Gülten Madenli / Demokrat Haber

Türkiye hızla 7 Haziran seçimlerine yaklaşıyor. Ak Parti’nin oylarında düşü olduğu ve bunu durdurmak için HDP’nin dinle ilgili söylemlerini çarpıttığı iddia ediliyor. Özellikle HDP’nin Sünni-Hanefi Diyanet İşleri Başkanlığı yerine tüm din ve mezheplere hizmet verecek bir kurum önermesi bazı kesimler tarafından “din karşıtlığı” olarak dillendiriliyor. Biz de bu tartışmaları HDP’nin dindar adaylarından Süheyla İnal ile konuştuk.

Hakların Demokratik Partisi İstanbul 1. Bölge Milletvekili adaylarından Süheyla İnal ile seçim sürecini de değerlendirdik…

Neden HDP diyerek başlasak söyleşimize…

HDP, HEP’ten başlayarak 10’a yakın, devlet tarafından kapatılan partilerimizin geleneğinden geliyor. HDP’nin kuruluşuyla birlikte daha fazla Türkiyelileşme ve tüm halklara, renklere, inançlara yönelik bir politika başlatıldı. Ben inancımla, Allaha olan bağlılığımla HDP’de olmak istiyorum. Aynı zamanda Alevi arkadaşımla da kol kola bu mücadelede yer alacağım. Ermeni, Süryani, Ezidi, Hıristiyan ve diğer inanç ve etnik gruplardan olan tüm halklarla birlikte eşitlik ve adalet için yer alacağım. Ayrıca kendi bakış açımdan islamın özgürlükçü anlayışını da HDP’de görüyor ve HDP diyorum.

Ben de bir sosyalist olarak İslamın insani, vicdani yanı ile örtüşen yanlarımı görüyorum. Siz kendinizi sol sosyalist dünya görüşüyle ilişkilendirebiliyor musunuz?

İnsanı ve mutluluğunu amaç edinen ve her şeyden önce barışı, adaleti, eşitliği, özgürlüğü şiar edinen ideolojinin adı önemli değildir. Dinlerde amaç insanları boyunduruk altına almak değil, düşüncelerinde, yaşamlarında özgürleştirmektir. Eğer sosyalizm de bunu istiyorsa ne güzel. Demek ki aynı görüşteyiz ve aynı hedefe kilitlenmişiz. Yaşam kriterlerimizde, ritüellerimizde farklılıklar olabilir ama hedefte biriz. Bu hedef de insanlığın kurtuluşu, özgürlüğü, eşitliği, adaleti, birbirine zulmetmeyişi oluyor. Bunun adına siz sosyalizm deyin diğerleri başka bir şey. Ayrı renklerde aynı amaçlarla birbirimizi ötekileştirmeden, baskı uygulamadan kol kola girerek yaşayabiliyorsak, adı ne olursa olsun. Gül bahçesinde gülün renginin, kokusunun önemi kalmayacaktır o zaman. İşte o zaman Büyük İnsanlık’ta buluşmuş oluruz.

Kirazlıtepe seçim bürosunun açılışına giderken, birçok itirazlara rağmen Başbakanlık döneminde Tayyip Erdoğan’ın olmazsa olmaz diyerek yapımını başlattığı devasa Çamlıca camisini de gördünüz. Bu konudaki düşünceleriniz ne?

O yapının bir cami olduğu bilgisini sizden aldım. Gerçekten görünüm itibariyle korkunç. Allaha ibadet edilecek bir mabedin hangi dine ait olursa olsun insanların tepesinde, tepeden bakarak yapılması yanlış. “Siz kabul etseniz de etmeseniz de ben yapacağım” anlayışı Firavuni bir yaklaşımdır. Çamlıca tepesindeki camiyi de Firavunların piramitlerin yapımında on binlerce kölenin ölümüne neden olmasına, binlerce insanın zoraki alın teriyle yaptırmasına benzetiyorum.

Bu denli karşıtı olan, görünüş itibariyle de estetiği olmayan bir yer. Buraya harcanan para işçinin, emeklinin, çocukların, gençlerin, kadınların zaruri ihtiyaçlarına harcanabilecekken neden böyle bir yapı ve bu kadar cami diye sormak gerekir. Peygamber efendimiz döneminde yapılmış camilere bakalım. Duvarları topraktan üstüne de hurma dalları örtülmüştür. Böylesi ihtişamdan uzak bir peygamber, yaşamında israfı, debdebeyi uzak tutan, günlerce 1-2 hurmayla doyabilen bir peygamberin ümmeti olarak, bu kadar büyük masraflarla yapılmış bir cami, biz Müslümanlara ancak azap verir.

Her insanın küçük bir kıyameti vardır bu ölümüdür. Büyük kıyamet ne zaman gelecek bilinmiyor. Bizim kıyametimiz ise her gün kopuyor. Her televizyona çıktığında diktatörce konuşan, halklara saldıran, kadınlara, inançlara saldıran, kimliklerini dillerini inkâr eden bir bakış açısıyla karşılaşıyoruz. Ben o her çıktığında bu denli nefret ve kin görebiliyorsam bizim çocuklarımız nasıl bakabiliyor. Gerçekten bazıları çıktığında + 18 işareti koymak gerekiyor ki çocuklarımızı bir parça koruyabilelim.

HDP’nin seçim bildirgesine koyduğu Diyanet işleri başkanlığını kaldıracağız, inanç işleri başkanlığı kuracağız söyleminden kaynaklı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan mitinglerinde Selahattin Demirtaş’ı ve parti mensuplarını dinsizlikle suçluyor. Siz ne diyorsunuz?

Öncelikle bir sorunu çözümlemek için teşhisini de yani diyanetin de ne olduğunu iyi bilmek gerekiyor. 4 Mart 1924 yılında Kemal Atatürk tarafından, Kemalizm’in önünü açan bir dozer işleviyle kuruldu.

Diyanet yemin metninde de olduğu gibi tamamen millidir. Türk İslam sentezine bağlıdır. Tamamen bir millet ve ırkın üstünlüğünü esas almaktadır. Diğer halkların, inançların bütün insani değerlerin üzerine kurulmuş bir sistemdir.

Tüm halkların dilleri, kimlikleri, toprak bütünlükleri, can ve mal bütünlüklerinin korunması gerekiyor. Bugün Kürt halkı, Lazlar, Çerkezler, Araplar ve daha birçok haklar inkâr ile yüz yüze. İnkârla birlikte yüzlerce imha politikalarıyla katliamdan geçirilmişlerdir. Diyanet adı altındaki kurum kaç kez bu zulme karşı çıkmıştır? Hutbe okutmuştur? Protesto için kaç diyanet başkanı, müftü, imam, bu devletin karşısında durup “ey firavunlar bu halkları neden bu denli katliamdan geçiriyorsunuz” diyebilmiştir?

Tam tersine, bu zulme karşı çıkan, kendi canını malını namusunu bu firavuni devlete karşı savunan halk, diyanet tarafından da terörist ilan edilmiştir. Böyle bir diyanetin varoluşu islamla ne kadar bağdaşır? Bizim kaldırmak istediğimiz diyanet bu diyanettir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması, Demokratik İslam kongresinde yer alan kararlardan da biridir. Bizim istemimizle de HDP bunu programına almıştır. Biz Müslümanlar diyanetin ortadan kaldırılmasını istiyoruz çünkü bu duruşuyla islama en büyük hakarettir.

Caferi camilerine Caferi imam atanmıyor. Kürtçe konuşan imamlar görevden atılıyor, sürgün ediliyor. Ankara merkezinden gönderilen hutbeler Hakkâri’nin, Edirne’nin, Antalya’nın sorunlarına yönelik olmayan hutbeler. Her mahallenin köyün ilçenin ilin farklı ihtiyaçları vardır. Yerine, dönemine, toplumuna, insanına, kadınına, çocuğuna yönelik çözümlerinin de üretilmesi gereklidir.

Ayrıca İslam âlimlerinin emir alacağı yer Allah’tır, kurandır ve onun peygamberidir. Bizler bunun bilincinde olduğumuzdan diyanetin kaldırılmasını istiyoruz. Gerçek islamın özünün daha fazla istismar edilmesini, ayaklar altına alınmasını istemiyoruz.

Medreselerin yok edilmesi de Kürt kültürünün asimilasyonuna da etki etti mi? Buradaki asıl hedeflerden biri de Türk İslam sentezi politikaları mıydı?

Evet, Kürdistan katliamları aynı zamanda kültürel de oldu ve halkı medreselerden koparmak da istediler. Kürt kültürü, tarihi, edebiyatı yine Kürt halkının birliğini oluşturan Ehmedê Xanî’nin, Melayê Cizirî’nin, Maleye Batê’nin, Feqiyê Teyran’ın ve adını sayamayacağım yüzlerce âliminin İslam’ın birleştirici halkın bir arada bulunmasını sağlayan gücünü ortadan kaldırmak istediler. İslam’ın özü medreselerde yaşarken, Kemalizm’in temel hedefi haline geldi ve diyanet bu medreselere alternatif bir şekilde Türk İslam sentezi için kuruldu. Âlimleri katledildi sürüldü. Medreseler, insanlar fiziki saldırılara uğradı. Yıllarca bir Kur'anın ve dini eğitim kitaplarının evde bulunması sorundu ve gizlice taşlar altında, ormanlarda, yer altlarında, mağaralarda, dehlizlerde saklanarak eğitimler görüldü. Bunun nedeni neydi. Mademki gerçekten diyanet dini temsil ediyordu, neden bir başka dini kurum bu denli baskı altındayken sisteme karşı tek bir söz söylemedi.

Halkları katlettiler katledemediklerini asimilasyon politikalarıyla dillerinden, kültürlerinden uzaklaştırdılar. Eğitim kurumlarında varlık göstermelerini kesinlikle engellediler. Kürdistan’da 1925’en 80’li yıllara kadar şöyle bir politika vardı. “Türkçe konuş çok konuş”.

Kürtçe konuşan para cezası da dâhil olmak üzere cezalandırılıyordu. Bu da tek dilin hem diyanet hem de devletin tüm kurumlarının Türk İslam sentezinin ayarları haline getirişidir.

Caferisiyle, Alevisiyle, Sünni mezhebinden diğer mezheplere kadar inançların da temsil edileceği Medine vesikası çerçevesinde bütün inançların ortaklaşa yaşayabilecekleri bir çizgidir aslolan.

Sünni ve Hanifi olan diyanet sisteminin ortadan kaldırılması için bizler mücadele veriyoruz. Umarım ki Allah halkımızın ve diğer halkların bu konuda da önünü açar. Tevhid dinine, inancına karşı olan, islamla bağdaşmayan bu tekçilik anlayışını kesinlikle kabul etmiyoruz. Çünkü Kuranı kerimde Rum suresi 22. ayetinde “dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O'nun âyetlerindendir” deniyor ve biz buna inanıyoruz. Tekçilik bu ayetleri inkârdır. Kürdistan topraklarında diğer halklar da kardeşçe yaşayacaktır. Kürdistan ve Anadolu’da yaşanan Ermeni, Ezidi, Süryani katliamlarından bütün Müslümanlar da sorumludur ve hesap vermeleri gerekir. Ortadoğu Mezopotamya ve Anadolu’da yaşayan tüm halklara yönelik geliştirilen bu katliamları hem kınıyor hem de buna karşı Müslümanların tavır alması ve İslam adına yapılan katliamların kabul edilmemesi gerektiğine inanıyoruz.

Kürt kadın politikacı olarak bulunduğunuz muhalif bilince nereden, nasıl geldiniz?

Dindar Kürt bir ailenin medrese eğitiminden geçmiş sade yurtsever bir üyesiyim. Batman 1975 doğumluyum. 80’li yıllarda Kürdistan’da babamın ve ailemin özgür inancını doğru yaşamak istemesi, Kürt halkının yaşamakta olduğu zulmü kabul etmemesinden kaynaklı Rize’ye sürgün edildik. Lise yıllarımda Kürt halkının yaşadıklarını anlattığımızdan dolayı oldukça zorluklar yaşadık.

Sadece Kürt halkının sorunlarıyla ilgilenen değil, mazlum bütün halkların, inançların ve insanların kardeş olduğuna inanan bir toplumdan geliyorum. Geldiğim yerlerden dolayı mücadeleci bir kişiliğin ortaya çıkması doğaldır diye düşünüyorum. Ayrıca kültürümü ve vicdanımı ailemden aldım.

İslam’ın vermiş olduğu sadece Allahtan korkmak, sadece vicdanınla baş başa kalmak durumu aslında bizi bu noktaya getirdi. Rızık veren de Allah’tır, öldüren de. Bunun bilincine vardıktan sonra artık yeryüzündeki rızık verenlerden beklemek gibi bir sorunumuz olmadı. Yoksul da kalsak onurumuz ve inancımızla yaşadık. Bu bizim için büyük bir kazanç sanırım.

Kürt kadınlarının bütün mazlum halklara ve dünya kadınlarına örnek olarak saygınlık kazanmalarını sağlayan dinamikler nelerdir?

Kürt kadınlarını özgürlük çizgisine getiren özleriyle buluşmaları oldu. Gerçekten Kürt kadını Dünya’da Ortadoğu’da en özgür kadınlardan. Yaşamı içinde son 100 yılı saymazsak, Türk İslam sentezi Kemalizm’in, vahşi kapitalizmin Ortadoğu’ya girişinden sonra kadınlar gerçekten köleleştirildi. Erkekçe bir meta haline getirildi. Önceki Kürt kadını evinin ağasıydı. Bir köyde hiç erkek olmasa da bir ordu erkek gelse onları karşılama, yemek verme, uğurlama kadınlar tarafından yapılıyordu. Kadın barışı sağlayandı. Kadın beyaz tülbendi ortaya attığında hiçbir aşiret reisi tepki gösteremezdi. Susarak barış çağrısına uymaları gerekiyordu. Kürt toplumunda kadın aslında özgürdü, her yerde öncüldü.

Adım adım bin bir zorluklar ve kayıplarla gelişen kadın özgürlük mücadelesi, HDP’de yüzde 50 kadın kotası ve her birimde eşbaşkanlık ile bir kadın mücadelesi partisine dönüştü.

Diğer halklarla kardeşlik bağı içinde kol kola el ele, tüm ötekileştirilenlerin, ezilenlerin sesi olmaya çalışıyoruz. Zaten adaylarımızın profilleri de bunu ortaya koyuyor, hem inanç hem de halk bazında.

İstanbul 1. bölge milletvekili adayı olarak izlenimleriniz neler?

Kendi kitlemizde büyük bir coşku ve heyecan var. Ama farklı yerlere oy vermiş olan kesimlerdeki coşku ve ilgi de dikkatimizi çekiyor. Onların gözlerinde de bizlere karşı bir kurtarıcıymışız gibi umut ışığı hissediyoruz. MHP, AKP, CHP tüm partilerden insanlar tarafından, “başkanlık sistemine karşı cevap verebilecek olan tek partisiniz, umut sizsiniz” deniliyor. Bu yüzden umarım büyük bir başarıyla Tayyip Erdoğan’ı başkan yaptırmayarak seçimlerde başarıya ulaşırız.

Dayatılmak istenen padişahlığın, firavunluğun, tiranlığın önünde bir set olabiliriz. Bunu da halklarla, inançlarla, tüm kadınlarla başarabileceğimize inanıyorum.

KaçAk sarayların halkın hizmetine sunulması, Tayyib’in ve çevresinin hırsızlıklarına karşı gerçekten bir ses olabilelim.

Kadın özgürlüğünün, emeğinin ön plana çıkarılması, yaşamın her alanında ortaya çıkarılması, sahiplenilmesi ve değer bulması için HDP’de buluşalım diyorum.