Erdoğan Usta / Demokrat Haber

AKP ve MHP önce ittifak kurdu, sonra 24 Haziran’da baskın seçim kararı aldı, ardından seçim yasalarını da istedikleri gibi değiştirdi. Ancak, AKP ve MHP tarafından sonucu baştan belli gibi kurgulanan seçimler için muhalefet de kendi hamlelerini yapınca tablo hızla değişti. Hem Demokrat Parti destekli CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi’nden oluşan “Millet İttifakı” ve hem HDP izledikleri seçim stratejileri ve söylemleri ile AKP-MHP-BBP’den oluşan aşırı sağ/milliyetçi ittifaka karşı iyi bir yükseliş yakaladılar.

Böylece 24 Haziran’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalma ihtimali neredeyse kesinleşti. Ayrıca muhalefetin 16 yıldır iktidar yorgunu AKP ve müttefiklerini meclis seçimlerinde de geride bırakma ihtimali doğdu. Ancak bu ihtimalin gerçekleşmesi eşbaşkanları, milletvekilleri, belediye başkanları ve binlerce üyesi tutuklanarak eli kolu bağlanan HDP’nin barajı aşabilmesine bağlı. HDP barajı aşamazsa AKP-MHP-BBP’den oluşan aşırı sağ/milliyetçi ittifak HDP’nin alacağı vekilliklerin birçoğunu haksız yere alarak büyük avantaj elde edecek.

Biz de bu koşullarda HDP’nin iktisatçı adayı Prof Dr. Erol Katırcıoğlu ile 24 Haziran’a giderken oluşan tabloyu konuştuk…

“DİĞER PARTİLERİ “TÜRKİYELİLEŞEMEMİŞ” PARTİLER OLARAK DEĞERLENDİRİYORUM”

Her ne kadar HDP yoğun bir “Türkiyelileşme” vurgusu ile siyasi hayatına başlamış olsa da, iktidar çevreleri onu bir Kürt partisi olarak takdim etmekten asla vazgeçmediler. Kamuoyunda da sanki ağırlıklı olarak “Türkiyeli Sosyalist siyasi çevrelerle ittifak eden bir Kürt Partisi” olarak görülmeye devam ediliyor HDP. Oysa, geçmişte Erdal İnönü’nün danışmanlığını yapmış Karadenizli bir İktisat Profesörü olarak sizin HDP’den aday olmanız gibi örnekler, ana akım medya tarafından sunulan bu HDP profilinin oldukça dışında. Neden HDP’den aday olduğunuzu, HDP’nin sizin için ne anlama geldiği anlatır mısınız?

Doğrusu, HDP için iktidarın başından beri benimsediği ve yaratmaya çalıştığı algı, dediğiniz gibi HDP’nin bir Kürt partisi olduğu şeklinde. Evet, HDP’ye belirli bir mesafeden bakınca içinde Kürtlerin daha yoğun olduğundan dolayı böyle bir kanaate varmak mümkün. Ama bu görüntü yine de HDP’nin yalnızca Kürtlerin sorununa odaklanmış bir Kürt partisi kanaatine varmayı meşrulaştırmaz bence. Çünkü bu partide benim gibi etnik kökeni farklı, dini inancı farklı birçok insan var. HDP zaten de böyle olmalı. Yani bu ülkede yaşayan farklı kimliklerden ortak bir yaşam alanı yaratmaya çalışan bir parti HDP. Benim için bu çok önemli. Önemli çünkü, ben bu ülkenin kurulduğundan beri ortak bir kimlik üretememiş olduğuna, bir “biz” duygusu üretememiş olduğuna inanıyorum. O nedenle de diğer partileri “Türkiyelileşememiş” partiler olarak değerlendiriyorum. Anlayacağınız gibi bugün Türkiye’nin sosyal, siyasi ve ekonomik sorunlarının dibinde, bir “biz” duygusu üretememiş olduğu gerçeği yatıyor. Bir başka ifadeyle HDP dışındaki partiler şöyle ya da böyle, açık ya da kapalı bir biçimde “kimlikçi” partiler aslında. Dünyaya da ülkeye de hangi kimlik mensubuysa o kimliğin penceresinden bakıyorlar. Birbirinin söylediğini dinlemiyorlar vs.

Ben sol gelenekten gelen biriyim. Bu söylediklerimin de günümüzün sol siyaseti içinde önemli olduğuna inanıyorum. Böyle bölünmüş bir toplumda, önce, kimliklerinden dolayı mağdur olan kesimlerin özgürlüklerinin sağlanması gerekiyor. Yani bu aşamadaki mücadelemiz demokrasi çıtasının çok daha yükseklere çıkartılıp, Kürtmüş, Türkmüş, Aleviymiş, Sünniymiş gibi tartışmalara son verip özgür bir biçimde yaşayabileceğimiz bir yaşam kurmalıyız. Ben böyle düşünen biri olarak HDP’nin sadece günümüzün değil geleceğin de partisi olduğuna inanarak aday oldum.

Türkiye’nin en kozmopolit bölgelerinden birinde, İstanbul’un 1 numaralı seçim çevresinde seçim çalışmaları yürütüyorsunuz. Gözlemleriniz nedir? HDP Kürtler ve sosyalistler ile sınırlı bir toplumsal desteğe mi sahip yoksa diğer toplum kesimlerinden de hatırı sayılır bir destek alabiliyor mu?

Doğrusu benim seçim çalışmaları için gittiğim yerlerde gördüğüm tablo bu değil. Yani tabii ki Kürtler ve sosyalist kesimlerin desteği görünür bir destek. Ama bence hepsi bu değil. Bir kere HDP standlarını gezerken CHP standlarındaki arkadaşlara selam verip hayırlı olsun dileklerimi iletiyorum. Hemen hemen hepsinden meclis seçimlerinde bizi destekleyeceklerini söylüyorlar. Bu önemli. Ben bunun da ötesinde bu toplumun derinlerinde bir yerlerde ciddi bir adalet duygusu olduğuna inanan biri olarak başka bir şey hissediyorum. Bir tür “sessiz bir destek”. HDP’ye yapılanları, Selahattin Demirtaş’a ve diğer vekillere yapılanları adil bulmayıp da HDP’li olmadığı halde oy vermeyi düşünenlerin sessiz desteğini hissediyorum. Üzerine bu kadar baskı kurulmuş bir partinin böyle bir desteğe sahip olduğunu inşallah seçim sonuçlarında da göreceğiz.

Seçimlere ilişkin en yoğun tartışma konularından biri de “HDP baraj altında kalırsa ne olur” meselesi. HDP’nin ciddi bir baraj tehlikesi yaşadığı kanısında mısınız? HDP’nin barajı geçememesi beraberinde ne tür sonuçlar doğurur?

HDP’nin bir baraj tehlikesi yaşadığını düşünmüyorum. Ama, dediğim gibi benimkisi sınırlı bir gözlem ve bir his. Yanılabilirim de. İnsanların sandık başında nasıl davranacaklarını bilmek çok zor. Ama açık bir gerçek var ki eğer HDP barajı geçemeyip meclis dışında kalırsa, işte o zaman topluma ve hayata Sayın Cumhurbaşkanı’ndan farklı bakan, farklı düşünce ve değerleri benimsemiş insanlar bakımından bir felaket olur diye düşünüyorum. Özellikle batılı değerleri benimsemiş seküler kesimleri kastediyorum. Solcuları, sosyal demokratları ve demokratları ve bilcümle farklı kimliklerdeki insanları kastediyorum.

CHP seçmeninin bir kısmının, HDP’nin baraj altında kalmaması için “stratejik” bir oy verme tercihinde bulunacağı ve parlamento seçimlerinde HDP’ye oy vereceği söyleniyor. Sahada da böyle güçlü bir eğilim var mı gerçekten? CHP tabanına bir çağrınız, mesajınız olacak mı?

Önceki sorunuza cevap verirken de örneklemiştim. Sahada da bu “stratejik” oy verme çok bariz. Ben bir şey söylemeden gelip ‘desteğimiz size’ dediklerine çok tanık oldum. CHP tabanına çağrım açıktır ki bu ülkenin önemli bir kimlik damarı seküler kesimdir ve onlar da çoğunlukla CHP’ye yönelmişlerdir. Tabii ki onların bu tercihlerine saygımız var. Ama bugün önümüzde, yaşadığımız ve seçimlerde birlikte davranamazsak daha da yaşayacağımız bir AKP kabusu var. CHP’nin parti olarak kurucusu olduğu Cumhuriyeti bir parantez içinde görmek isteyen ve bu amaçla da kendilerini bu parantezi kapatacak bir siyasi kadro olarak gören bu zihniyete karşı başarılı olabilmeleri HDP’nin barajı geçip parlamentoda temsil edilmesinden geçiyor. Onun için de meclis seçimlerinde bizlere oy vermelerini istiyoruz, bekliyoruz.

Hükümet çevreleri, Kandil’e olası bir askeri operasyonun an meselesi olduğunu açıkladılar. Bu konuda düşünceleriniz neler? Böylesi bir askeri operasyonun seçim sürecine etkisi ne yönde olur?

Bence saçma bir düşünce. Afrin’e gittiler de ne oldu? Oylarının önemli ölçüde artacağını düşünüyorlardı bence aldıkları sonuç bir fiyasko. Tabii anlıyorum ki sandık taşıma kararıyla oyları manipüle etmek çok kolay değil. Çıkarırsın bir savaş ve dersin ki bu bu bölgeler can ve mal güvenliği açısından tehlikeli. Ama bence kazın ayağı öyle değil. İnsanlar savaş ve gerginlikten bıktılar. Artık daha sakin, daha iş yapan iktidarlar bekliyorlar. Bu anlamıyla bence Recep Tayyip Erdoğan kendini tüketti ve bitti. Tabii bu sonuç da özellikle onunla siyaset yapan, ona siyasetinde destek veren siyasi aktörlere de ders olacaktır.

Gerek muhalefet partileri, gerekse de muhalif Cumhurbaşkanı adayları, seçim sonrasında bir “normalleşme” yaşanması gerektiğini sıklıkla vurguluyorlar. Hatta bu normalleşme vurgusu, adeta muhalefetin temel seçim vaadine dönüşmüş durumda. Türkiye ne tür siyasal ve toplumsal sorunlar yaşıyor. Normalleşmeden kasıt nedir? Bir “normalleşme” nasıl gerçekleşebilir?

Bir kere kutuplaşma siyasetine son verip, birbirimizi düşman görmek yerine yalnızca rakip gören bir yerden, siyasi zihniyet dünyamızda bir değişim olmalı. Bence bu yaşadıklarımızdan sonra hızla böyle bir yere doğru gidiyoruz. İkincisi derhal OHAL’in ve OHAL çerçevesinde çıkarılan kararnamelerin kaldırılması ve uygulamalara son verilmesi gerekiyor. Üçüncüsü derhal yeni bir anayasa komisyonu kurup daha katılımcı bir parlamenter sistemi nasıl kurabiliriz diye düşünmeye başlamalıyız. Tabii bu arada ekonomide de hızlı adımlar atmalıyız. Sanırım normalleşme bunları yapmakla olacaktır.

Yapılan anketler, Türkiye’de seçmenin üzerinde en kaygılı olduğu konunun ekonomi olduğunu gösteriyor. Olası bir ekonomik krizden de çokça bahsediliyor. Türkiye ekonomisinin durumunu nasıl görüyorsunuz? Sahiden bir krizin eşiğinde mi ülke?

Bir kere şunu söylemeliyim ki Türkiye ekonomisi hiç de iktidarın anlattığı gibi değil. Ciddi yapısal sorunlar kendilerini bir kere daha gösterdiler ve çözüm bekliyorlar. Bunlardan biri cari açık, bir diğeri enflasyon, bir diğeri tabii ki işsizlik. İktidar hızlı büyüyoruz diyor. Büyüyoruz dediği de referandum sonuçları gibi şaibeli ama yapacak bir şey yok. Türkiye İstatistik Kurumu, biri 2006’da diğeri 2015 yılında iki düzeltme gerçekleştirdi. Eğer bu düzeltmeler olmasaydı şimdiki milli gelirimiz (2017) 851 milyar dolar yerine 540 milyar dolar olacaktı. O nedenle de ortalıktaki devletin ve iktidarın kullandığı veriler bana göre sorunlu. Ama ülkede bir tane istatistik kurumu olduğu için bu rakamları kullanmaktan başka çaremiz de yok. Ben ekonominin “krizin eteklerinde” olduğunu söylüyordum. Ama bugün Merkez Bankası’nın faizleri 125 baz puan arttırarak yüzde 17.75’e yükseltmesi krizin de başladığını gösteriyor. Bu hamleyle kurlar ancak 4.57’den 4.45’e gerilerken, merkez bankasının bu adımının bütün faizleri artıracağı, sonunda enflasyonu da artıracağı gün gibi açık. Yani artık krizin eşiğinden değil, doğrudan krizden söz etmemiz daha doğru.

Geçtiğimiz günlerde Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya önce İstanbul’da, ardından da İngiltere’de finans çevreleri ile bir dizi görüşme yaptı. Yine aynı günlerde Merkez Bankası’ndan faiz artırımı hamlesi geldi. Para ve maliye politikalarının entegre edileceği bir önlemler paketi ile ekonomide yaşanan sorunların aşılacağı duyuruldu. İktidarın bu politikalarını doğru, uygulanabilir, anlamlı ve sonuç alıcı buluyor musunuz? Türkiye’nin yaşadığı ekonomik sorunlar nasıl aşılabilir?

Ekonomimizin yapısal sorunları bilinen bir konu. Ama doğrusu bu güne dek gelen iktidarlar yapısal sorunlar yerine popülist yaklaşımlarla kaynakları kullanmayı tercih ettiler. Geldiğimiz yer ise malum, krizin içinde bir ekonomi. Seçimlerin ne olacağına göre bu sorunuzun cevabı da farklı olacak. Eğer AKP ve Erdoğan iktidarı yeniden ele geçirirse kesinlikle “kemer sıkma” türü bir IMF programıyla karşı karşıya kalacağız. Yok eğer biz iktidara gelirsek yapacağımız ilk iş OHAL’i kaldırmak, yargı sistemini daha objektif karar veren bir sistem haline dönüştürmek ve gelir dağılımının en alt tarafında kalan kesimlerin gelirlerinin artırılmasıyla bir ekonomik canlılık yaratacağız.

“BİZ BARAJ ALTINDA KALIRSAK HEPİMİZ BARAJ ALTINDA KALMIŞ OLACAĞIZ”

Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Son olarak da şunları söyleyeyim. Özellikle kendini seküler ya da laik olarak tanımlayan insanlarımıza HDP’nin bu ilkelere saygılı bir siyasi parti olduğunu, iktidarın her türlü kriminalize etme çabalarına rağmen, benim gibi Kürt olmayan, etnik kökeni ve inanç tercihleri farklı farklı olan insanlardan oluştuğunuhttps://ssl.gstatic.com/ui/v1/icons/mail/images/cleardot.gif söylemeliyim. Bu çerçevede de eğer biz baraj altında kalırsak aslında hepimizin de baraj altında kalmış olacağını düşünerek oy vermelerini rica ederim.