bu oluşturuyor. Bu alan radikal solun içerisinde yer alan erkeklerden ziyade, toplumsal cinsiyet çalışmaları alanında çalışan kadınlar ve erkeklerce geliştiriliyor. ‘Eleştirel erkeklik çalışmaları’ da denilen bir saha giderek genişliyor ve bu konuda çok fazla yayın yapılıyor son yıllarda. Nihayet son dört-beş yıl içinde Türkçe’de de örgütlü politik çevrelerin içinden değil, ama sol çizgideki bazı erkek yazarlar ve akademisyenler ve tabi ki feminist politikaların içinde yer alan kadınlar tarafından bu alanda giderek artan çok değerli çalışmalar yapılmaya başlandı. (Küçük bir kaynakça için rahatsız erkekler sitesine bakılabilir). Şimdi bu tür çalışmaların ve bu zamana kadar yapılan birkaç aktivist girişimin geniş bir toplumsallık kazanarak öncelikle sol çevreler içindeki erkekler arasında yankısını umabilecek noktada olduğumuzu düşünüyorum. Tabi bunun için politik çalışmalar yapmak gerekiyor. Kendi kendine bilinç sıçraması olmaz.

 

Bu konuda özgürlükçü akımları istisna tutmak isterdim. Ancak feminist düşünceyle ve queer politikalarıyla (ve bu politikaların özneleriyle) organik bir bağlantı kurmak dışında, hegemonik erkekliğe karşı politik bir berraklığı, gündelik hayata yönelik devrimci bakışı içselleştirmiş olan toplumsal anarşizmin çağdaş akımlarında ve toplumsal ekoloji düşüncesinde bile olgun bir şekilde bulmak zor. Yani erkeklerin de bu tür bir politikanın aktif öznesi olarak tarifi tam olarak yapılmıyor.

 

Yine de bu konuda düşünsel düzeyde ilk başlangıç adımlarını  atanların çağdaş anarşizm ve ekoloji düşünceleriyle ilgili olan devrimci kuramcılar arasında olduğunu rahatça söyleyebilirim. Ancak diğer taraftan radikal politik çevrelerden bağımsız olarak, hegemonik erkekliğe ve cinsiyetçiliğe karşı koyan erkekler tarafından geliştirilmiş bir aktivizm de dünyada gelişmeye başladı. Türkiye’de de bu aktivizm dört yıl önce mütevazı adımlarla Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi tarafından başlatıldı.

 

Her ne kadar, sol çevrelerdeki ve Kürt özgürlük hareketi içindeki erkeklerden herhangi birisiyle oturup patriyarkal egemenlik, eril şiddet, cinsiyetçilik ve heteroseksizm üzerine konuştuğumuz zaman sözlü düzlemde bu konuların önemini inkâr edecek pek kimse olmayacağını düşünmeye eğilimli olsak da… Bu konuyu bizzat kendilerini özne kılacakları bir başlık olarak ifade edecek erkekleri hemen bulabileceğimizi hayal etmekte zorlanıyoruz.

 

Aslında cinsiyetçilik karşıtı politikalar, politikalar toplumsal cinsiyet kalıplarından farklı tarzlarda ama benzer şiddette etkilenen hem kadınların hem de erkeklerin karşılık üretmeleri gereken bir konu iken, şimdiye kadar bu konu yalnızca kadınların ve heteroseksüel yönelimin dışındaki bireylerin meselesi olageldi.

 

Daha da kötüsü meselenin doğasından ötürü  böyle olmasının zorunlu olduğu gibi bir ön kabulün politik olarak sol çevrelerde hâkim olması hiç de sorgulanmadı. Ve şu terimler doğalmış gibi yerleşti: kadın hareketi, lgbtt hareketleri. Erkeklerin bir şey yapması gerekmiyor demek ki!

 

Ya da başka türlü söylersek heteroseksüel erkekler, patriyarkayı kendi meseleleri olarak görmediler. En mangalda kül bırakmayan profeminist ya da feminist dostu, homofobi ve transfobi karşıtı söylemlerde bulunan anarşist ve sosyalist ya da komünist erkekler için bile, mesele hep diğerlerinin meselesidir. O erkekler büyük teorilerle, bilimle, makro politikanın girdisi çıktısıyla uğraşırlar, ancak küçük ölçekli konular, özel alan, cinsellik, cinsiyet kimlikleri ve ev içi pratiklerin işbölümüne ayrılması, ya da politik kamusallığın cinsiyetçi yapısı hep bundan olumsuz etkilenenlerin meselesidir. Toplumsal olarak ayrıcalıklı konumlarını kullanmakta beis görmeyen heteroseksüel erkeklerin değil! Herhâlde kendileri hiçbir toplumsal cinsiyeti ve cinsel yönelimi olmayan başka dünyanın varlıkları ki bu meseleleri kendileri için sorun edinmiyorlar. Bu, beni konunun tüm özgürleşmeci ve devrimci politikalar açısından önemini üzerinde biraz daha durmaya itiyor.


Peki, erkeklerin, vurguladığınız gibi ama özellikle radikal politika içindeki heteroseksüel erkeklerin, patriyarka karşısında, feminist ve queer harekete paralel olarak bir mücadele alanı açması mümkün müdür? Ve böyle bir politik mücadele neden özellikle ayrı bir alanda kurulması gerekiyor?

Heteroseksüel erkeklerin ayrı bir politik mücadele açmasının gerekliliği eril tahakkümün ve erkek kimliğinin kurulumunun farklılığından kaynaklanıyor. Erkek cinsiyet kimliği hem tahakkümün nesnesi hem de öznesidir. Bu yüzden eril cinsiyet kimliğinden özgürleşme politikası iki yönlüdür. Hem tahakküm ilişkilerinin öznesi olduğunu farkındalığını kazanmak hem de özelikle erkekler tarafından birbirlerine uygulana baskıya ve kişinin kendi kendisine uyguladığı içselleştirilmiş baskıyı fark etmek.

 

Hegemonik erkekliğin bu iki yönlülüğü erkeklerin, buna karşı mücadele etmesini zorlaştırıyor. Çünkü zor olan, kişinin hem başkasına uyguladığı iktidarı fark etmesi hem de bunu reddetmeyi öğrenmesidir. Bundan daha da zor olan ise iktidar konumunda olmak için sürekli bir baskı altında olan heteroseksüel erkeklerin, kendilerini bu cendereden çıkarıp hegemonik erkeklikten özgürleşmiş bir erkek olmanın neye benzer olduğunu bilememeleridir. Ya da bunu tahayyül edecek cesaretlerinin olmamasıdır. Bütün güçlü görünme gösterisi de bundan kaynaklanıyor.

 

Erkeklerin her an yaşadığı büyük bir korku kaynağı, o özgürleşme halinin daima ‘erkek olmayana’ benzer olduğunun bilincinde olmaktır. Ki bu yanlış bir varsayım değildir. Sorun bunu başka bireylerin saldırısına maruz kalma endişesi taşımaksızın korkusuzca yaşamayı öğrenmektir.

 

Erkeklerin cinsiyet kimliklerinden özgürleşme yolunda çaba sarf etmelerinin en belirgin boyutu bu korkuyu yenme yönündeki gayretleri olacaktır. Hayatları boyunca kendilerine hiçbir şeyden korkmaması öğretilen erkeklerin, en çok korktukları şey de budur: erkekliklerinin yani iktidarın elden gitmesi. Bu korku başkalarına ve kendilerine neler pahasına iktidar olmaya mahkûm olmak ve başkalarını da kendi iktidarlarına mahkûm etmek durumunda kaldıklarını fark etmelerini en zorlaştıran şeydir. Bu yüzden de erkeklerin en solcusu, devrimcisi anarşisti de dâhil olmak üzere, hegemonik erkeklik üzerinden bir eleştiri geldiği vakit hemen savunmacı olma eğiliminde olur. O kadar ki asıl sorunlunun, ayrımcının kendisi değil de onu eleştiren feminist ya da queer politikası içindeki kişiler olduğunu iddia etmeye kadar gider iş. Tıpkı en büyük terörist olan devletlerin bir parçacık yaşamlarını iyileştirmek için mücadele eden sıradan insanları terörist olarak düşmanlaştırması gibi. İnanmak güç ama anarşist çevrelerde anarko-feministlere femi-nazi ya da ‘siz kadıncısınız’, ‘asıl siz ayrımcısınız’ diyenler bile olmuştur. Sosyalist ve sol çevrelerde de benzer vakalar bitmiyor. Tıpkı (eskisi kadar fazla olmasa da) feminizmi bir küçük burjuva siyaseti olarak görmeye devam eden sosyalist ve anarşistlerin var olmaya devam etmesi gibi.

 

Bu tür durumlara şaşırmamakla beraber, bu reflekslerin hâlâ bu kadar güçlü olmasına üzülüyor insan. Çünkü  en cinsiyetçilik ve heteroseksizmin en olmamasını umduğumuz yer bu çevreler. Ama bu refleksler artık ayyuka çıkan bir eril iktidarın zayıflamasının da alametlerindendir. Yani başka bir deyişle, bir yandan erkekler arasında da ayrıcalıklı konumları terk edenler olmalı ki bu tür çaresiz söylemsel saldırganlık hallerinin açığa çıkabilmesi mümkün olsun. Ama zayıflığın asıl sebebi, kadın hareketleriyle lgbtt hareketlerinin radikal politik çevrelerde artık hafife alınamayacak bir etkilerinin olmasıdır. Bu yüzden artık radikal politik çevreler içindeki heteroseksüel erkeklerin kendilerine dönerek politika yapmaya başlamalarının zamanı geldi de geçiyor bile. Zira bunların hiçbirisi salt kendi ‘kişisel’ meseleleri değildir.

 

Peki patriyarkaya karşı mücadelede, heteroseksizme karşı koymak etmenin ana meselelerden birisiyken, heteroseksüel erkeklerin ayrı bir alanda örgütlenmesi heteroseksizmi yeniden üretmez mi?

Hayır bence üretmez, çünkü heteroseksüel olmayan erkeklerle kadınlar da zaten bir biçimde lgbtt hareketlerinin ya içindedirler, ya da destek verirler ya da bu mücadelenin açtığı özgürleşmelerden olumlu kazanımları vardır. Feminist hareket ise cinsel yönelime ve trans kimliğe bakmaksızın zaten kadınlık deneyiminden geçen herkese açık bir politika ve örgütlenme ortaya koyar. Bu yüzden patriyarka ve heteroseksizme karşı olan bu her iki politikanın da dışında kalan terim heteroseksüel erkekliktir. Ayrıca benim vurguladığım nokta, heteroseksüel erkeklerin “de” politik olarak patriyarkaya karşı kendi politik öznelliklerini inşa etmeleri için ayrı bir alan kurmalarının gerekli olduğu; yoksa bu alanı sadece hetero erkekler olarak kendi aralarında kurmaları değil. Bunu söylemek düpedüz ayrımcılık olurdu. Ama bu alanı kurarken elbette erkekliğin ne olduğundan başlanacağına göre, bu alan zorunlu olarak heteroseksüel, queer ve trans erkeklerin, kısaca erkeklik deneyiminden geçen ve hegemonik erkekliğin dışına çıkmak isteyen her erkeğin birlikte kuracağı bir alan olacaktır.

Cinsiyetler ve cinsel yönelimler alanındaki iktidar ilişkilerinin baskın terimi olan heteroseksüel erkeklik, hem cinsiyetçilik hem de cinsel yönelim ayrımcılığı sorununun birincil kaynağıdır. Ve bu ayrımın sürüp gitmesini sağlayan başlıca şeylerden birisi, erkekliğin daima, saf ve idealize bir kimlik olarak üretilmesidir. Eril iktidarın, şiddetin, erkekler arasında birbirine yönelik baskının, erkeklerin kadınlara yönelik bastırma ve kısıtlamalarının ve farklı cinsel yönelimlerin dışlama ve nefrete maruz kalmasının kaynağında kendi idealize edilmiş varlığını ve iktidarını korumaya ve sürekli başkalarına ispat etmeye programlanmış bir toplumsal erkeklik biçimi vardır. Bunun sol içinde de devam etmediğini hiç kimse iddia edemez. Yeri gelmişken bir takım politik ayrışmaların bile gerçek ideolojik tartışmalardan değil eril rekabet kültürünün yan ürünleri yüzünden olduğunu hala fark etmeyenler çoğunlukta.

 

Bu bakımdan, cinsiyet eşitliği ve özgürleşmesi sorunlarında altüst edilmesi gereken iktidar ilişkisinin somut cisimleşmesi hegemonik erkeklik olduğu için, hegemonik erkekliği dönüştürecek olan da yine dıştan gelecek müdahaleler ya da kısıtlamalar ve dışarıdan bilinç taşıma değil erkeklerin kendi kendilerine uyguladıkları baskı mekanizmalarını terk edip, erkekliklerimizi dönüştürmektir. Hegemonik erkekliğin dışına çıkış yolları icat etmek ve hem kendisini hem de kendi dışındakileri baskı altına almayacak farklı erkeklik biçimleri yaratmaktır.

 

Bu yüzden, kadınlar ve lgbtt bireyler, daha ziyade kendilerine dışarıdan gelen baskı mekanizmalarına karşı mücadele ederek özne olurlarken, heteroseksüel erkekler ise ancak kendi içlerinden gelen ve hem bizzat kendi kendilerine hem başka heteroseksüel erkeklere ve hem de kadınlara ve lgbtt bireylere yönelttikleri iki yönlü baskıyı eşzamanlı ortadan kaldırmaya yönelik bir çaba içinde olmak zorundadırlar. O halde erkeklerin de kendilerinin patriyarkaya karşı koyan özgürleşme politikalarının öznesi olmaları gerektiğini görmeleri gerekiyor. Ama nasıl? Feminist harekete ya da lgbtt hareketine katılarak mı? Bence bu sorulmaması gereken bir soru. Heteroseksüel erkeklerin kat edecek o kadar çok yolları var ki ancak kendi aralarında politika geliştirmeli ve bu politikanın adını bulmalılar.

 

Bunu geliştirmek zannedildiği kadar zor değil. Büyük teorik ve örgütlenme hazırlıkları da gerektirmiyor. Erkekler arasında yaygın olan korku, endişe, rekabetçilik ve güç gösterisinden uzak bir politik ortamı yaratabilmek ve hegemonik erkekliğin görünür hale gelebilmesi için yapılacak şey çok basit: Büyük politik-teorik mevzulara ayrılan zamanlardan biraz tasarruf edip, özel alana dair, gündelik hayata, cinsiyetler arası ilişkilere dair konuşmaları bizzat erkeklerin kendi aralarında konuşmaya başlamaları. Erkek muhabbetinin mantığını tersyüz edip, kendi erkekliklerini masaya yatırmaları ve bunu politik bir keşif olarak ciddiye almaları. Bu yolla erkekliğin aslında ne kadar kırılgan olduğu, içe dönük sorgulamada bir kez açıklık gösterildiğinde dönüşümün ne kadar kolay olduğu, birbirine güvenen insanların arasında görülebilir olacaktır. Bu gibi, denenmiş ve uygulamada devrimci dönüştürücü etkileri sınanmış yöntemler, feminist ve lgbtt hareketlerinin deposunda ziyadesiyle doludur. Politik erkekler, feminist ve queer yoldaşlarından bu aletleri ödünç almakla kalmayıp yenilerini de icat edebilirler. Okumak için de şimdiden bir raf dolusu çalışma var: Türkiye’de üretilmiş olan Serpil Sancar’ın, Pınar Selek’in, Tayfun Atay’ın harika kitaplarının yanında ve şimdi adlarını buraya sığdıramayacağım (ama onlara da haksızlık olmasın) başka çok güzel çalışmaların olduğu bu alana el atar atmaz karşımıza koca bir özgürleşme ufku hemen çıkacaktır.

 

‘Erkeklik, hem kadınlık ve heteroseksizmle ilişkisi açısından hem de kapitalizm, devlet, hiyerarşi, militarizm, doğanın tahakküm altına alınması ve otoriterlik açısından ele alınması ve dönüştürülmesi gereken bir iktidar üretim alanıdır.’

 

Güncel duruma baktığımızda böyle bir politikayı geliştirmenin somut olanakları, hem radikal sol içinde hem de dışında nasıl şekilleniyor?

Hali hazırda dünyada da el yordamıyla yürüyen ve bu coğrafyada da pek bir karşılığı olmayan bu politikayı yaratmak gerekiyor. Çünkü radikal politik çevrelerdeki TÜM erkekler, feminizm ve queer politikalarından hem bir şeyler öğrenebilir, onların gündemlerinden ve teorik araç gereçlerinden faydalanabilirken –özellikle eleştirel erkek çalışmaları alanında– hem de kendine özgü bir politika inşa edilmesinde tümüyle kendilerine özgü ve kendi bağımsız yollarını geliştirmeleri artık mümkündür.

 

Patriyarkanın, tahakkümün bütün diğer biçimleriyle, hiyerarşiyle, otoriterlikle, militarizmle, patronajla olan doğrudan bağlantısı çok temel bir kavrayış olarak artık muhalifler arasında yerleşmelidir. Kapitalizmle, doğanın tahakküm altına alınmasıyla ve devletle koşut bir tahakküm biçimi olarak sürekli yeniden biçimlenmesi ve dönüşüm geçirmesi apaçık görülmesi gereken bir konudur. Bu yüzden erkeklik ve kadınlık halleri karşılıklılık içinde ele alınması gerekiyor ve bu sadece kadın hareketinin meselesi değildir. Erkeklerin de hegemonik erkekliği ve toplumsal cinsiyeti siyasal analizlerin temel unsurlarından birisi haline getirmesi gerekiyor. Ya da cinsel yönelim farklılıklarının bastırılması yani heteroseksizm sadece lgbtt bireyleri sınırlayan bir şey değil, tüm insanların cinsiyet kimliklerinin ana çizgilerini inşa eden ve cinsellik pratiklerini kodlayan bir ilişki biçimidir. Bu da hegemonik erkekliğin nasıl biçimlendiğini görmek için en önemli boyutu verir bize.

 

Bu yüzden erkeklik, hem kadınlık ve heteroseksizmle ilişkisi açısından hem de kapitalizm, devlet, hiyerarşi, militarizm, doğanın tahakküm altına alınması ve otoriterlik açısından ele alınması ve dönüştürülmesi gereken bir iktidar üretim alanıdır. Bu iktidar üretim alanının orta yerinde, hegemonik erkeklik içinde kaldıkları sürece, benliklerini sağlıklı ve özgür bir şekilde kurma şansını daha başından kaybetmiş olan tüm erkekler ancak patriyarka sorununu diğer politikalara bağlarlarsa yaşadıkları ortamdaki birebir insan ilişkileri içinde sağlıklı bir eşitlikçi ortam tesis edebilirler. Çünkü hegemonik erkekliği sorgulamadan radikal politikaya soyunan bir erkek, sermaye biriktirirken onları sömürürken aynı işçileri özgürleştirme, onlara fırsat sunma iddiasındaki bir patrona, ırkçılık karşıtı söylemler ortaya koyarken Kürtlerin en pis işlere yollanmasına karşı çıkmayan –ama bunu söyleyen Kürtlere milliyetçi diyen– bir beyaz Türk’e benzer.

 

Daha da önemlisi cinsiyetçiliğe ve heteroseksizme karşı özgürlük mücadelesinin, en geniş kapsamıyla tesis edilebilmesi, kapitalizmin ve devletin yeniden üretim alanında ya da özel alanda kurduğu tahakkümü aşabilmeyi gerektirir. Bu yüzden cinsiyet ve cinsellik temelli özgürleşme politikaları ile kapitalizme karşı mücadele arasında tam bir paralellik vardır. Öyle ki bu paralellik, kapitalizme karşı mücadelenin, cinsiyet eşitliği için yürütülen mücadeleden ayrı düşünülememesi anlamına geliyor.

 

Bunun ayrıntılarına girmek için burada yerimiz yok ama, basitçe şunu söylemeliyim: kapitalizme karşı devrimci bir tasavvuru olan radikal politik çevrelerin, patriyarkaya karşı mücadele etmeyi heteroseksüel erkek bireyleri de içerecek şekilde kapsayacak genişlikte tasavvur etmemeleri söz konusu olursa, yani üretim alanı ve kamusal alanda devrimci olurken, yeniden üretim alanı ve özel alana dair sağ muhafazakarlığın tekrarları söz konusu olursa, bu yarım devrimcilik anlayışıyla değil kapitalizme meydan okumak liberalizmin bir adım ötesine dahi gidilemez. Bu konuda daha derinlikli tartışmalar yapabilmek için tıpkı Marksist feministlerin, cinsiyetçi işbölümünün kapitalizm altında sürüp gitmesini politik ekonomi açısından ele almaları gibi, hegemonik erkeklik inşasının ve heteroseksizmin kapitalizm içinde niçin sürüp gittiğini analiz edecek kavramsal bir mücadele de gerekiyor.

 

"Tüm sol çevreler kadın özgürleşme mücadelesinin önemini idrak etti. Ancak konu cinsel yönelim özgürlüğüne gelince lgbtt bireylerin mücadelesini hala sağ muhafazakâr şekilde okuyan ya da en azından sessiz kalan sol gruplar çoğunluktadır. ‘’

 

Sosyalist sol sence bu analizi yapacak kadar hazır mı bu konuda?

Radikal ya da devrimci çevrelerdeki heteroseksüel erkeklerin bu tür bir patriyatrka karşıtı erkeklik politikasına hazır olup olmamaları, çok da keyfi ya da nesnel koşullar üzerinden değerlendirilebilir bir mesele değildir. Çünkü bu erkeklerin farkındalık geliştirmelerini bekleyerek geçiştirilebilecek bir mesele ya da bir yan konu ya da bir lüks değildir. Bu devrimci tasavvurumuzun kurumsallaşmış tahakküm ilişkilerinin bütününe karşı gerçekten ne kadar devrimci olduğunu ölçecek bir turnusol testidir artık. Patriyarkal tahakküme karşı mücadeleyi yalnızca kadınların ve lgbtt bireylerin politik öznelliğine ait bir alan olarak gören bir heteroseksüel erkek, bir devrimci ile bir liberalin aynı bedendeki melezinden başka bir şey değildir. Bu da siyasal anlamda sadece bir hilkat garibesi ortaya çıkarır. Bunun sonuçlarını da eril şiddetin ve ayrımcılığın hala radikal sol çevreler içinde sürekli ortaya çıkmasından biliyoruz. Artık bu konularda politika üretmenin hazırlık koşulları fazlasıyla olgundur, çünkü tüm sol çevreler kadın özgürleşme mücadelesinin önemini idrak etti. Ancak konu cinsel yönelim özgürlüğüne gelince lgbtt bireylerin mücadelesini hala sağ muhafazakâr şekilde okuyan ya da en azından sessiz kalan sol gruplar çoğunluktadır.

 

Günümüzde feminist hareket veya lgbtt hareketi içersinde erkekler de olmalı mıdır, toplumsal cinsiyet,ataerkillik ve heteroseksizme karşı mücadelede erkeklerin de var olması ne anlamifade ediyor?

Her iki özgürleşme politikasının da dışında kalanlar heteroseksüel erkeklerdir. Zira trans erkekleri ve trans kadınları her iki harekette de görebiliyoruz. Benzer şekilde gey, biseksüel ve trans erkekler zaten homofobi ve transfobi karşıtı mücadelenin aktif özneleri arasındadırlar. Feminist hareketten farklı olarak tüm queer hareketlerin örgütlenme gündemlerine, politikalarına, eylemlerine her zaman heteroseksüel kadın ya da erkeklerin katılımı açıktır.

 

O halde heteroseksüel erkeklerin feminist harekete katılımları ya da katılamamaları ne anlama geliyor? Pratik olarak eril tahakkümün öznesi olma durumlarını tartışmaya açmayan;cinsiyetçiliğin ve heterseksizmin kurduğu erkek bedeni, dili ve cinselliği içinde kalmaya devam eden erkeklerin kadın hareketine, hiçbir kadınlık tecrübesi olmadığı halde kadınların yaşadıkları tüm zorlukları anlayabilecek bir kavrayış açıklığı ile dahil olması mümkün müdür?

Bence değildir. Bunu feminist kadınlar söylüyor ama erkeklerin de söylemesi gerekiyor. Erkeklerin, feminist ve queer hareketlerin deneyiminden öğrenmesi ve bunu kendi aralarındaki yaratacakları deneyimlerde kullanmaları ayrı şeydir, verili halleriyle karma hareket talep etmeleri ya da kadınların sırf kendi güçleriyle açtıkları siyasal alanlara dahil olmaya çalışmaları ayrı.

 

Peki profeminist erkeklik ya da feminist erkeklik diye bir şey söz konusu olabilir mi?

Bence olamaz. Birincisi bu terim kadınların 200 yıla yaklaşan mücadeleleriyle açtıkları alanı ve bunun kavramsal birikimini hazırlop şekilde tüketmeye eğilimli olduğu olamaz. İkincisi de kadınlar kendi özgürleşme süreçlerinin özneleri olabilirler, erkekler de kendilerininkinin. Ne kadınlar erkekleri ne de erkekler kadınları özgürleştiremez.

 

Erkeklerin kendi özgürleşme alanlarının bir kısmı, bir taraftan heteroseksüel olmayan deneyimler yoluyla başka bir taraftan transgender deneyimler yoluyla zaten açılmış durumda. O halde heteroseksüel erkeklik deneyimin içinde olan erkekler, kendi bedenleri, cinsellikleri, cinsiyet kimlikleri, dilleri, yaşam alışkanlıkları ve tüm gündelik pratiklerini ele alacakları, bunları özgürlükçü bir şekilde dönüştürebilecekleri yeni bir siyasal deneyim alanı açmak zorundalar. Bu ne profeministtir ne de queer. Eğer heteroseksüel erkeklerin illa ki bu iki alana atıfta bulunarak kendilerini dönüştürmeleri gerektiğini düşünecek olursak, eril tahakkümün dönüştürülemez bir öz olduğu gibi bir varsayıma kendimizi kaptırabiliriz ki bunu muhafazakârlar dışındaki hiç kimse istemez. Üstelik gündelik hayat içindeki karmaşık iktidar ilişkileri kendimizi sürekli olarak bir ilişkide baskın tarafken bir diğerinde ezilen taraf olarak görmemize yol açıyorsa, erkeklerin hegemonik bir blok oluşturduğunu da iddia edemeyiz.

 

Aksine farklı erkeklikler arasındaki sürekli mücadele ve müzakereler, hepsi de eril tahakküme dahil olmayan sayısız erkeklik biçiminin daha şimdiden mevcut olmasındandır. O halde sorun bu yaygın olmayan durumu tersine çevirerek, hegemonik erkeklikten farklı erkeklikleri çoğaltmaktır.

Bu yeni alanın adı henüz yok. Bu alanın düşünsel kaynakları çok zengin; bu alanı kurabilmek için örnek alabileceğimiz deneyimler çok zengin. Bu alanın öznesi verili: hegemonik erkeklik. Ve fakat bu alanın bir ezileni yoksa nasıl özne tarif edebileceğiz diye kara kara düşünmesin erkekler. Çünkü bu alan, erkeklerin erkekleri ve tüm canlı varlıkları, yine erkekler tarafından ezdiği alan. Siyasal mücadelelerin verileceği son büyük savaş alanı eril tahakkümdür. Bunun için eğer illaki bir ezilen özne arıyorsak, önce erkeklerin baskısı altındaki tüm dünyayı görmeli ve hala bunun parçası olmak istiyor muyuz diye sormalı sonra da biz erkekler, biz hepimiz bize dayatılmış bu erkeklik kimliğinin altında biz kendimiz de eziliyoruz, ve birbirimize diye çığlık atıp kendimize bir yol bulmaya çalışmalıyız. Adı olmayan ama neyi devirmesi gerektiği apaçık olan bu mücadelenin hedefi bellidir: içimizdeki patriyarkayı ortadan kaldırmak. Ve hepimiz önce bunun sonuçlarından korktuğumuzu itiraf ederek başlamalıyız.

 

Peki, erkeklerin, vurguladığınız gibi ama özellikle radikal politika içindeki heteroseksüel erkeklerin, patriyarka karşısında, feminist ve queer harekete paralel olarak bir mücadele alanı açması mümkün müdür? Ve böyle bir politik mücadele neden özellikle ayrı bir alanda kurulması gerekiyor?

Heteroseksüel erkeklerin ayrı bir politik mücadele açmasının gerekliliği eril tahakkümün ve erkek kimliğinin kurulumunun farklılığından kaynaklanıyor. Erkek cinsiyet kimliği hem tahakkümün nesnesi hem de öznesidir. Bu yüzden eril cinsiyet kimliğinden özgürleşme politikası iki yönlüdür. Hem tahakküm ilişkilerinin öznesi olduğunu farkındalığını kazanmak hem de özelikle erkekler tarafından birbirlerine uygulana baskıya ve kişinin kendi kendisine uyguladığı içselleştirilmiş baskıyı fark etmek.

 

Hegemonik erkekliğin bu iki yönlülüğü erkeklerin, buna karşı mücadele etmesini zorlaştırıyor. Çünkü zor olan, kişinin hem başkasına uyguladığı iktidarı fark etmesi hem de bunu reddetmeyi öğrenmesidir. Bundan daha da zor olan ise iktidar konumunda olmak için sürekli bir baskı altında olan heteroseksüel erkeklerin, kendilerini bu cendereden çıkarıp hegemonik erkeklikten özgürleşmiş bir erkek olmanın neye benzer olduğunu bilememeleridir. Ya da bunu tahayyül edecek cesaretlerinin olmamasıdır. Bütün güçlü görünme gösterisi de bundan kaynaklanıyor.

 

Erkeklerin her an yaşadığı büyük bir korku kaynağı, o özgürleşme halinin daima ‘erkek olmayana’ benzer olduğunun bilincinde olmaktır. Ki bu yanlış bir varsayım değildir. Sorun bunu başka bireylerin saldırısına maruz kalma endişesi taşımaksızın korkusuzca yaşamayı öğrenmektir.

 

Erkeklerin cinsiyet kimliklerinden özgürleşme yolunda çaba sarf etmelerinin en belirgin boyutu bu korkuyu yenme yönündeki gayretleri olacaktır. Hayatları boyunca kendilerine hiçbir şeyden korkmaması öğretilen erkeklerin, en çok korktukları şey de budur: erkekliklerinin yani iktidarın elden gitmesi. Bu korku başkalarına ve kendilerine neler pahasına iktidar olmaya mahkûm olmak ve başkalarını da kendi iktidarlarına mahkûm etmek durumunda kaldıklarını fark etmelerini en zorlaştıran şeydir. Bu yüzden de erkeklerin en solcusu, devrimcisi anarşisti de dâhil olmak üzere, hegemonik erkeklik üzerinden bir eleştiri geldiği vakit hemen savunmacı olma eğiliminde olur. O kadar ki asıl sorunlunun, ayrımcının kendisi değil de onu eleştiren feminist ya da queer politikası içindeki kişiler olduğunu iddia etmeye kadar gider iş. Tıpkı en büyük terörist olan devletlerin bir parçacık yaşamlarını iyileştirmek için mücadele eden sıradan insanları terörist olarak düşmanlaştırması gibi. İnanmak güç ama anarşist çevrelerde anarko-feministlere femi-nazi ya da ‘siz kadıncısınız’, ‘asıl siz ayrımcısınız’ diyenler bile olmuştur. Sosyalist ve sol çevrelerde de benzer vakalar bitmiyor. Tıpkı (eskisi kadar fazla olmasa da) feminizmi bir küçük burjuva siyaseti olarak görmeye devam eden sosyalist ve anarşistlerin var olmaya devam etmesi gibi.

 

Bu tür durumlara şaşırmamakla beraber, bu reflekslerin hâlâ bu kadar güçlü olmasına üzülüyor insan. Çünkü  en cinsiyetçilik ve heteroseksizmin en olmamasını umduğumuz yer bu çevreler. Ama bu refleksler artık ayyuka çıkan bir eril iktidarın zayıflamasının da alametlerindendir. Yani başka bir deyişle, bir yandan erkekler arasında da ayrıcalıklı konumları terk edenler olmalı ki bu tür çaresiz söylemsel saldırganlık hallerinin açığa çıkabilmesi mümkün olsun. Ama zayıflığın asıl sebebi, kadın hareketleriyle lgbtt hareketlerinin radikal politik çevrelerde artık hafife alınamayacak bir etkilerinin olmasıdır. Bu yüzden artık radikal politik çevreler içindeki heteroseksüel erkeklerin kendilerine dönerek politika yapmaya başlamalarının zamanı geldi de geçiyor bile. Zira bunların hiçbirisi salt kendi ‘kişisel’ meseleleri değildir. ( Jiyan.org )