BERRİN KARAKAŞ / Radikal

 

Gaziantep saldırısı sonrasında soruyorlar: “Neredesiniz?”. Neredesiniz?

Herkesi bağlayan birtakım manifestolar var. Karl Marx’a “Komünist misin değil misin?” diye sorulmuyor çünkü işin başında bir manifesto yayımladı. Biz de Blok olarak hem seçim beyannamesi yayımladık, hem de seçimlerden hemen sonra İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile bir çatışma döneminin açıldığını gördüğümüzde üzerimize vazife düşüyor diye düşünerek ortaklaşa, barış yerine sivilleri hedef alan bir mücadelenin yanında olmayacağımızı deklare ettik. Bu artık namus sözü, bir kere söylemişiz. Bize sorulacak soru biz buradan dönersek sorulur, başkaları bir şey yaptığında değil. Fakat tuhaf bir şekilde bizi, eğer olumlu karşılık vermezsek, PKK mensupluğuna, PKK’nın beşinci kolu durumuna itmeye çalışan bir çağrı var. Bu çağrının masum olduğuna, çatışmayı bitirmeye yönelik olduğuna inanmıyorum.

 

Seçimlerden sonra başlayan bu çatışmalar BDP’nin işini zorlaştırmıyor muydu?

İster Türkiye’nin batısında, ister doğusunda iki büyük güçten ağır bir biçimde etkileniyor BDP. Hem devletin hem PKK’nın üzerinde büyük bir basıncın olduğu siyaset içi alanda bir hat çizmeye çalıştık biz. Tabii bu güçlüklerle dolu. Kimse ciddiye almadı ama PKK 2011 yazında devrimci halk savaşı ilan etti. Devlet de Tayyip Erdoğan’ın ağzından “Uzlaşma yok” dedi. Bu iki kuvvet karşı karşıya geldiğinde insanlar devleti de PKK’yi de hafife aldılar. “Söyler geçer” diye düşündüler ancak geçilmedi. Fiiliyat ortada. Biz bu belirtileri görünce, hak iddia etme adına birtakım eylemlere girişilince gördük ki bu, çatışan taraflar arasında ve kırsalda kalmayacak, Türkiye’nin tamamını etkileyecek. Bunu durdurmak için bir an önce neyse etkimiz söz alalım istedik ama beklediğimiz etkiyi uyandırdığımızdan emin değilim. Eleştirildik, ciddiye alınmadık. Fakat sezgilerimizin bizi yanıltmadığını gördük, keşke yanılmış olsa idik.

 

BDP’nin şiddeti durdurmaya dair PKK üzerinde bir etkisi oluyor mu?

Çok çalışırsak, çok hareket edersek olur. Gültan Kışanak’ın “Antep’teki eylemi PKK yapmış ise bu Kürt davasına zarar verir” sözünden hareket edersek, bunun Gültan Hanım tarafından söylenmesi çok önemli. Hepimiz bazı olaylar olduktan önce ya da sonra tartışarak, pozisyon alarak devreye girersek insanlar bunu kaale almak zorunda kalır. BDP tabanının meşru görmediği hiçbir savaşın sonuç alması mümkün olamaz. BDP tabanı herkesi dinliyor: Kandili de BDP’yi de Öcalan’ı da Leyla Zana’yı da. Bunlarla ilgili hüküm veriyor. Zana’yı dinlemezlik etmedi ama mesajı beğenmedi ve bir kenara koydu. Ama Öcalan’ın mesajını değerlendiriyor, kaydediyor. BDP’nin mesajını kaydediyor.

 

Antep saldırısından sonra hakkınızda yazılanları okuyunca ne hissediyorsunuz?

Ben kendimi çok rahat hissediyorum. Reşadiye saldırısı olduğunda açık olarak yazdım: “Bu çocukları neden öldürüyorsun? İşgal altında bulunduğu söylenen Kürdistan’da bile değiller ki”. Zamanında 33 asker öldürüldüğünde herkesten önce biz karşı çıktık. Şam’a gazeteci olarak gittiğimde Öcalan’a ilk sorduğum şey bu oldu. “Ama onları da bizim önümüze devlet attı” dedi. “Ee attı da öldürmek zorunda mısın?” Bu yazılanlar insanı “Ben zamanında PKK’ya çok laf söyledim” demek zorunda bırakıyor ki, bunu zul olarak görüyorum. “Siz bilmezsiniz ben zamanında neler dedim” diye konuşulur mu? Toplumsal hafıza adına konuşan, yazan bunu aklında tutacak. Akyol ve benzerlerinin bunları yazıyor olması Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin kendini solda tanımlamasıyla ilgili. Yoksa çok övdükleri Kemal Burkay federasyonu savunuyor. PKK’ya göre daha ayrılıkçı. İbrahim Güçlü gibi tamamen ayrılmayı savunanlar var ve hükümet onları çok seviyor. Hükümet şu an kim PKK’ya küfrediyorsa onu seviyor. Bizi de aynı yere itmek istiyorlar. Sistematik olarak Sırrı ve benle uğraşılmasının sebebi de bu.

 

Taha Akyol yazısında ’O mahallenin vicdanları nasıl kör ettiğinin örneği’ olarak gösterdi sizi, o mahalleye girdiğinizden beri neler değişti? Sonuçta uzaktan konuşmakla orada olmak bir olmuyor.

Şu anda sizinle işte kendi mahallemde oturuyorum. Orası benim görev yerim ama şunu söyleyebilirim. İnsanların onurlu yaşama tutkularının ben bu kadar güçlü olduğunu, her şeyin önüne geçmiş olduğunu, hayatlarını, çocuklarını, ailelerini bunun için feda etmeye hazır olduklarını bu yakın temas olmasaydı bilemezdim. Bu insanların Türkleri bu kadar çok birlikte yaşayabilecek bir partner olarak gördüklerini de. Kendi kendilerini yönetmeye bu kadar tutkulu olduklarını da bilemezdim. O yüzden bence çok safiyane seçmeli Kürtçe dersleri vs. ile meselenin çözüleceğini sanmak. Belki sonunda herkes birbiriyle anlaşacak ama önce bu varlık ve kimlik tanınacak, bu elde edilecek. Bu tıpkı Amerika’da beyazlarla siyahların yaşadığı gerilim gibi. Önce siyahlar kabul edilecek, sonra beyazlar ile eşit ilan edilecek. Bütün hakları verilecek, bütün istekleri karşılanacak ondan sonra siz gelip “Ben iyi bir insanım ırkçı değilim” diyeceksiniz. Geride yaşanmış bir tarih var. Dersim mağaralarında boğazlanmış insanlar var. Tayyip Erdoğan da öteki başbakanlar gibi “milliyetçiyim” dedi. Mahalleye gitmenin en önemli faydası idrak ve hissiyatta yarattığı farklılık. Ben de eskiye nazaran daha ölçülü, daha hakiki olduğumu düşünüyorum. O zaman diyeceksiniz “Gerillalarla kucaklaşıldığında bu mahallenin hassasiyetlerine dokunulmuyor mu?”

 

Madem oraya geldiniz…

Elbette bu süreç daha iyi yönetilebilirdi fakat bu ne kadar başka insanları inandırır onu bilmiyorum ama orada asıl konvoydaki halk gerillalarla kucaklaşmaya yöneldi. Vekiller de bu akis içinde tutum takındılar. Gerillalar her zamanki protokolü uygulamaya kalktılar: Siz durun, biz gerillayı anlatacağız. Halk üzerlerine yürüyüp sarmaş dolaş olunca orada bunun kınaması, eleştirisi yapılamaz. Ayrıca neyi kınayacaksın? Ben belki de onlar kadar hissiyatlanmadım, heyecanlanmadım. Duruma espri yollu bir çare bulmaya çalıştım.

 

Nasıl bir espri yaptınız?

“Hocam sizi misafir edeyim” deyince, “Yok teşekkür ederim, siz bu tarafa buyurun” dedim. Bunu tercüme ettiğinizde bu ne demek? Nasıl gelebilirler bu tarafa? Bütün o yol siyasi olarak kat edilebilecek bir yol. Ben o kahramanları görmek isterim gerillaya posta koysunlar orda. Bu olmaz. Böyle bir ilişki düzeni yok. Şunu söylemekse çok kolay: “Siz biliyor musunuz o gerilla kaç kişiyi öldürdü, öldürecek?” Peki bugün asker bile olmayan bu kahvede oturan gençlerin bölgeye asker olarak gitmeyeceğini biliyor muyuz? Zorunlu olarak öldürülmüş 40 bin Kürdün üzerine başkalarını eklemeyeceğini? Öyle bakarsanız Kim kime sarılabilir bundan sonra? Bu savaşta 40 bin insan öldü. 35 bini savaşan Kürtler 5 bini de diğerleri. Bu çocukları kim öldürdü? Saymaya başladığımız zaman sonu var mı? Ben öyle bakmıyorum. O gençler karşılarındakini kendisine sarılmadan edilemeyecek insanlar olarak gördüler. Sorunu çözüme kavuşturacak, siyaseti ifade edebilecek takdir ettikleri insanlar olarak sarıldılar. Onlar Kürt arkadaşlarımızın da akrabaları, akrabalarının akrabaları. Onlar da öyle yapacaklar. Kimse beni bu insanların cani olarak doğduklarına, idam edilmeden haklarından gelinemeyeceğine ikna edemez. Çocuklarını kaybetmiş asker aileleri bunu böyle yorumlar mı? Ama siyasetin görevi her bir ölümün tek ve biricik olduğunu anlatmak. Bu duygusallıklara siyaset katılacak olursa herkes birbirini doğramaya başlar ve doğrarsa yeridir. Bu mu?

 

Peki “Siz bu tarafa buyurun” deyince ne cevap aldınız?

Gülümsedi ve dedi ki “O Ankara’nın işi hocam, siz onu Ankara’da yapacaksınız.”

 

Solun PKK’yla arasına mesafe koymadığına dair eleştiriler artacak gibi bu dönemde: sivillere zarar veren ETA’yı İspanya’da sendikaların sol örgütlerin kınaması örnekleriyle…

Türk solunun şu aymazlığı yapmayacağından eminim. Sendika var da yürümüyor mu? Sendikal hayat mi bırakıldı? ETA’ya karşı yapılan yürüyüşlerin her birinin ayrı dinamiği var. Bir düzine ETA var. Ancak bu protestolar büyük ölçüde özerk yönetimlerin doğmuş olması, Bask dilinde eğitim gibi bütün ön taleplerin gerçekleşmesine rağmen şiddetin devam ediyor olmasıyla ilgiliydi. Şu anda Bask’taki, Katalonya’daki durumu Kürdistan özgürlük hareketine verin o gün silahlı çatışma biter. O zaman da Türkiye solunu PKK’nın üzerine sürmeye gerek yok. PKK’nın yine pek çok talebini Türkiye solu da talep olarak öne sürüyor. Hangimiz özerk yönetimi, ana dilde eğitimi istemiyoruz? Aslında kendisine de PKK’ya muamele edildiği gibi muamele edildiği, Hopa’da yerlerde sürüklendiği, öldürüldüğü, gaz banyosundan geçerek yaşadığı, son otuz yıldır sola yönelik katliamcı yönelim kesintisiz sürdüğü için sol PKK’yı hasmı değil demokratik ulusal haklar için başka bir yöntemle mücadele eden bir muhalif dinamik olarak görüyor. Ama bütün bunların böyle olmuş olması sivilin canına kıymayı meşru ve önemsiz kılmayı gerektirmez. Bizim itikadımız, geleneğimiz bunların karşısında olmayı gerektirir. Bu saldırı PKK da yapsa başkası da yapsa kınamayı hak eder. Bu kınamanın da bin tane yolu var. Bunu devletin yanına geçerek ya da onlarla politik bir diskur tutturarak yapabilirsiniz. Seyirci olarak kalmazsanız, Kürtlerin hak mücadelesinin yanında olursanız eleştiriniz de Kürtlerce duyulur. En doğru yol Kürt halkının mücadelesinin bir paydası olarak ona eşlik ederek bu eleştiriyi yapmaktır. O mücadeleyi meşru görmeyen eleştiriler ne kimsenin kulağından girecektir ne de kaale alınacaktır.

 

Bu mücadeleye destek verenlerde başlayacak olası durgunluk için ne söylersiniz?

Bu yalıtma ve yeniden sıralama siyasetine bigane kalmak demek sonuçta tutunacak herhangi bir zemine de sahip olamamak demek. O yüzden hükümetin CHP’ye yaptığı gibi hizalama, herkesi Türk milliyetçiliğinin arkasında safa dizme teşebbüslerine karşı çıkabilmeliyiz. Gazeteciler de hükümetin propaganda aygıtı gibi davranmayıp bağımsız eleştirilerini yapmalılar. Bu patlama Türkiye’yle Suriye arasındaki bir rejim ihracı teşebbüsünden doğan çatışmanın yankısı ise ve çatışma sertleşerek devam edeceğine göre büyük bir hızla insanların kendilerini derleyip toparlamaları gerek. ABD’yle Türkiye daha ileri müdahaleler konusunda anlaştıklarına göre diğer sınır kentlerinde de benzer olayların ortaya çıkabileceğini görmeli, şimdiden açık tavır almalıyız. İki şey şart: Kürtlere karşı uygulanan güvenlikçi yaklaşımın reddi ve Suriye’ye rejim ihracı konusunda muhalefetin baskı altına alınmasına karşı koymak.

 

Bülent Arınç , Sırrı Süreyya Önder’e Yıldıray Oğur, Gülay Göktürk okumasını tavsiye etti. Bu mudur?

Ben de onlara kontrgerilla doktrininin mucidi David Galula’yı okumalarını tavsiye ediyorum. Şöyle başlar hikâyeye: Zamanında yapılacak olan hiçbir şey yapılmamış, halk zulüm ve devlet şiddeti dolayısıyla ayaklanmaya mecbur bırakılmışsa artık hiçbir kontrgerilla tedbiri fayda getirmez. Bu dava zaten kaybedilmiştir. Bu kendilerinden yana olan bir profesyonelin sözüdür.