Ş. Murat Özten / Demokrat Haber İsviçre

4 Kürt parlamenter İsviçre’de açlık grevini sürdürüyor. DTK Eşbaşkanı ve HDP Şırnak Milletvekili Selma Irmak, Van Milletvekili Kemal Aktaş, HDP İstanbul Milletvekili Sabahat Tuncel ve eski Avrupa Parlamentosu milletvekili Feleknaz Uca’nın Cenevre’de başlatmış oldukları açlık grevi üçüncü gününe girdi.

Birleşmiş Milletler Sarayı’nın ana giriş kapısının karşısında bulunan ve İsviçreli sanatçı Daniel Berset tarafından mayın kurbanlarına dikkat çekmek amacıyla tasarlanan anıtsal heykel “Broken Chair“ (Kırık Sandalye)’in yanına kurulan çadırlarda açlık grevlerini sürdüren parlamenterleri İsviçre’den ve Avrupa’nın değişik ülkelerinden gelen yüzlerce insan ziyaretleriyle destekliyor.

“KÜRTLERE YÖNELİK AMBARGO KALDIRILMALI”

Dün (22. 09. 2014) Sabahat Tuncel ve Selma Irmak PYD Avrupa Temsilcisi Zuhat Kobani’yle birlikte Birleşmiş Milletler’de bazı temaslar gerçekleştirdiler. Sonrasında PYD Avrupa Temsilcisi Zuhat Kobani Demokrat Haber’e kısa bir açıklama yaptı. Suriye Masası’nın direkt sorumlusuyla görüşüldüğünü ifade eden Kobani şunları söyledi:

“Taleplerimizi ona direkt ilettik. Öte yandan biz taleplerimizi direkt Moskova’ya da göndereceğiz. Bu saldırıları durdurmak, Kürtleri savunmak için ne gerekiyorsa yapacağız. Bütün bunları onlara net olarak söyledik. Kesin olarak PYD’nin öz savunmasını desteklemek gerekiyor. Öte yandan Kürtlere yönelik ambargo kaldırılmalıdır. Eğer Rojava düşer ve Kürtler yok edilirse, geride Suriye’nin birliği adına hiçbir ihtimal kalmaz.“

EY İNSANLIK

Daha sonra açlık grevine başlayan parlamenterler grubundan Kürt mücadelesi uğruna hayatının 27 yılını Türkiye hapishanelerinde geçiren Van Bağımsız Milletvekili Kemal Aktaş’la bir söyleşi yaptık. Kemal Aktaş son dönemde Kürtlere yönelik yapılan IŞİD saldırılarından dolayı üzgün ve kızgındı. Ama sesinde kararlılık vardı ve konuşmasına defalarca “ey insanlık“ diye başlayarak, ayrımsız bütün insanlara Kürtlere yönelik saldırılar karşısında sesiz kalmama çağrısı yaptı.

***

Öncelikle neden Birleşmiş Milletler’in önü, neden açlık grevi?

Çünkü BM evrensel bir barış gücü olarak, bütün milletlerin barış ve huzur içinde yaşamasını hedefleyen bir kurum olarak kendisini ifade ediyor. Hiçbir milliyet, ırk ve inanç ayrımı yapmaksızın bu hedefe uygun olarak hareket edeceğini beyan ediyor. Biz de onun buna uygun olarak davranması ve dünyada amaçları doğrultusundaki duyarlılığı geliştirmesi gerektiğine inandığımız için Birleşmiş Milletlerin önüne geldik.

Birleşmiş Milletler’e bu yaşanan sessizliği, yaşanan duyarsızlığı, yaşanan görmezliği, duymazlığı ortadan kaldırması ve bu konuda acil bir girişimde bulunması için biz, dört Kürt parlamenter buraya, Birleşmiş Milletler’in önüne geldik. Ona misyonunu, rolünü, taşıdığı tarihsel sorumluluğu hatırlatmak için buraya geldik.

Çünkü bugün Ortadoğu’da uzun süreden beri devam eden çatışma ve savaş ortamı içerisinde -biliyorsunuz son iki üç yıla yakındır Suriye’de devam eden bir çatışma ortamı var- ve birkaç aydan beridir de IŞİD denilen faşist bir güruh, bir insan kıyım makinesi, vahşi bir yaratık, Kürtleri hedef alarak, özellikle Kobani şahsında Kürt halkının ağır bedellerle yaratmak istediği kendi kantonlarını özgür, demokratik yönetim şekillerini ortadan kaldırmak, Kürtleri oradan tasfiye etmek ve orada Kürtlerin şahsında bütün Ortadoğu’ya büyük bir katliamı, büyük bir yıkımı, büyük bir inkarı, vahşi bir tahakküm gücünü tesis etmek için ortaya çıkmış durumda ve biz bu aciliyetten hareket ettik.

Yani şu anda Kobani dört taraftan abluka altına alınmış durumda, Rojova diye ifade ettiğimiz Suriye’deki Kürtlerin büyük bir jenosid ve soykırımla karşı karşıya kaldıklarını birkaç gün önce bizzat kendimiz Kobani’ye geçerek, kantonları, yönetimleri ziyaret ettik ve oradaki halkın taleplerini, eşit ve özgür yaşama ideallerini buraya taşımak ve burada Birleşmiş Milletler önünde bütün dünya insanlığına, özellikle birleşmiş milletlerin sorumlularına seslenmek için buraya geldik ve burada dünden beri açlık grevindeyiz.

Uluslararası Toplumda büyük bir sessizliğin olduğu görülüyor. Bu sessizliği nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bütün dünya halklarının, bütün insanlığın gözünün önünde devam eden bu gelişme karşısında aslında herkes neyin ne için yapılmakta olduğunu biraz anlayabilmiş durumda ve ABD öncülüğünde uluslararası bir koalisyon gücü var. Dolayısıyla bunlar işte biraz Irak’ın içinde hava bombardımanı gerçekleştirdiler, fakat Rojava, yani Kürtlerin bu diğer taraftaki bölümüne yönelik böylesi bir katliam karşısında sessiz kalışlarını biz çok farklı bir biçimde okuyoruz. Yine uluslararası güçlerin, uluslararası toplumun Birleşmiş Milletler’in böyle bir tarihi sorumluluğu olduğu halde gerekenleri maalesef yapmıyorlar. Yani prosedür gereği ve koşulları ve şartları uygun olmasına rağmen, hukuki zemini oluşmuş olmasına rağmen bu katliam, bu soykırım, bu vahşet karşısında, bu göç karşısında gerekenleri yapmıyorlar.

On binlerce insan sınırlarda, mayın tarlalarını geçiyor. Daha evvelsi gün bir Kürt kadını mayınlı bölgede paramparça oldu sınırı geçerken. O çocukların feryatları, o çocukların çığlıkları... O vahşet ortamına karşı sessiz kalmaları elbette bizi düşündürüyor.

“EY BİRLEŞMİŞ MİLLETLER”

Yani insanlık Kürtlerin sorunlarıyla karşı karşıya kaldığı zaman statüko adına, çıkarlar adına, olanaklar adına, bu kadar insan tarihi bir sorun karşısında, tarihi bir sorumluluk karşısında bir halkın soykırımına nasıl sessiz kalabilir? Böylesine bir tarihi vebal, günah altına nasıl girebilirler? İşte biz de bunu sorguluyoruz zaten. Tam da bu noktada sizin sorduğunuz soru gibi biz de onlara soruyoruz, niye müdahale etmiyorsunuz ey insanlık diyoruz, ey uluslararası kuruluşlar, ey Birleşmiş Milletler, böylesine tarihi bir sorumluluk karşısında niye görevlerinizi, tarihi yükümlülüklerinizi yerine getirmiyorsunuz? Bu drama, bu insan kıyımına, bu insan ölümlerine niye böyle seyirci kalıyorsunuz?

Biz de tam işte böyle soruyoruz? Bütün koşullar oluşmasına rağmen böylesine bir körlük, sağırlık, dilsizlik çok üzücü bir şey ve gelecekte onların torunları, çocukları, gelecek nesiller bütün bu yaşananları yargılayacak, sorgulayacaklardır.

Bir halkın kendi toraklarını, kendi geleceğini ve kimliğini savunması kadar, kendi toprakları üzerinde öz savunmasını yapması kadar doğal ne olabilir? Bu halkın bu taleplerini haykırmak, dünyaya duyurmak, Birleşmiş Milletler’in önünde haykırmak kadar doğal ve meşru ne olabilir? Yani bizim çağrımız bu. IŞİD’in pervasızlığı, vahşice yönelimi, insanları vahşice öldürüp katletmesi, hangi dine, hangi inanca, hangi ideolojiye sığabilir.

IŞİD sadece Kürtlerin sorunu değil. Bugün Kürtlere yaşatılan bu vahşet yarın bütün insanlığa, onların değerlerine yönelik bir tehdit oluşturacaktır. Türkiye yanı başında, kendisine Kürtleri tasfiye edip öldürdükten sonra komşusu olacak IŞİD’le barışık bir biçimde yaşayacağını mı tahmin ediyor? Bu büyük bir yanılgıdır.

Dolayısıyla bu yaklaşımlarla bütün Ortadoğu halkları büyük bir tehditle, kırımla karşı karşıya kalacağı açıktır. Biz yalnız Kürtler için bu çağrıyı yapmıyoruz. Arabı, Sünnisi, Ezidisi, Ermenisi, Türkmeni, bütün halklar için, Ortadoğu halkları için büyük bir tehdit oluşturan IŞİD’e karşı büyük bir direniş gücünün ve müdahale gücünün mutlak anlamda sergilenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bazı çıkarlar uğruna insanlık değerlerinin, bir halkın varlığının ortadan kaldırılmasına, hiç kimse sessiz kalmamalı. Bu çok büyük bir günah olur, büyük bir vicdansızlık olur, büyük bir tarihi sorumsuzluk olur. Dolayısıyla daha sonradan kimse böyle anılmak istemiyorsa başta Birleşmiş Milletler olmak üzere bu doğan meşru hakkı doğru kullanarak bu insan kırımına, bu faşist güruha, bu vahşilere karşı mutlak anlamda tavırlarını sergileyip Kürt halkının yıkım ve soykırımla karşı karşıya kalmasının önüne geçilmelidir diye düşünüyorum.

“TAMPON BÖLGE TÜRKİYE’NİN HEVESLENDİĞİ BİR ŞEY”

Bir süredir “uçuşa yasak bölge” ve “tampon bölge” oluşturulması konuşuluyor? Bunlara neden karşı çıkıyorsunuz?

Tampon bölge Türkiye’nin dillendirdiği, heveslendiği bir şey. Çok netleşmese de resmileşmese de tartışmalar biraz bunun üzerine gelişti. Acaba Kürdistan boşaltılarak, Rojava’daki Kürt halkı boşaltılarak yeni bir Şengal katliamıyla, göçüyle karşı karşıya bırakılarak, oraya IŞİD aracılığıyla yeniden bir denetim mekanizması mı geliştirilmek isteniyor. Orada farklı bir güç mü kullanılmak isteniyor. Bunun çok büyük bir tehlike oluşturacağı, bölgesel düzeyde bir savaşa ve çelişkilere yol açacağı görülmelidir.

Biz bütün bunların sonuçlarını hesap ederek karşı çıkıyoruz. Bırakın halklar kendi özgür iradeleriyle, öz kimlikleriyle, değerleriyle, kendi coğrafyalarında yaşasınlar. Geçmişte bu kimlikler, bu inançlar nasıl bir arada yaşadılarsa böyle özgür birliktelikler ve demokratik dönüşümleri gerçekleştirerek, silahsız çözümler bularak, halkların iradesini esas alarak çözümü geliştirsin. Aksi yaklaşımlar bu çatışma ortamını daha da fazlalaştıracağı ve sorunu daha da çıkmaz bir boyuta taşıyacağı için karşı çıkıyoruz.

Demokrasiyi geliştiren, inançları, farklılıkları birarada tutacak olan yöntemlerden niye kaçınıyoruz? Niye askeri, zor, şiddet yöntemlerini öne çıkarıyoruz? Bakın işte kendileri diyor şiddet kullanmak yanlıştır diye. O zaman askeri tampon bölge kendisiyle birlikte neyi getirecek? Şimdi bunların hepsi ifade edilen amaca zıt düşen şeyler. Farklı olanaklar, imkanlar varken 21. yüzyılda globalleşen bir dünya varken, sorunlar bölgesel düzeyde daha demokratik yöntemlerle çözülmeye doğru giderken niye Birleşmiş Milletlerin şemsiyesi altında toplanılarak bu sorunlar tartışılmıyor, taraflar çağrılıp niye birarada çözüm süreci üretilmiyor.

Çünkü burada çıkarlar var, petrol var, su kaynakları var, enerji kaynakları var. Bir halkın, halkların, inançların, değerlerin yok edilmesi pahasına, bu hesaplar yapılarak gerçekleştiriliyor. İşte biz diyoruz ki ey devletler, ey insanlar için kötü felaketler çizenler, bunlardan vazgeçiniz, demokratik yöntemleri, barışçıl yöntemleri, siyasi yöntemleri öne çıkarınız. Dolayısıyla halkları bastırarak, zorla tahakküm altına alarak siz çözümü gerçekleştiremezsiniz. Belki darbelersiniz, belki geriletirsiniz, belki kısa vadede çıkarlar elde edebilirsiniz ama bu coğrafyaya huzur ve rahatı tesis edemezsiniz. Biz bundan dolayı karşı çıkıyoruz.

Suruç’un Kobani sınırında halkın canlı bir direnişi söz konusu. Ama güvenlik güçleri bu direnişe aralıksız ve çok sert müdahalelerde bulunuyor? Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sokaktan herhangi bir insanı çevirip bu soruyu sorarsanız, değil ki benim gibi bir parlamentere, bir siyasetçiye, bunun çok büyük bir çelişki olduğunu, bunun kendi içerisinde çok büyük ve farklı hesaplar taşıdığını, kendi içerisinde bölgesel düzeyde farklı hesapların ve farklı planların olduğunu söyleyecektir. Dolayısıyla sıradan bir insan bile bunu değerlendirebilecek bir düzeydedir. Şu anda Türkiye’de, Kürdistan’da gidin kime sorarsanız sorun, bunun büyük bir çelişki olduğunu söyleyecektir.

Bir tarafta IŞİD’e karşıyım diyor, yardım, destek sunmuyorum diyor, ben de bu vahşete karşıyım diyor, ama bir taraftan da Kürtler soykırımdan geçirilirken, Kürtlere yönelik büyük bir katliam sınır boyunca geliştirilirken, akrabası gelini, babası, ninesi, ikiye bölünmüş olan ailelerin Türkiye’de kalan fertleri sınırın diğer tarafında kalan akrabalarına destek için yürürken, yürüyerek kendi manevi desteklerini, kendi duruşlarını, kendi sloganlarını, seslerini duyurmak için sınıra yığıldıklarında bunlara çok pervasızca, çok sert, çok insan hayatına mal olacak düzeyde ölçüsüz bir güç kullanarak üzerlerine gitmek elbette kabul edilebilir bir şey değildir ve çok tehlikeli bir gidişatı işaret eder.

Dolayısıyla bence hesapların çok iyi yapılması gerekiyor. İnsanların yanı başlarında, gözlerinin önünde katledilen kardeşlerine seyirci kalmaları beklenemez. Bu tarafta onların üzerine çok ölçüsüzce, gerçekten vahşice yöntemler kullanarak, gaza ve suya boğarak, bombalayarak ve farklı yöntemlerle gidilmesi arada bir fark bırakmıyor. IŞİD belki bizi silahla vuruyor, Kürtleri katlediyor, ama bu tarafta da böylesine insan yaşamının kaybına yol açabilecek düzeyde, ne siyasetçi, ne eylemci, ne demokratik eylem tarzı dinlemeden, insanları panzerlerle ezerek üzerine yürümesi bu işi çığırından çıkarır ve kendisiyle beraber daha farklı sonuçlara yol açar, kimsenin hesaplayamayacağı daha farklı tepkilere yol açabilir. Yarın hepimizin eyvah diyebileceğimiz sonuçlara yol açmaması için, baştan iyi hesap yapmak gerekiyor, aklı selim davranmak gerekiyor, davranışları, adım atmayı buna uygun olarak gerçekleştirmek gerekiyor. Burada Türkiye’nin bu saldırgan tutumunu şiddetle kınadığımı belirtmek istiyorum.

Türkiye ve dünyadaki insan hakları örgütlerinin bütün bu yaşananlar karşısındaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Üzerlerine düşen misyonu yerine getirebiliyorlar mı? Onlara yönelik bir çağrınız var mı?

Birleşmiş Milletler’in önünde bulunmamız aslında bunun bir ifadesidir. Biz Birleşmiş Milletler’in önünde bütün insanlığa, bütün uluslararası hümaniter güçlere, insan hakları kuruluşlarına, bütün dünya uluslarına, halklarına, devletlerine, ne isim takarsanız takın herkese ey insanlık diye hitap ediyoruz ve sesimizi duyurmaya çalışıyoruz.

Bu çabayı bu yaklaşımı çok fazla görmediğimiz için, çok cılız bazı seslerle ifade edilen ve pratik anlamda da yaşananları durdurabilecek, bu felaketin önüne geçebilecek, bu soykırımın önüne geçebilecek bir yaklaşımı, bir kalkışı göremediğimiz için zaten buradayız ve dünden beri dört Kürt parlamenteri olarak burada açlık grevine başlamış durumdayız.

Bu sessizliği, bu ilgi düzeyinin düşüklüğünü, bu körlüğü, bu duymazlığı, görmezliği bir an önce herkes terk etmelidir, kendisini bir kez daha muhasebeye tabi tutmalıdır. Yapılacak ne varsa bir saat erkenden yapılmalı, mutlaka zamanında harekete geçilmeli ve herkes bu tarihi sorumluluğu unutmadan bu çağrımıza yanıt vermeli ve harekete geçmelidir.