Selda Manduz / Demokrat Haber

Eren Keskin kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim, onu cumartesi annelerinin eyleminde, devlet güçleri tarafından cinsel şiddette uğramış bir kadının yanında, Cizre'de Diyarbakır’da devlet şiddetinin olduğu her yerde görmek mümkün.

Onun çalışmalarından rahatsız olanlar sürekli kadınlığı üzerinden hakaret etmiş ve sindirmeye çalışmış. Fakat o erkek egemen toplum karşısında kadın Eren Keskin olarak var olmayı başarmış. Televizyonda gazetelerde kadınlığı üzerinden yapılan hakaretler, tehditler Eren Keskin'i yolundan çevirememiş.

İnsan hakları savunucusu, hukukçu Eren Keskin ile Öcalan'ın avukatlığını üstlenenlerden biri olunca yaşadıklarını, İHD çalışmalarını, kadın kimliğini ve ötekilerin yanında olmasını konuştuk…

Daha kolay bir hayat yaşama şansınız varken neden zoru seçtiniz?

Sol geleneğe yakın, politik duyarlı bir aile de büyüdüm, lisede solcuydum, 12 Eylül öncesi mücadelenin içindeydim. Bunları yaşadıktan sonra insan doğal olarak belli bir yola kanalize oluyor. Bu bir yaşam şekli benim için.

İHD ile nasıl tanıştınız, neler yaşadınız?

Ben ast üst ilişkisinin, daha az geliştiği bir yapı olması nedeniyle insan haklarını seçtim. Doğru bir seçim yaptığımı düşünüyorum. Bizim kendi kurduğumuz muhalif örgütler de, erkek egemen örgütlerdir. İHD'de daha birey olarak var olabiliyorsunuz, daha özgür olabiliyorsunuz.

İHD'de ast üst ilişkisi ya da erkek egemen bir yapı yok mu?

İHD'de de birçok örgüte göre çok daha az olmuştur. Öylesine erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz ki onu aşmak çok zor bir durum. Herkes toplumsal cinsiyetçi bakış açısından etkileniyor. İHD içerisinde de, erkek egemen yapı tabii ki var ama diğer örgütlere göre çok daha az.

“NASIL MUTLU HİSSEDİYORSAM ÖYLE GİYİNİR ÖYLE DAVRANIRIM”

Makyajınız kıyafetleriniz neden eleştiriliyor?

Ben solcuyken, bir kere allık sürdüğüm için sorgulandım arkadaşlarım tarafından, bu olaydan sonra onlara çok tepki duydum. O dönem beni sorgulayanlar birkaç yıl sonra uzaklaştılar, ben hala devam ediyorum. Bunun görüntü ile olduğuna hiç inanmıyorum. Kadının erkekleşerek özgürleşeceğine hiç inanmıyorum. Kadın kadındır. Nasıl mutlu hissediyorsam öyle giyinir öyle davranırım, kimseye de hesap vermem.

Böyle düşünmemde ailemin de etkisi var. Benimki biraz daha görüntü devrimciliğine tepkiydi. Parka giyinerek, eline sigara alarak.. Sigaranın tutuş biçimi bile devrimci olup olmadığını gösteriyordu bir zamanlar. Bunların hiçbirinin zamanla önemli olmadığını gördüm.

Benim de öyle dönemlerim oldu, erkek gibi giyinen, onlar gibi yürüyen, yani daha erkeksi davrandığım dönemlerim oldu geçmişte. İnsan hakları mücadelesine girdiğimde dünyadaki örgütleri kadınları gördüğümde böyle bir şeyin olmadığını gördüm.

“BİR KADIN, ERKEK MESLEKTAŞINDAN ÇOK DAHA FAZLA ŞİDDETE UĞRAR”

Mücadele eden bir kadın olarak neler yaşadınız?

Tabi ki zorlandığım oldu avukatlığımda, göz altına alınan bütün kadın müvekkillerime işkence yapılırken hep benim adım kullanılarak, ‘Git Eren’e söyle, bir gün onu buraya çırıl çıplak asacağız’ gibi haber göndermeler oldu. Özellikle Abdullah Öcalan’ın avukatlığını yaptığım dönemde gazetelerin benimle ilgili cinsiyetçi küfürleri, Fatih Altaylı’nın cinsiyetçi yaklaşımları, bunun gibi bir sürü şey yaşadım.

Bu sadece benimle ilgili değil hangi camiada olursanız bir kadın, erkek meslektaşından çok daha fazla şiddete uğrar.

Benim mücadele ederek var olmaya çalışmamı kabullenemediler. Yıllar önce Kürtçe ile ilgili çalışma başlattığımızda, bir gazete 'kızım sana mı kaldı, git manken ol bu işlerle neden ilgileniyorsun’ gibi haberler yaptı. Bu tür olaylarla o kadar çok karşılaştım ki ama en çok Öcalan’ın avukatlığı döneminde bu sıkıntıları yaşadım.

“6 AY EVİMİZE GİDEMEDİK”

Öcalan’ın avukatlığı döneminde, İHD’de yaşanan ayrılıkları nasıl değerlendiriyorsunuz?

O dönem Osman Baydemir ve ben İHD Genel Başkan yardımcılarıydık. Biz avukatız, mesleki açıdan Öcalan’ın ya da diğer insanların avukatı olmak en doğal hakkımız. İHD’yi zor durumda bıraktığımızı düşünen bazı arkadaşlar, bize tavır aldı. Sonra yanlış olduğunu anladılar, ama o dönem dernek içinde de zorluk yaşadık. Ben o zaman ‘Apo’un dişi kuşu’ olarak tabir edildim. Birçok gazetede bu tür yayınlar yapıldı. Evimize ‘Ne Mutlu Türk’üm diyene’ pankartları asıldı. 6 ay evimize gidemedik, sokaklarda saldırılara uğradık, kadın kimliğime yönelik çok saldırılara uğradım.

“KORKARAK YAŞAMAYI ÖĞRENDİK”

Çok zor bir dönemde Öcalan’ın avukatlığını yaptınız korkmadınız mı?

Tüm insan hakları mücadelesi dönemimde birçok saldırıyla karşılaştık, arkadaşlarımız öldürüldü. Ben iki kez silahlı saldırıya uğradım, cezaevinde yattım. Bu soru hep soruldu ‘Korkmadınız mı’. Bu sizin yaşam biçiminiz haline gelince korkuyu çok fazla düşünmüyorsunuz. Çünkü bir an düşündüğünüzde o işi yapamaz hale gelirsiniz. Ben şimdi de çok fazla tehdit alıyorum ama engelliyorum. Görmemeye ve düşünmemeye çalışıyorum. Korku sizin çalışmalarınızın önüne geçerse hiçbir şey yapamazsınız. Tabi ki korkuyorsunuz ama korkuyla yaşamayı öğrendik. İşimizi engellemiyor ama tabi ki her zaman tedirginlik duyuyorsunuz. Sizden çok aileniz üzülüyor, korkuyor. Babamı kaybettim annem hala benim için üzülerek yaşıyor.

Aileniz size destek oldu mu?

Geri çekil demediler ama ‘dikkatli ol, dilini yumuşat’ dediler. Ben düşüncelerimi çok açık söylüyorum. Annem televizyona çıkmadan önce ‘çok sert konuşma’ diye uyarır.

Her zaman yanımda oldular. Benim siyasi duruşuma görüşlerime çok önem verirler benimle hep aynı düzeyde gitmeyi isterler.

Cumartesi anneleri ile nasıl tanıştınız?

Cumartesi annelerinin kurucusu İHD’li kadınlardır. Benim, eylem başlamadan önce Rıdvan Karakoç adında bir müvekkilim vardı. Rıdvan Karakoç polisten çok tehdit alıyordu, hatta bana vekalet getirdiğinde ‘her gün seni arayacağım bir gün aramazsam bil ki başıma bir şey geldi’ demişti. O aramadı ve ailesi ile birlikte biz onu aramaya başladığımızda, gözaltında kaybedilmişti.

Zaten bilfiil ben de müvekkilim nedeniyle olayın içindeydim. Hasan Ocak’ın gözaltında kaybı ile aileler İHD’de toplanmaya başladılar. Daha sonra bir grup İHD’li kadın Cumartesi eylemlerine başladı. Ben Cumartesi Anneleri eylemi ilk başladığında cezaevindeydim. İlk 6 ayına katılamadım sonrasında düzenli olarak katıldım.

“NORMALİ İKTİDAR BELİRLER”

LGBTİ bireyler ile ilgili çalışmalarınız, hak ihlalleri çalışmalarınız tepkiye neden oldu mu?

Trans bireylerle ilk olarak 90'ların başında karşılaştım. O zaman başlamıştı mücadeleleri, o dönemden beri avukatlarıyım. Hala devam ediyor.

Türkiye’de yerleşik erkek egemen resmi ideolojinin herkesi belirlediğini düşünüyorum. Egemenleri de ezilenleri de. Kendini ezilen konumda tabir edenler bile, LGBTİ hakları konusunda çok erkeksi bir bakış açısına sahip olabiliyorlar. Bana göre militarizme karşı mücadelede en önemli şeylerden birisi vicdanı ret ve LGBTİ hakları. Bunlara siz olumlu bakamıyorsanız demokrat olamazsınız. Artık kendi örgütleri var bunu son derece önemli buluyorum.

Normal diye bir şey kabul etmiyorum. Normali iktidarlar belirler. İktidarın belirlediği de benim normalim değildir. Bu bir var oluş şeklidir. Eş cinsel olmak trans birey olmak bu varoluş biçimidir. Bunu hiçbir şekilde hastalık olarak kabul edemezsiniz. Eğer kabul ediyorsanız siz hastalıklı bir beyne sahipsiniz. Ben böyle bakıyorum bu olaya.

“ÖZGÜR GÜNDEM’İ BENİM GAZETEM OLARAK GÖRÜYORUM”

Özgür Gündem Genel Yayın Yönetmenliği ve köşe yazarlığına nasıl başladınız?

Ben normalde gazeteci değilim, köşe yazısı yazıyorum. Benim Genel Yayın Yönetmenliğim dayanışma için olmuş bir şey. Genel Yayın Yönetmenliği başlı başına bir iş ve ben o işi bilmiyorum. Özgür Gündem’in, çıktığı günden beri avukatlığını yapıyorum. Benim gazetem olarak görüyorum. Özgür Gündem’in birçok yazarını başta Musa Amca olmak üzere hepsini yakından tanıdım. Onlara karşı bir borcumuz olduğunu düşünüyorum. Özgür Gündem baskı altında olduğu için adımın orada yazılı olmasını ben kabul ettim.

“DEVLET BİR SAVAŞ POLİTİKASI OLARAK UYGULADI KADINA YÖNELİK ŞİDDETİ”

Gözaltında cinsel taciz bürosu nasıl oluştu, kaç başvuru aldınız?

1997 yılından bu yana devlet güçleri tarafından cinsel işkenceye maruz kalan kadınların avukatlığını yapıyoruz. Bu güne kadar 500’e yakın kadın başvuruda bulundu. Aynı zamanda kadınları psikolojik tedavi için yönlendiriyoruz. Şu anda da Suriye’den gelen mülteci kadınlarla çalışıyoruz. Kamplara gidiyoruz oradaki kadınların sorunlarını dinliyoruz hukuki yardım vereceklerimize hukuki yardım veriyoruz.

500'e yakın kadın başvurdu. Bu durum işkencenin en zor biçimi, kadınlar cinsel işkenceyi çeşitli nedenlerle açıklamak istemiyorlar. Bize başvuran kadınlar da devlet şiddetine uğrayanların çok az bir kısmı. Bunu biliyoruz çünkü Kürdistan'daki savaşta devlet bir savaş politikası olarak uyguladı kadına yönelik şiddeti. Tüm savaşlarda durum böyledir. Belki milyonlarca kadın bu şiddeti yaşadı ve anlatmadı kimseye.

“FAİL DEVLET OLUNCA CEZASIZLIK KAÇINILMAZ OLUYOR”

Aslında Türkiye Cumhuriyeti devleti birçok uluslararası sözleşmeye imza attı. En son İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe girdi. İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddet konusunda son derece önemli yaptırımlar getiriyor. Eğer siz demokratik bir hukuk devleti değilseniz altına istediğiniz kadar imza atın, yasa değişikliği yapın bu bir şey değiştirmiyor. Hala kadın cinayetleri devam ediyor. Hala sığınma evi sayısı çok az, milyonlarca kadın, dayak yiyor. Sığınacakları yer olmadığı için orada yaşıyorlar. Devlet üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmiyor. Yani yazılı hukukta birçok kazanımlarımız oldu. Özellikle 2005 yılında yapılan değişikliklerle ama mantalite değişmediği sürece çok fazla bir şey değişmiyor.

Kadın kuruluşlarının çalışmalarını kadına yönelik çalışmaları olumlu buluyorum. Bazı çalışmalar birebir kadınlara yönelik, bazıları hukuki, çok önemli buluyorum.

“İSLAMCI YA DA KEMALİST BİR PARTİNİN DİĞERİNDEN FARKLI OLDUĞUNA İNANMIYORUM”

CHP'nin savaş teskeresine onay vermesini ve son sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP bir devlet partisi Türkiye'nin tarihi ile ilgili bence yanlış bilgilendirildik. Çocukluğumuzdan başlayarak bize yalan tarih öğretildi. Bir kere Türkiye Cumhuriyeti 1915 Ermeni soykırımını yapan ittihat ve terakki bileşenleri tarafından kurulmuş bir Cumhuriyet’tir. Soykırımcı zihniyet kurmuştur Türkiye Cumhuriyetini. Bu Türk İslam sentezci bir bakış açısının ürünüdür.

Bugüne gelecek olursak bu halk devlet yönetilirken her zaman Kemalistler ve islamcılar arasındaki çelişki üzerinden yönlendirilmiştir. Ya Kemalist ya İslamcı olursunuz başka yol yoktur. İkisi hep kavga eder gibi görünür halbuki ikisi birbirini üretir. İkisinin birbirine ihtiyacı vardır. Çünkü bu devlet iki zihniyetle kurulmuştur. O nedenle ben Türkiye’de islamcı ya da Kemalist bir partinin diğerinden farklı olduğuna inanmıyorum. Devletin ana görüşleri, kırmızı çizgileri konusunda aralarında hiçbir fark yoktur. Kürdistan sorununda, Ermeni soykırımında ve Kıbrıs’taki askeri işgal konusunda aynı düşünürler. Aralarında temel noktalarında bir fark yoktur. O nedenle de CHP’nin savaş teskeresini onaylamasına şaşırmadım. Sonuçta kırmızı çizgiler konusunda aralarında bir fark olmadığından benim için kıymeti olmayan bir durum.

“CHP İÇİNDE KENDİSİNİ SORGULAMAYA BAŞLAYANLAR OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ”

Şunu da görmek gerekiyor, Dünya değişiyor sosyal medya var, CHP’nin de kendisini değiştirmesi gerekiyor. CHP’nin içinde kendisini sorgulamaya başlayanların olduğunu görüyoruz. Bunu da ayrı bir yere koymak lazım. Mesela Melda Onur gibi her işte yan yana çalıştığımız insanlar da var artık CHP içinde. Radikal ulusalcı çizginin çatırdadığını görüyoruz. Bunların hepsinin de Kürt meselesinin geldiği nokta ile ilgili olduğunu düşünüyorum.

Kürdistan'da olan biteni kimse görmezdi. 90’larda biz giderdik Kürdistan'a yapılan hak ihlallerini rapor haline getirir, dünyaya duyurmaya çalışırdık. Küçücük haber olmazdı, televizyonlar yer vermezdi. Şimdi her şeyi görüyorlar, bugün insanlık sürükleniyor görüyorlar bundan 20 yıl önce de insanlık sürünüyordu. Hatta Özgür Gündem ‘insanlık sürükleniyor’ diye bir manşet atmıştı. Yine askeri araca bağlanan cenaze vardı. Artık gizleyemiyorlar. Bu gizlenemeyen gerçekler, insanların değişimine sorgulamasına neden oluyor.

1 Kasım seçimleri sağlıklı olacak mı?

Seçimin sağlıklı olacağından kesinlikle bahsedemeyiz. Geçmiş çağdan kalan sıkı yönetim yasaları ile Kürdistan'da nasıl sağlıklı bir seçim olur bilemiyorum. Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt politikasının çöktüğünü düşünüyorum. Birincisi HDP’den söz etmek gerekiyor. HDP’nin bu kadar oy alabileceğini hiç düşünmemişlerdi. Kürt siyasi hareketinin toplumun tüm kesimlerinden oy alabileceğini düşünmemişlerdi. Buna karşı bir kızgınlık var. Kürdistan’da AKP büyük oranda silindi. Bu duruma bir kızgınlık var. Ama ben en büyük kızgınlığın Suriye cephesinde olduğunu düşünüyorum.

Kürdistan sorunu yalnız Türkiye’nin sorunu değil uluslararası bir sorun. 4’e bölünmüş bir coğrafyadan bahsediyoruz. Bugün Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere baktığımızda laisizmin tek temsilcisi Kürt hareketinden bahsediyoruz. IŞİD'e karşı mücadele eden bir Kürt hareketinden söz ediyoruz. ABD’nin bile müttefik olarak görmeye başladığı Kürt hareketi Türkiye Cumhuriyeti devletini çıldırtıyor. Ben kızgınlıklarının temel nedeninin bu olduğunu düşünüyorum çünkü korkuyorlar. Suriye'deki Kürt hareketinin IŞİD'e karşı savaşan ve bütün dünya tarafından meşru hale gelen hareketin kuzey Kürdistan’ı da etkileyebileceğini düşünüyor ve korkuyorlar. Bu saldırganlığın en büyük nedeni bu durum.

“DEVLET AKIL TUTULMASI YAŞIYOR”

Bir akıl tutulması yaşıyor devlet. Biz 90’larda yaşadık bunu ancak şöyle bir fark vardı; karşımızda militarist bir devlet ordu vardı. Şimdi orduyla bütünleşmiş bir hükümetten bahsediyoruz. Aralarında bir uzlaşma var ve bu uzlaşma neticesinde yapıyorlar bütün bunları. Çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum ve ön göremiyorum. Ne olacak hep beraber göreceğiz.

'KİMİNLE BARIŞACAĞIZ' DİYOR HALK

TSK ve hükümet arasında sıkıntı var mı?

Ben böyle bir şeye inanmıyorum. Askerin girmek istemediği, aralarında çelişki varmış gibi gösteriyorlar. Konu Kürdistan olunca aralarında hiçbir çelişki kalmaz. Sivil halkla birebir karşı karşıyalar. Bütün vahşeti uyguluyorlar.

Bakın kırsalda bir savaş var, gerilla da ölüyor asker de ölüyor. Ama kent merkezlerinde yapılan savaş Kürt çocuklarıyla yapılıyor. Orada Kürt halkıyla yapılan bir savaştan bahsediyoruz. Halka karşı devlet savaş yürütüyor, ne demek çocukların hastaneye gidememesi, çocukların aç kalması ölen bir çocuğun cenazesinin kaldırılamaması insanlık dışıdır. Diyarbakır'da halkı ilk defa umutsuz gördüm, 'kiminle barışacağız' diyor halk.

Devletin bu kadar kontrolsüz davranmasının nedeni hükumetin ve Tayyip Erdoğan’ın hırsı. Çok büyük suçlar işlediler, ekonomik suçlar başka suçlar işledir. Bunları ancak kendileri hükumet olursa kapatabilirler. O nedenle şu anda ırkçı cepheye giden oyları geri almak için yapıyorlar. AKP'nin bu politikası tam tersine dönecek diye düşünüyorum. Bunların hepsi savaş suçu niteliğinde.

Türkiye çok ilginç bir devlet, altına imza attığı uluslararası sözleşmelerin hiç birine uymuyor. Bu nedenle imza ortakları tarafından yeterince sorgulanmıyor da.

Cumhurbaşkanı anayasal sınırlara uygun hareket ediyor mu?

Türkiye’de ancak devlet yapısında değişiklik olursa yargılanabilirler. Bunun da ben çok zor olduğunu düşünüyorum. Bakın Mehmet Ağar onlarca cinayetten sorumlu bir insan, tutuksuz yargılanıyor. Dargeçit'te gözaltında kaybedilen insanlar nedeniyle açılan davada o dönemin sorumlu komutanları tutuksuz yargılanıyorlar.

Ergenekon davasında birçok insanlık suçu işlemiş insan yargılanıyordu. Evet haksızlığa uğrayanlar oldu, özür dilenerek serbest bırakıldılar.

“ERDOĞAN VE KONTRA GERİLLA ARASINDA UZLAŞMA SAĞLANDI”

Erdoğan çok açık bir şekilde Fethullah Gülen cemaatiyle arası bozulduktan sonra özel harp dairesi ya da kontra gerilla, derin devlet, adına ne derseniz o yapıyla kendisini koruma adına açık bir uzlaşma yaptı.

Dikkat edelim ki Ergenekon sanıkları serbest bırakıldıktan sonra bu kontra eylemler başladı. Bunların başındaki Suruç katliamıdır. Ben inanıyorum ki bu kontrgerilla işidir. O nedenle doksanlı yılların başından beri bu işin içinde olanlar, biz bu devleti çok iyi tanıyoruz. Bu devletin neleri yaptığını çok iyi biliyoruz. Hala buna kafa yormayanlar var iç kamuoyu bu kadar sessiz olduğu için devlet suç işlemeye devam ediyor.

Asker ailelerinin tepkilerini nasıl buluyorsunuz?

Asker ailelerinin ses çıkarması çok önemli. Ölen asker ailelerinin büyük bir kısmı yoksul aileler, o sesi ancak cenazelerde çıkarabiliyorlar. Üzerine gidecek onları örgütleyecek yapıların olması gerekiyor. Dava açacak takip edecek, zaten bir çoğunu da medya kapatıyor. Tepkinin örgütlenmesi şart.

“AHMET HAKAN'A YAPILAN SALDIRI İLE BÜTÜN TOPLUMA KORKU SALINDI”

Basına yapılan sansür baskılar, saldırılar, Ahmet Hakan’ın hedef seçilmesi konusunda neler düşünüyorsunuz?

Muhalif medyaya her zaman baskı vardı. Özgür Gündem, Diha, sol gazeteler bunlar her zaman baskı altındaydı. Ahmet Hakan'ın seçilmesi tanınan bir gazeteci olması nedeniyle bütün topluma korku salındı. Gazeteciler artık ‘hiçbirimizin can güvenliği yok’ şeklinde konuşuyorlar.

Ahmet Hakan'a yapılan saldırı devlet tarafından kapatıldı. Bakın bunların hepsi Teşkilatı Mahsusa yöntemleri. İttihat ve Terakki cemaatinin gizli örgütü Teşkilatı Mahsusa da Ahmet Hakan'a saldıranlar gibi suça bulaşmış anti-sosyal kişilik bozukluğu olan insanları seçiyordu. Cezaevinden çıkarıp suçu işletip tekrar cezaevine gönderiyorlar.

Öldürülen bütün gazetecilerde bu yöntem kullanıldı. O kadar kişi gözaltına alındı, bir kişi tutuklandı. Bu da bir kontra eylem ve üzeri kapatılacak. Ahmet Hakan gibi bir gazeteci üzerinden genel bir korku yaymayı amaçladılar.

“DEVLET AZMETTİRİCİ”

HDP’ye yapılan saldırılar örgütlü mü sizce?

Ben bu şiddetin kendiliğinden geliştiğine inanmıyorum. Bir grup ırkçı var. Bunlar devletin kontra güçleri üzerinden örgütlenip hareket ediyorlar. Yoksa iki tane insan bir araya gelip şuraya saldıralım demiyorlar. Bunların hepsi örgütlü işler, devlet bu azmettirici.

Bunlar ancak bir dikta yönetim tarafından yapılır. Zaten bir diktatörümüz de var. Sedat Peker Türk kontra gerillasının kullandığı isimlerden biri. Sedat Peker’in yaptığı her işin ben özel harp ve MİT tarafından bilindiğine eminim. Sedat Peker suç makinesi kişiliği bu şekilde korumaya çalışılıyor. Birbirlerine ihtiyaçları var.

“HRANT'I 1915 ZİHNİYETİ KATLETTİ”

Hrant Dink davasında adalet yerini bulacak mı?

Hrant Dink 1915 soykırım kurbanlarının sonuncusudur. Hrant'ı katleden 1915 zihniyetidir. Bu devleti hala yönetiyor. Hrant Dink’in katili Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Şu şahıs bu şahıs devletin bizzat kendisi faildir, kişiler araçtır. Bu karar devletindir.

Ermeni soykırımının 100. yılı devlet yüzleşecek mi?

Türkiye Cumhuriyeti devleti 1915 Ermeni soykırımını kabul etmeden, zararları tazmin etmeden demokratik olamaz. 1915 zihniyeti kurdu bu devleti. Soykırımlarla yüzleşmeden soykırım yapmaya devam eder devlet.