Kürt Sorunu’unda barış sürecinin geliştirilmeye çalışıldığı bu dönemde kamuoyunda ‘akil insanlar heyeti’ diye de adlandırılan Temas ve Diyalog Grubu içerisinde yer alan ve çeşitli barış girişimlerinde yıllardır büyük gayret sarf eden Gencay Gürsoy’la gelişmeleri konuştuk.

Kadir Kaçan / Demokrat Haber

Barış sürecinden söz ediliyor. Görüşmeler var, sürece kimisi kötümser kimisi iyimser bakıyor. Kimisi ‘ortada barışa giden yol yok’ diyor. Siz bu süreci nasıl görüyorsunuz?

Kafa karışıklığı sürece verilen isimden başlıyor. Başbakan, Öcalan’ı merkeze aldığı için “İmralı süreci” adını beğenmedi.

“Barış süreci”ni de , ‘barış iki devlet arasında olur’ gerekçesiyle uygun bulmadı ve “çözüm süreci” adını münasip gördü.

Çözüm derken kastettiği de başından beri PKK’nin silah bırakması ve bir şekilde sınır dışına çıkarılması.

Birkaç kez “terör örgütü ile mücadele, uzantılarıyla müzakere ederiz” mealinde cümleler kurarken, lütfedip BDP’nin de adını andığı oldu.

Başbakan bu minval üzere, sürecin arkasında durduğunu “baldıran zehiri içme” retorikleriyle vurgularken, Kürt siyasi hareketinin parlamentodaki, Avrupa’daki, Kandil’deki temsilcileri sürekli olarak Öcalan’ın kendilerini temsil ettiğini, onunla varılan mutabakatın (?) kendileri için de bağlayıcı olduğunu tekrarladılar ama endişelerini dile getirmekten de geri durmadılar.

Şu ana kadar Hükümetin güven artırıcı hiçbir adım atmadığını sürekli olarak vurguladılar. Sürecin mümkün olduğu kadar şeffaflaşması gerektiğinin üzerinde durdular.

Her iki taraf da söylemlerinde kendi tabanlarına karşı elden geldiğince yatıştırıcı olmaya çaba gösterirken, Başbakan’ın temel endişesi, karşı tarafa ödün verildiği yolundaki algıyı ve CHP-MHP ikilisinin suçlamalarını etkisizleştirmekti. Aslında Başbakan bunları söylerken dosdoğru gerçeği dile getiriyordu. Ortada, Kürt tarafına verilmiş bir ’ödün’ olmadığı gibi, meşru hak taleplerinin de hemen hiçbiri karşılanmış değildi.

Benim kişisel değerlendirmeme gelirsek, doğrusu taraflar arasında İmralı’da bir mutabakat oluştuysa bunun ne kapsamda bir mutabakat olduğunu bilmeden ahkâm kesmek istemem ama Milliyet’te yayınlanan notlar yine de az çok fikir veriyor.

Görüşmelerin çerçevesi, Başbakan’ın ifade ettiği gibi çatışmaların durması ve PKK’nin sınır dışına çekilmesinden ibaret olsaydı, dışarıdan fikir yürütmeye hakkımız olup olmadığı tartışılabilirdi. Nihayetinde çatışma örgütle devlet arasındaydı ve koşullarını elbet de onlar belirleyecekti. Ama bugün görüyoruz ki taraflar arasındaki görüşmeler bu sınırlar içinde kalmamış, “özerklik”ten, “başkanlık sistemi”ne kadar geniş bir alanda görüşme, müzakere ya da mutabakat söz konusu. O zaman tabii ki, bu ülkede gelecek endişesi taşıyan herkesin lafa karışma hakkı var. Sanırım başkanlık sistemi konusunu ayrıca ele almak gerekecek ama şimdiden buna kesinlikle karşı olduğumu söyleyebilirim.

Kürtler endişeli olmakta haklı mı?

Yerden göğe kadar haklılar ama acıyı, zulmü en derinden yaşayan ve yaşamakta olan Kürt halkı için, kapısı aralanır gibi olan “barış“ umutlarının bu kez de heder edilmesi endişesi her şeyin üstünde önem taşıyor. Bu yüzden kimse endişelerini yüksek sesle dile getirmek istemiyor.

“SEN SİLAHLI GÜÇLERİNİ SINIR DIŞINA ÇEK, SONRA KONUŞALIM”

BDP milletvekili Pervin Buldan, “Kimse AK Parti’nin oy peşinde olduğunu ve Kürtleri kandırmaya çalışacağı yönünde kuşkusu olmaması gerektiğini” söyledi. Siz de katılıyor musunuz bu görüşe?

Pervin Buldan tam böyle mi söyledi bilmiyorum ama ben AKP’nin tasavvurundaki barış mefhumunun bizlerin anladığından hayli farklı olduğunu düşünüyorum. Nitekim Başbakan’ın konuşmalarından, ”çözüm süreci”nden bahsederken PKK’nin sınır dışına çekilmesi ve çatışmaların son bulmasını anladığını biliyoruz.

Siyasi partilerin “oy“ endişesi taşımasında ise garipsenecek bir şey yok. Önemli olan “barış” gibi yaşamsal bir sorunu, “oy” uğruna çözümsüz bırakmayı sürdürüp sürdürmemektir. Ben bu konuda CHP ve MHP’nin başı çektiğini ama AKP’nin ve kuşkusuz Başbakan’ın da övünülecek bir durumda olmadıklarını düşünüyorum. Başbakan’ın “barış süreci” konusunda en olumlu mesajları verdiği Mardin ziyareti sırasında, AKP il teşkilatıyla yaptığı toplantıda söylediklerini anımsayalım:

“Mardin Büyükşehir Belediyesi’ni AK Parti’nin kazanması lazımdır(...) Burada yanlış bir netice alınırsa çok ah vah çekersiniz. Eğer Diyarbakır’ın başına gelen Mardin’in başına gelmesin isteniyorsa Mardin bizim olmalıdır. (...) Biz sandık esaslı çalışmayı gaye edinmiş bir partiyiz (...) Muammer Güler’i İçişleri Bakanı yaptık. Güler inşallah terörle mücadele noktasında sandık esaslı çalışmanın da hassasiyetini özellikle bilmesi bakımından .(...) Önümüzdeki mart, ardından da 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde ortaya koyacaktır...”

Ben bugün Başbakan’ın “barış sürecini” sahiplenmesini de, zorlayıcı bir dizi konjonktürel faktör yanında seçim riskinin ciddiye alınacak düzeyde olmadığını görmesine bağlıyorum. Denklem öyle kurulmuş ki, şu anda sürecin tökezlemesinin sorumluluğu, hemen tümüyle Kürt tarafının hükümetin koşullarını kabullenmemesine bağlanmış durumda. Başbakan açıkça, “sen silahlı güçlerini sessiz sedasız sınır dışına çek, ondan sonra konuşalım” diyor. Ha tabii bu arada, “çekilme sırasında geçmişte olduğu gibi kayıp vermene yol açmam” demeyi de ihmal etmiyor.

Kürt tarafının, bir iyi niyet göstergesi olarak PKK’nin elindeki tutsakları serbest bırakması karşılığında, mesela KCK tutuklularının salıverilmesini talep etme şansı pek yok. Çünkü onun cevabı hazır: 4. Yargı Paketi. Pakette dişe dokunur bir şey varmış, yokmuş, bunların kamuoyunu etkileme bakımından fazla geçerliliği yok. Zaten Adalet Bakanı da son konuşmasında 4. Yargı Paketi’nin, davaların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınmasını engellemek amacıyla hazırladığını açıkça dile getirdi:

“Bugün yorumlara bakıyoruz ‘dağ fare doğurdu’, ‘biz başka şey bekliyorduk’. Bekliyorsan sen bekliyorsun. Biz ne için yola çıktığımızı 2.5 yıl önce söylemişiz. Türkiye AİHM’de ihlal kararlarında birinci. Bunu hak etmiyoruz. Devredeceğiz, bu tabloyu değiştireceğiz dedik.” (Taraf, 10.3.2013).

Kısaca bu denklem içinde Kürt tarafının “hayır” demesi, Türk kamuoyunda “işte gördünüz mü, barış istemeyen bunlar” suçlamasıyla karşılık bulacak.

“İNSAN BU TUHAFLIĞI ANLAMAKTA GÜÇLÜK ÇEKİYOR”

BDP Eş başkanı Selahattin Demirtaş Kandil’e giden heyetin Kandil’in bombalanması sebebiyle bir gün gecikmeyle gittiğini söyledi. Sizce bu ortamda müzakerelerin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi sağlanabilir mi?

İnsan gerçekten bu tuhaflığı anlamakta güçlük çekiyor ama bir taraftan da sürecin hızla ilerlediği ortada. Operasyonlar sürerken Kandil’de bir şekilde görüşmeler yapılabiliyor, toplantı görüntüleri kamuoyuna ulaşıyor. Kimse kalkıp bu koşullarda görüşmeleri sürdüremeyiz demediğine göre, işler yolunda herhalde. Bunlar bir yana, o fotoğraf karesi her şeye rağmen barışa doğru ciddi bir adım atıldığının tarihi kanıtıdır: Masanın başında Karayılan, iki yanda milletvekilleri, arkada Öcalan’lı PKK bayrağı. Bu fotoğrafın medyada yer alması ve bu yüzden kıyamet kopmaması önemli bir göstergedir.

KCK Yürütme Kurulu Başkanı Murat Karayılan, BDP’nin gönderdiği mektuba, “bizim karar almamız kolay değil, önderliğin çözüme katılması gerekir” cevabını verirken, Zaman Gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı ise Öcalan’sız çözümün daha sağlıklı olabileceğini söyledi. Bu kaygılar için ne düşünüyorsunuz?

Ekrem Dumanlı’nın Öcalan’a yönelik tavrını, esas olarak Öcalan’ın Fethullah Gülen hakkında söylediklerinin belirlediğini biliyoruz. Sürecin Öcalan’sız yürütülmesi gerektiğini savunmanın herhangi bir geçerliliği yok. Öte yandan sürecin birinci aşaması kazasız belasız sonuçlanır ve asıl Kürt sorununun siyasal çözümüne sıra gelirse, doğal olarak parlamento zemini ve BDP ön plana geçecektir.

“BDP’NİN ÖCALAN’IN SÖYLEDİKLERİNİN BÜTÜNÜNÜ BENİMSEDİĞİNİ SÖYLEYEMEYİZ”

Görüşme notları basına sızdı/ verildi. Bu görüşme notları neden iktidarı ve BDP’yi rahatsız etti?

İktidarı rahatsız eden, Öcalan’ın, AKP’nin iktidar olmasından, Başbakan’ın Oslo süreci nedeniyle yargının eline düşmesinin önlenmesine kadar birçok konuda merkezi bir rol üstlendiğine ilişkin söyledikleriydi. BDP’nin ise, görüşme notlarının içeriğinin açıklanmış olmasından çok, kendi ihmallerinden dolayı sızmış olmasından rahatsız olduğunu düşünüyorum. BDP’nin Öcalan’ın söyledikleri ile ilgili herhangi bir açıklaması olmadı ama bence onların bütününü benimsediğini de söyleyemeyiz. Bunların sadece BDP içinde değil, ona yakın duran sol demokrat çevrelerde de ciddi tartışmalara yol açacağını düşünüyorum. Özellikle Öcalan’ın gayrimüslim azınlıklarla ilgili değerlendirmeleri, yer yer resmi devlet tezlerinin, yer yer de muhafazakâr-İslamcı görüşlerin izlerini taşıdığı dikkatlerden kaçmıyor.

“ASIL TARTIŞMA, İKİNCİ AŞAMADA BAŞLAYACAK”

Kürtler 21 Mart’ta ‘Kürtlere statü’ sloganıyla Newroz’u kutlayacaklar. Kürt hareketi özerklikten vazgeçti diye basında haberler çıkıyor. Peki kastedilen statü nedir?

Kürt siyasi hareketinin “özerklik” talebinden vazgeçtiğini söyleyebilir miyiz bilmiyorum. Kurulan denklem, silahların susması aşamasında bunun bir koşul olarak ileri sürülmesine uygun düşmüyor. Dediğim gibi asıl tartışma, Kürt sorunun siyasi çözümünün gündeme geleceğini umduğumuz ikinci aşamada başlayacak. Ben BDP’nin Kürtler için özel bir statü talebinde bulunacağını sanmıyorum. Bence buna ihtiyaç da yok. Gerçek bir “adem-i merkeziyetçi yönetim” modeli gerçekleşirse egemenliğin yerellerle paylaşılması sağlanabilir ki, parlamenter demokrasi işlerse, bu yeterli bir statü güvencesi sayılabilir.

İmralı görüşme notlarında Osman Kavala’nın da adı geçti. Sırrı Süreyya Önder, Osman Kavala’nın mesajını mı iletti?

Benim bildiğim, Osman Kavala’nın adı, daha önce Demirtaş’a gönderdiği, başkanlık sistemi ile ilgili endişelerini ifade eden mektup nedeniyle geçiyor. Demirtaş’ın bu endişeleri önemsediği için Sırrı Süreyya Önder aracılığı ile Öcalan’a ilettiğini tahmin ediyorum. Bunları Osman Kavala Milliyet’e gönderdiği açıklamada ortaya koymuştu.

“KANLI OLAYLARIN BAŞLAYABİLECEĞİ ENDİŞESİNİ HEPİMİZ TAŞIYORUZ”

Baskın Hoca'nın çok önemli bir değerlendirmesi var. Devletin PKK'yi bölmeyi hedeflediğini ancak bu durumda kimin muhatap olduğunun belli olmadığı, birçok yerde bombaların patlayabileceği bir durumun ortaya çıkabileceğini söylüyor. "Eğer bu büyük çözüm dedikleri son şans da gerçekten Kürtlere, Türkiyeli Kürtler olarak gönüllerince yaşama olanağı vermeyecekse, kan dursun derken kan banyosu başlayacak" diyor. Bu uyarılara ne diyorsunuz?

Açıkçası “silahların susması”, “PKK’nin sınır dışına çekilmesi” gibi konularda fikir beyan etmek bize düşmez diye düşünüyorum ama “çözüm” süreci silahların susmasıyla noktalanır ve Baskın Oran’ın dediği gibi, Kürtlere “gönüllerince yaşama” olanağı tanınmazsa kanlı olayların başlayabileceği endişesini hepimiz taşıyoruz.

Gencay Gürsoy bu süreçte neler yapıyor?

İki aydır her cuma, Kürt siyasi hareketine en yakın gazete olan Özgür Gündem’de yazmaya başladım. Buradaki yazılarımda her şeyden önce, süreç hakkında düşündüklerimi ve kaygılarımı dile getiriyorum. Barış Meclisi, Barış Girişimi, Demokratik Anayasa Platformu gibi oluşumlarda yer alıyorum. Temas ve Diyalog Grubu diye bilinen grup içindeyim ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Yürütme Kurulu üyesiyim. Eşit yurttaşlık temelinde onurlu bir barış için konuşuyorum, yazıyorum.

Umutlu musunuz?

Yazık ki sıradan bir cevap olacak: her şeye rağmen ‘temkinli bir iyimserliği’ korumaya çalışıyorum.

Görüşme notlarında Öcalan, HDK’nin hantal olduğunu söyledi. Siz ne düşünüyorsunuz?

Kısmen hak veriyorum ama uzaktan fikir yürütmenin yanıltıcı olabileceğini düşünüyorum. HDK en azından, geçmişe oranla, değişik siyasal çevrelerden gelen insanların birbirini dinlemeyi öğrendiği bir yapı olabilmeyi başarmıştır. Katılımcı demokrasiye inananlar bunu önemsemeliler. Toplantılara katılmak konusunda özürlü bir üye olarak söyleyebilirim ki, HDK’nin henüz hedeflediği kapsam ve etkinliğe ulaşmadığı doğrudur ama bu yolda özellikle gençlerin ve kadın arkadaşların çabalarını, ısrarcılıklarını, kararlılıklarını takdirle karşılamak gerekir.

“ABD MODELİNİN ÖZENECEK BİR TARAFI OLMADIĞI AÇIK”

Görüşme notlarındaki başkanlık sistemine dair konular da konuşuldu. Siz başkanlık sistemine nasıl bakıyorsunuz? Kürt hareketi eğer tavrını başkanlık sistemini kabul etmekten yana kullanırsa siz Kürt hareketiyle aranıza mesafe koyar mısınız?

Özgür Gündem’deki son dört yazımda bu konudaki endişelerimi uzun uzun dile getirdim. Burada ayrıntılara girmek istemiyorum. Bizdeki parlamenter sistemin mevcut haliyle, başkanlık sistemini aratmadığı, çoğunluk egemenliğinin, lider otoritesinin doruğa çıktığı bu yapıdan gerçek bir çoğulcu, katılımcı demokrasiye geçişin çok zor olduğu doğru. Ama AKP’nin komisyona sunduğu modelin demokrasi adına iler tutar tarafı olmadığı da doğru.

Öcalan’ın bu konuyu ele alırken ABD’deki federatif yapıya, çift meclise gönderme yapması anlamlı olsa da, ülke siyasetiyle güçlü şirketlerin çıkarlarının belirlemesini meşru ve tek geçerli yol olarak gören ABD modelinin özenecek bir tarafı olmadığı açık.

Yarı başkanlık ya da güçlendirilmiş, partili cumhurbaşkanlığı modellerinin de, bizdeki siyasi mevzilenme ve siyaset kültürü dikkate alındığında, bugünkünden beter bir yapıyı doğuracağından hiç kuşku duymuyorum. Bugün AB normları doğrultusunda güçlendirilmiş yerel yönetim modeli gerçekleşse de, en munis başkanlık sisteminde bile merkezi yönetim (başkanın) yerel yetkilerini her an geri alabilir, bunu asla unutmamak gerekir.