Yeni Sosyal Devinim YouTube kanalından Kadir Kaçan Ahmet Davutoğlu başkanlığında kurulan Gelecek Partisinin kurucularından Etyen Mahcupyan’la online bir söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşinin öne çıkan bölümleri şöyle:

İlk olarak Gelecek Partisini seçmenizdeki tercihinizi sormak istiyorum. Daha önceki röportajlarınızda Sekülerler ile Muhafazakarlar arasında bir çatışma ve iletişimsizlik var diyordunuz. Siz daha önce de bir muhafazakar partide yer aldınız. Bugün yine muhafazakar bir partide yer alıyorsunuz. Siz kendinizi nerede görüyorsunuz? Sekülerler ile Muhafazakarlar arasında köprü olmaya mı çalışıyorsunuz?

Daha önce bir partiye üye değildim. Sadece Ahmet Davutoğlu'na o başbakanken danışmanlık yaptım. Orada AK Partiye üye değildim ama şimdi Gelecek Partisi'nde kurucu üyeyim ve yönetimde de bir görevim var. Sonuç olarak benim gibi insanlar için eğer kamusal alan için bir takım düşünceleriniz veya fikirleriniz varsa, bu görüşleri ve fikirleri sizden talep eden, sizden duymak isteyen, sizin katkınızı almak isteyen hareketler varsa ve bu hareketlerle aranızda ideolojik bir çatışma, uyumsuzluk yoksa ben daima destek vermekten yanayım. Benden kim destek isterse ve bana ideolojik bakışı ters olmadığı sürece ben o desteği vermekten yanayım. Benim konumumdaki insanların da böyle düşünmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bir şeylerden şikayet ediyorsak az da olsa o şikayeti değiştirecek katkıyı bizim de vermemiz lazım. Dolayısıyla benim konumum çok bireysel bir konum. Tercihime bir ideolojik arayış içinde bakmıyorum ve Gelecek Partisi'ne de öyle bakmıyorum. Dolayısıyla bu benden talep edildi. Hayır demem için de gerçek bir sebep yoktu ortada. Eğer sağlığım ve imkanlarım el veriyorsa herhangi bir şeyler yapmaktan kaçınmam. Benim açımdan olay bu. Köprü olma mevzusu ise abartılmış bir model olabilir. Yoksa kimse böyle bir modele soyunacak güçte değil bence. Yaptıklarınızla ve var olma biçiminizle bu olabiliyorsa olur. Bunu hedefleyerek siyasete girilmez diye düşünüyorum. Ben bireysel kararım ve bireysel çabam ile bu partiye elimden gelen katkıyı vermekteyim o kadar. Çok daha büyük veya ütopik hayalim yok.

Sizin Gelecek Partisi'nden beklentileriniz neler? Tamamıyla Partiyi kendinize uygun gördünüz mü?

Yeni partiler her zaman daha elverişlidir, çünkü orada kültür yeni oluşacak. Yeni bir kültüre katkı yapma ve etkileme imkanınız daha fazladır bir aydın ve ya dışarıdan birisi olarak. Ben farklı bir siyaset türü bekliyorum ve Türkiye'nin ihtiyacı olan farklı bir siyaset türüdür. Daha sekülerler ile muhafazakarlar, dindarlar arasındaki boşluğun meselesi de buydu. Türkiye'deki problem her iki tarafın da belirli tür siyasete sıkışmış olmalarıydı. Bunu aşacak olan bir imkan varsa, yeni partiler veya yeni bakışlar sayesinde varsa bunun değerli olduğunu düşünüyorum. Gelecek Partisi'nin de buna aday olduğunu düşünüyorum. Becerip beceremeyeceğimizi göreceğiz. Bunun için uğraşacağız ne kadar başarılı olup ne kadar olamayacağımızı hayat gösterecek. Hedef belli bir zaman aralığında iktidara gelmekten ziyade bir olayın ruhunu değiştirmektir esasında. Aynı zamanda şuna da inanıyoruz eğer zamanın ruhunu değiştirirsek bizim gibi partilerin iktidarda pay sahibi olma yolu açılacaktır. Şu an Türkiye'de mesele bu. Kamusal alan da siyasette sıkışmış durumda. O sıkışmışlığı da aşamıyor. Tarihsel olarak da bu durum aşılmıyor, 1923'ten beridir gelen durum bu. Şu anki iktidarın yarattığı meselenin çok ötesinde Türkiye siyasetinin kültürel problemleri var.

Siz Gelecek Partisi'ni yeni bir parti olarak tanımlıyorsunuz. Fakat Davutoğlu ve daha birçok partili eskiden AK Parti içinde siyaset yapıyorlardı. Ondan önce de milli görüş içindeydiler. Bu önyargılara neden olmaz mı? Siz zorlanmaz mısınız?

Yani ön yargılar her zaman olacak ve ön yargılar gerçekliğin birer parçasıdır. Herkesin herkes hakkında ön yargıları vardır. Ön yargıya tabi olmayan hiçbir siyasetçi ve hiçbir siyasi parti yok. Bugün CHP'nin karşılaştığı ön yargılar herhalde bizimkinden daha fazla. AK Parti de önyargılarla karşı karşıyaydı ama artık bazı şeyleri hak ediyor. Mesela AK Parti'nin ilk kurulduğu zamanları düşünelim. Çok büyük bir ön yargı vardı ve haksızdı. Ön yargılar var ve önyargıların buharlaşacağını bekleyemeyiz. Dolayısıyla o bir handikap değil ama siyaset sizin kendinizi yeniden anlatma şansınız demek. Bu parti de kendisini yeniden anlatacak. İkna edebilirse eder edemezse edemez. Dolayısıyla önyargıyı veya geçmişini tekrar değiştirecek bir durum yok. Şu anda ne yaptığı kritik olacak. Şu anda yaptıkları ile insanlara hitap edebiliyor, anlamlı projeler sunabiliyorsa toplum da ona bir anlam ve destek verecek. Zaten bu anlamda bir işlevi yoksa geçmişte şunu yapmış bunu yapmış çok da önemli olmayacak. Aynısı şimdi lafı geçtiği için CHP için de geçerli. CHP de dindarlar tarafından dışlanan ve güvenilir bulunmayan bir partiydi ama o dindarların önemli bir oranı son seçimde İmamoğlu'na oy verdi. Birçok insan Kılıçdaroğlu'nun davranışlarını beğeniyor. Geçmişe dönük olarak değerlendirme çok yatkın da değil. Ön yargılar var ama bu ön yargıların çok da güçlü olduğunu düşünmüyorum. Türkiye'nin ihtiyaçları o kadar yoğun ki önyargılar önemsiz kalıyor bunun yanında. Kim doğru düzgün davranırsa toplumsal destek ona olacaktır.

Önceki sözlerinizde 1923'ten beri siyasette bir sıkışmışlık var dediniz. 15 Temmuz'da Ohal ilan edildi. Onun öncesinde Güney Doğu'da sokağa çıkma yasakları var. Şehirler neredeyse yerle bir edildi. Bütün bunları göz önüne aldığınız bir sıkışıklık var mı? Gelecek Partisi bu durumda neler yapabilir? Bu atmosferi biraz daha rahatlatabilir mi?

Sıkışıklık tabii ki var ve her geçen gün artıyor. İktidar her fırsatı bu yönde kullanıyor. Dolayısıyla konuşmanın zorlaştığı, konuşma kanallarının azaldığı, konuşanların tutuklanabildiği, insanların korktuğu bir ortamdayız. Bu durumda kim ne yapar diye sorduğumuz zaman insanlar tek başına bir şey yapamaz. Onlardan beklenmemeli zaten. Sivil toplum bir şey yapamaz ve onlardan da bir şey beklenmemeli. Çünkü onların üzerinde de çok büyük baskı var. Siyasi partiler bir şeyler yapabilir. Gelecek Partisi bu bir şeyi yapabilmek için çıktı karınca kararınca ama şunu söylemek lazım, hiçbir siyasi parti tek başına bunu yapamaz. Tek başına kahraman olmak için yola çıkılan bir yol değil bu. Siyasi Partiler bu durumdan muzdarip ise eğer bir araya gelerek farklı bir kültür oluşturmaları lazım. Bir konuşma, siyaset yapma kültürü oluşturmaları lazım. Biz Gelecek Partisi buna katkı sunmak istiyoruz. Bu ortamı bu zemini kurmak istiyoruz. Çünkü ondan sonra normal bir kamusal alan, normal bir siyaset başlayabilir. Şu anda siyaset tamamıyla itirazlarını duyurma çalışması olarak bizim için en azından şu anda sesimizi duyurmaktadır. Belki CHP için öyle değildir. Biz sesimizi duyurma problemi ile karşı karşıyayız. Çok daha elementer düzeydeyiz.

Yeni af yasası hazırlandı. Bazı kesimler bu affın dışında bırakıldı. Kimisi bu yasayı şöyle yorumluyor. Bu yasa ayrımcılık içeriyor ve bu yasadan sonra cezasızlık da artacak deniliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Çok açık bir şey var, bu ceza indirimi ve ya affın nedeni Corona virüs salgını. Bu salgın insanların suçuna göre etkilemiyor, insanları eşit etkiliyor ya da eşit etkileme şansı var. O yüzden de herhangi bir af ortamında suç ayrımı veya eylem ayrımı yapmak zaten işin mantığına aykırı. Bunda böyle bir gariplik var. İkinci olarak, hükümlü ile tutuklu arasında bir ayrım yapmayan bir yaklaşım var bunda, bu da iktidarın tutuklama siyasetine devam edeceğini gösteriyor. Üçüncü olarak yasanın içerisinde bir madde var, ve bu madde birinci derecedeki mahkemelerin mahkeme bittikten sonra karar temyizdeyken tutuklama yapabileceğini söylüyor. Fotoğrafın tümüne baktığımız zaman af bir yana bu iktidarın kurmuş olduğu baskı ortamını devam ettirmek üzere bu yasayı çıkardığını anlıyoruz. Yani af işin bir kısmı sadece. Ondan yararlanarak aslında iktidar otoriter zeminini daha da pekiştirmeye uğraşıyor. Ve şunu da biliyoruz, daha önce hukukçulara danışılmadı. Hukukçulara sorduğumuz zaman yasada muğlak ifadelerle yazılmış ki, bu yasayı farklı hukukçular farklı anlıyorlar. Bu da iktidarın eline çok büyük fırsat veriyor. Bir ülkede herhangi bir metni hukukçular farklı anlıyorlarsa iktidar istediğini yapabilir. Çünkü iktidar kendisini destekleyen bir hukukçu bulacaktır bir yerde. O yüzden de bu olay aslında bir af yasası falan değil. Şu anda bu Covid salgınından hareketle popülizan bir adım ve onun etrafında otoriterleşen bir zeminin pekiştirilmesi çabasıdır.

Avukat Eren Keskin yaptığım röportajda, "Adli tutukluları dışarı çıkarıp daha çok siyasi tutukluya hapishanelerde yer açma amacı var" demişti. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?

Tabi sonuç buna geliyor. Siz sonuçta ifade özgürlüğünü kabul etmeme kafasına sahip bir iktidarsanız, giderek ifade üzerinden suç üretme ihtimaliniz yüksek demektir. Bunun için diğer mahkumları çıkarmaları gerekmiyordu. Üst üste insanları hapishanelere koyabiliyorlar. Daha çok insanı tutuklamak için teknik bir zemine ihtiyaçları yok bu iktidarın. İşin popülizan tarafı var onu göremezlikten gelemeyiz, bir sürü insanı hapishanelerden çıkartmak şeklinde. Şunu söylemek gerekir, hapishane koşullarında bu salgın ile mücadele etmek çok zor. Dolayısıyla hapishanelerin belirli bir mantık içerisinde, hapishaneden çıkanların takip edilerek tahliye edilmelerinin bir mantığı var. Ama bunun nasıl ve kimlere yapıldığı, kimlere yapılmadığı noktasına geldiğimiz zaman iş tamamıyla siyasi.

Corona ile mücadele konusunda dünyada farklı uygulama örnekleri var. Örneğin, Çin sokağa çıkma yasağı ilan etti ve tamamıyla insanları izole etti. Almanya ise kısmen bir karantina uygulaması yapıyor. Tükiye nasıl uygulamalar yapılıyor? Cuma günü sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve 2 saat kala insanlara bu yasak duyuruldu. İnsanlar market önlerinde izdiham yaşadı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu son örnekten, mücadele tekniğinin ne olduğunu anlamak mümkün değil. Çünkü bu son örnek bir akılsızlık örneği. O bir stratejik örnek değil. O tamamen bu işi yürüten insanların kapasitesizliğini gösterdi. Bu bu kadar basit. Çünkü aynı kararı öğlen verselerdi insanların 8 saat zamanı olacaktı ve herkes sokağa aynı anda çıkmayacaktı ama yine ihtiyaçlarını alacaklardı. Türkiye'deki olay şu, iktidar birbirleriyle uymaz iki şeyi aynı anda istiyor. Birincisi, ekonomi hiçbir şey yokmuş gibi devam etsin istiyor. Çok basit terimlerle söyleyeceksek eğer çünkü kasada para kalmadı. Eğer ekonomi durursa onu tekrar canlandırmak zor olacak. Bir başka istediği ise bu hastalık çabuk bitsin, insanlar ölmesin istiyor. Ama bu ikisini bir araya getirmek çok mümkün değil. Özellikle İstanbul örneği bunu gösteriyor. İstanbul'da 15 Milyon insan yaşıyor ve muhtemelen bu 15 Milyon insanın 10 Milyonu bu virüs ile karşılaşmadan İstanbul'daki olayı bitirmek mümkün değil. Tek bir şekilde bitirebilirsiniz, şu andan itibaren 15 gün sokağa çıkma yasağı koyarsanız. O zaman belki bu 10 Milyonu 1-2 milyona indirebilirsiniz. Bunu yapmadığınız sürece eninde sonunda bu 10 milyona gidecek. Çünkü, bu tür Pandemiler ve ya endemiler belirli kapalı nüfusun %50 veya %60'ına ulaştıktan sonra ancak durabilir. Ancak o zaman Antikorların yoğunluğu virüsün hızını durdurur. Siz şu anki tedbirlerle bunu yapmıyorsunuz. Bu Türkiye'deki süreci sadece uzatıyor. Bu ilk başladığı zaman benim de tahminim virüsün Mayıs sonunda biteceğiydi. Eğer doğru önlemler alınsaydı. Ama şimdi ben Haziran sonunu geçtim. Mümkün değil daha önceki bir tarihte bunun bitmesi. Tedbir almadıkça dalga dalga bu devam edecek ve siz vaka sayısını engellemekte zorlanacaksınız.

Peki Türkiye'deki ölüm oranları size de fazla gelmiyor mu? Türkiye'nin yaş ortalaması 29 Almanya'nın ise 46... Buna rağmen Türkiye'de ölüm oranları neden fazla?

Almanya en iyi örnek. Almanya ölüm oranları açısından Dünya'nın en iyi ülkesi şu anda. Türkiye'deki ölüm oranları bence görüldüğünden daha fazla. Gerçekte olandan daha az deklare ediliyor. Çünkü Türkiye'deki rakamlar, pozitif tanı koyulmuş insanların ölümünü istatistiğe koyuyor. Ama bunların dışında olup yine Covid-19 virüsünden kaynaklı ölmüş olanlar var. Bunları takip etmeyince istatistik olarak tebliğ edemiyoruz. Dünya Sağlık Örgütü bu noktada Türkiye'yi uyardı. Çünkü iki kategori var. 2 kural var Ölümlerin ve vaka sayılarının takip edilmesi için. Türkiye bunun sadece bir tanesini yapıyor. O yüzden de Türkiye'deki ölüm sayıları aslında bundan da fazla. Aslında Türkiye'de sağlık sistemi birçok ülkeden daha iyi. Doktor ve hemşirelerin kalitesi, hastanelerin bilgi düzeyi... Özellikle 10-15 yıldır Türkiye'de sağlık sektörü üzerinden de bir turizm canlandı. Türkiye sağlık üzerinden hizmeti dünyaya ve özellikle Avrupa’ya satıyor. Bu da kaliteyi çok yükseltti. Avantajı da var Türkiye'nin dezavantajları da var. Sırf sağlığa bakarsak avantajları çok. Ama kültürel boyuta bakarsak ve bu olayın nasıl yönetildiğine bakarsak çok dezavantajlı durumdayız. İktidarın bu noktaya kadar bu işi nasıl yönettiğine baktığımız zaman insan hayal kırıklığı yaşıyor. Toplumun da belli alışkanlıkları var. Bunun da dikkate alınması gerekiyor. Mesela Alman toplumuna sıkıyönetim ilan etmeye gerek yok. Sokağa çıkma ilanına gerek yok. Şöyle davranın dediğinde o toplumun büyük çoğunluğu öyle davranır. Çünkü daha bilinçli bir toplum. Türkiye toplumuna şöyle davranın dediğimiz zaman toplum öyle davranmıyor. Toplumun %70'i bile öyle davransa geride hala yüksek bir oran kalıyor, ve bu yüksek oran herkesi virüs ile karşı karşıya getiriyor. Türkiye'de "Sert" ya da kuralları belli tedbirler alınması lazım. Bu anlamda Çin'e daha çok benziyoruz Almanya'ya benzemekten ziyade.

Söyleşini YouTube kaydı: