Emrah Tuncer / Demokrat Haber

Elazığ’ın BDP’li, yeni adıyla DBP’li tek belediyesi Karakoçan’da eşbaşkanlardan Burhan Kocaman erkek ve Alevi, Cennet Ayık başörtülü bir Sünni kadın. Çok kültürlü ilçe barış ve birlikte yaşamın en güzel örneklerinden birini veriyor.

Elazığ, Bingöl ve Tunceli’nin kesiştiği noktada yer alan Elazığ’a bağlı Karakoçan ilçesi, çevresine göre hem coğrafi olarak hem de sosyo-kültürel olarak farklılık göstermekte. Kurmancların, Zazaların, Sünnilerin, Alevilerin, Romanların bir arada yaşam örneği sergilediği, barış ve ortak hayat anlayışı içinde birçok ilçeye örnek olacak bir merkezken, son günlerde yaşananlar burada da hem güvensizliği derinleştirmiş hem de yaşamlarının huzur içinde sürdürülmesi noktasında sorunlar yaratmış.

Karakoçan’ın Çayırgülü (Badran) Köyünde kaldığım üç ay içinde gözlemlediğime göre bölgede meydana gelen çatışmalı durum yaşadığım köye de yansımış, olumsuz etkilerini çabucak göstermiş. Gidişimin daha ilk günlerinde köy girişine yakın bir yerde yola döşenen mayın patlamıştı. Ama köylülerin ifadeleri ile yol kenarında bir piknik tüpü askerler tarafından fünye ile patlatılmış, havaya ateş edilmişti, o kadar. Yine Karakoçan merkezde iki defa karakola saldırı olmuş ve yerel halk tarafından bunun da, devlet tarafından korku ve güvensizlik yaratmak amacıyla hazırlanan bir plan olduğu iddia edilmişti.

Tüm bu söylemlerle birlikte köy yolu bir gün süre ile kapatılmış ve o güne kadar turizm yolu olarak görülen ve çok sayıda ziyaretçinin geçtiği, konakladığı, yemek yediği köydeki Güzelbaba mesire alanındaki ziyaretçi sayısı giderek azalmıştı. Sonraki günlerde de benzer durumlar yaşanmış ve tedirginlik tüm ilçeye yansımıştı. Ben de bu bağlamda, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde BDP Karakoçan Eş Başkan adayı olarak seçimi kazanan Burhan Kocaman ile kaldığım köydeki Güzelbaba mesire alanında bir görüşme gerçekleştirdim. Hem yerel yönetim siyasetini ve pratiğini doğrudan etkileyen bu son dönemdeki çatışmalı durumu, hem de niteliksel çalışmalara ve sonuçlara dayanan yerellik ve demokratik yerinden yönetim anlayışına yönelik başarı, kazanım ve baskıyı konuştuk. Bu röportajı yaptığım sırada Elazığ valiliği tarafından Elazığ’da 17 bölge geçici askeri güvenlik bölgesi ilan edildi ve bu 17 bölgenin 12 tanesi Karakoçan’dan seçildi.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

1965 yılında Karakoçan’da doğdum. İlkokulu Karsin’de, ortaokul ve liseyi Karakoçan’da okudum. 1986 yılında Ankara üniversitesi hukuk fakültesini kazandım. 3. sınıfta bırakıp Avrupa’ya çıktım. Uzun yıllar Avrupa’da kaldım. 2004 yılında ülkeye döndüm. Karakoçan’da belediye başkan adayı oldum. Kazandığımız halde bir darbe ile elimizden aldılar. 2014 yılında tekrar Karakoçan’a döndüm. Şu an Karakoçan belediyesi eş başkanı olarak görev yapmaktayım.

Karakoçan’da BDP, yeni adıyla DBP ilk defa yerel yönetimi kazandı. Bu başarı nasıl gerçekleşti? Bu durum sizin üzerinizde bir baskı oluşturuyor mu?

Tabii sorumluluk almak hem zor hem de halkın hizmetinde olmak keyif verici gerçekten. Karakoçan belediyesinin kazanılmasında yurtdışındaki Karakoçanlıların büyük emeği oldu. Siyasi ve ekonomik destekleri göz ardı edilemez bu başarıda.

Yine Karakoçan’daki partili arkadaşlar, halkla el ele vererek bir başarı gerçekleştirdiler. Halkımız da büyük bir teveccüh gösterdi. Bizi bu göreve getirdi. Tabi bu görevin ağır bir yükü var. Karakoçan gibi bir ilçenin kendine özgü sorunları da var. Her şeyden önce biz Elazığ’da Demokratik Bölgeler Partisi olarak tek belediyeyiz. Bunun getirdiği zorluklar da var. Hem ilde zorlanıyoruz, hem il özel idaresinin çalışmasında zorlanıyoruz. Yaptığımız bazı projelerin merkezden onay bulmaması ya da yaptığımız çalışmaların bürokratik engellerle karşılaşması söz konusu. Zorluklarımız çok ama halkımızın büyük bir desteği ve gücü sayesinde tüm bu zorlukların üstesinden gelmeye çalışıyoruz.

İl özel idaresi ya da kaymakamlığın ne gibi engellemeleri oldu?

Biz bütün partilere eşit mesafedeyiz diyorlar ama bu söylemde kalıyor. Örneğin mevcut hükümet İş-Kur’da bütün belediyelere kadro veriyor. Bu yaz döneminde Elazığ’daki bütün belediyelere kadro verdikleri halde Karakoçan belediyesine vermediler. Bizim yaptığımız bir iki proje çalışmamız mahkemeye verildi. Söylemde siyaset yapmıyoruz, bütün belediyelere eşit mesafedeyiz diyorlar ama maalesef pratikte bu böyle olmuyor. Sınırlı da olsa bize karşı böyle bir tutum var. Yani anlayacağın Türkiye’nin demokrasi sorununun bir parçası da bu merkezi yönetim sorunudur.

Son günlerdeki yaşanan çatışmalı durumun Karakoçan ilçesine yansıması oldu mu?

Karakoçan yurtdışında potansiyeli olan bir ilçe. Oradan ve Türkiye’nin diğer şehirlerinden vatandaşlarımız yaz tatillerinde Karakoçan’a geliyorlar. 7 Haziran seçimlerinde partimizin başarısı nedeniyle mevcut hükümet, devlet bunu sindiremedi. Barış ortamını bozma eğilimi içerisine girdiler. Suruç’ta başlayan ve bu barış ortamını bozan bir süreç başladı. Bu durum elbette ki Karakoçan’ı da etkiledi. Belki Karakoçan’da çok ciddi çatışmalar olmadı ama bütün bölgeyi ilgilendiren bir mevzu Karakoçan’ı da etkiledi. 4-5 ayını burada geçirmek isteyen insanlar erken dönmek zorunda kaldı.

Sistem de sanki bu bölgede çok ciddi çatışmalar, kaos ortamı varmış gibi yansıttı. Burada tatilini geçirmek isteyenler erken gitsin, muğlak bir durum oluşsun istedi, tabi bu kaos insanları tedirgin etti. Erken dönüşler başladı. Bu durum da Karakoçan’ı olumsuz etkiledi, çünkü Karakoçan halkının, esnafının gelirinin hemen hemen hepsi bu yurtdışı ve yurtiçinden gelen vatandaşlarımıza bağlı.

HER ŞEYDEN ÖNCE BARIŞ

Karakoçan’ın şu an için en büyük sorunu nedir sizce?

Her şeyden önce halkın bir barış sorunu var. Bunu vurgulamadan geçmemek gerekir. Kürtlerle Türklerin ya da diğer halkların Anadolu’da, Mezopotamya’da ortak yaşam alanları oluşturmaları gerekiyor. Yine barış içinde yaşama reflekslerinin bir an önce gerçekleşmesi gerekiyor. Bu tüm toplumun genel sorunu aynı zamanda ama bunun yanında şehirsel, ekonomik gibi daha yerel sorunlarımız da var. Ama bu sorunların da ana çözüm noktası, anahtarı bölgede bir barış ortamının tesis edilmesine bağlı. Bu barış sürecinin tesis edilmesi ile diğer sorunların çözülmesi daha kolay olur sanırım.

Şehrimizin bir arıtma sorunu, kanalizasyon atık sularının arıtılması sorunu var. Yine çevrenin kötü kullanılması, derelerin ıslahı, havza içindeki köylerin kanalizasyon sorunu, iki derenin kurtarılması gibi sorunları var. İşsizlik sorunu var. Yurtdışında yaşayanların gelip bazı yatırımlar yapabileceği güvenli bir ortamın yaratılması sorunu var. Bunun içinde barış gerekiyor.

Sizce barış, huzur ortamı nasıl sağlanır?

Ekmekten, sudan da öte ilk önceliğimizin barış olması gerekiyor. Şu an genç insanlar ölüyor, analar ağlıyor. Bunun nedeni aslında belli. Bu konuda sayın Öcalan 2013 yılında bir deklarasyon yayınladı Newroz’da. Türkiye’de, Anadolu’da, Mezopotamya’da, Kürdistan’da bir barış, huzur, güven ortamı oluşturdu iki yıl boyunca. Yara almadan sürdü bu durum. Hükümet cephesinde de olumlu yaklaşımlar oldu başlangıçta ama 7 Haziran seçimlerinde biz HDP’yi baraj altında nasıl bırakırız, başkanlık sistemini nasıl getiririz gibi bir beklentiye girdiler. Tabi bu olmadı. HDP ciddi bir başarı yakaladı.

Demokratik çevrelerden, barış ve kardeşlik isteyenlerden, farklı etnik, dini gruplardan büyük destek aldı. Bu durum tersyüz edilmeye çalışıldı. Barış ortamı o yüzden bozuldu. Türkiye’deki bütün ezilen halklar onurlu bir barışın gelmesini istiyordu. Kendilerine değer verilmesini bekliyor. Ancak bu sayede barışın huzurun olabileceğine inanıyor. Çünkü halk değersizleştirildi, istek ve beklentileri gerçekleştirilmedi.

Babamın amcası Yusuf amca vardı. Biz küçükken o bize anlatırdı. Anlattığı hikayenin anaerkil yönü bir yana sınıfsal söylemleri ve verdiği mesajda ilginçti:

Değişik güçlere sahip iki kadın varmış. Bunlardan bir tanesi genelde güçlerini iyi yönde kullanan ve bir erkek çocuğa sahip, diğeri ise güçlerini kötü yönde kullanan ve kız çocuğuna sahip kadınlarmış.

Güçlerini iyi yönde kullanan kadının oğlu hizmetçilerine aşık olmuş. Kötü yönde kullanan kadın ise diğer kadının oğlu ve kendi kızının evlenmesini istiyormuş.

Çocuğun hizmetçi kıza aşık olduğunun farkında olduğu için hizmetçi kızı öldürmeye karar vermiş. Çocuk kızı erkenden uyarmış.

Güçlerini kötü yönde kullanan kadın, hizmetçi kızı evlerine çağırmış. Daha önce uyarılan kız çeşmeye giderken : “Ey tatlı, güzel su. Senin akışın bize hayat veriyor” deyip sudan içmiş. Ormandan giderken dikenli yolda “ey güzel ormanlar, dallar, dikenler sizin ipek teniniz bana huzur veriyor” diyerek geçmiş. Çağrılan eve giderken de yıllarca açık olan bütün kapıları kapatmış ve yıllardır kapalı olan kapıları da açıp, “ey denge merkezi, hayat kapıları hep aynı mı kalacaksınız” demiş. Tam öldürüldüğünü anlayınca da kaçmaya çalışmış. Ardında güçlerini kötü yönde kullanan kadın bağırmış “kapılar, çabuk kapanın.”

Kapılar ise “biz yıllarca bekledik ama bu kız açtı bizi çıkış kapılarını kapatmayız” demiş, sonrasında çeşmeye “ey çeşme kız geçmeden göl ol ki boğulsun bu hizmetçi” demiş. Ama çeşme “bize hep kötü su, bulanık su diyen sizlerin aksine güzel sözler söyleyen birine göl olmayız” demiş.

Ardından ormana seslenen kötü kadın, “ey orman dallarınızla boğun, öyle artın ki hizmetçi içinizde kaybolsun” demiş. Orman da, “bize dikenli ağaçlarımıza rağmen bu güzel sözleri söyleyen birisine bu kötülüğü yapmayız” demiş ve kız kurtulmuş. Sonrasında da güçlerini iyi yönde kullanan kadının oğlu ile hizmetçi evlenip mutlu olmuş.

Bizde de durum aynısı değil mi? Gücünü kötü yönde kullanırsan, sevgiyle yaklaşmazsan hangi kapı açılır sana? Hani su berraklaşır önünde? Biz Kürtlere yıllarca bütün kötülükler yapılmadı mı? Değer verilmesi, isteklerinin taleplerinin karşılanması gerekiyor artık.

Peki daha öncesinden bahsettiğiniz yerel sorunların çözülmesi konusunda ne gibi çalışmalarınız oldu?

Kentsel dönüşüm, çevre yolu, et entegre tesisi, güneş enerjisi gibi projelerimiz var. Örneğin güneş enerjisi panelleri kurma projemizin zemin çalışmalarını bitirdik bakanlığa sunduk, bakanlık da onayladı ama milli emlak bize karşı dava açmış, inşallah bu sorunu da çözeceğiz.

Bunun yanında bütün Karakoçan havzasında yer alan köylerin, Sarıca’nın ve Karakoçan’ın kanalizasyon sularını birleştirip Ohi deresinin altında biyolojik arıtma tesisinin kurulması ile ilgili bir projemiz var. Ben 7-8 ayımı bu işe verdim. Şu an yerle ilgili bir sorun yaşıyoruz. Tesisi üzerine kuracağımız yerle ilgili bize bir dava açıldı. Karakoçan belediyesinin sınırları dışında olduğu için bizim aldığımız kamu yararı kararını mahkemenin 5. celseden sonra iptal kararı ile karşılaştık. Şu anda yeniden bir yer tahsis ettik. İller bankası ile bir protokol imzaladık. Bu protokol çerçevesinde yeniden keşif yaptık. Sanırım önümüzdeki ay bunun hukuksal durumunu bitireceğiz. Bu sayede bütün atık suları arıtıp dereye bırakacağız hem dereyi kurtarmış olacağız hem de bu dere üzerinde yaşayan 11 köyün de en önemli sorununu halletmiş olacağız.

Bu projelerin yapılması noktasında ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz?

Ekipman sorunu yaşıyoruz. Bu anlamda ciddi şekilde kendimizi zorluyoruz. Fen işleri dairemiz kendisini baya hareketlendirdi. Elektrik konusu, arıtma konusu, içme suyu konusunda, çarşıyı değiştirme amaçlı kentsel dönüşüm konusunda, projeler hazırladık. Tabi bu hazırlık sürecinin kendisi için de büyük ekonomik kaynak gerekiyordu. Biz bunu karşıladık.

Belediye olarak biz borçlu bir belediyeyiz. Aslında kaos ortamını devraldık. Daha önceki belediyeden sadece siyaseten değil, ekonomik olarak da kaos ortamı devraldık. Alınan kredilerin yerinde kullanılmaması, verimli kullanılmaması, hor yaklaşılması, çarçur edilmesi sonucu kredisi olmayan, büyük borçlara sahip bir belediyeyi devraldık.

Bütün bunlara rağmen nerden bakarsanız biz 500 bin lira harcayarak projeler yaptık. Belli seviyeye getirdik ama tabi hükümet düzeyinde zorlanıyoruz. Burada özel ilişkiler devreye giriyor. Haliyle Demokratik Bölgeler Partisi olarak zorluklarla karşılaşıyoruz.

YOL OLSUN AMA ARAZİME DOKUNULMASIN

Yine Karakocan’da şöyle bir durum da var. Bunu üzülerek belirtiyorum. Bireysellik de mevcut. Yani adam diyor benim bir avuç toprağıma bir şey olmasın, arazim gitmesin, bana hiçbir şey olmasın. Ne bileyim devrim olsun ama bana bir şey olmasın, yol olsun ama benim arazime dokunulmasın, arıtma tesisi olsun ama benim çayırımdan bir karış gitmesin. Güzel şeyler istiyor ama bazı durumlarda bencillik gösteriyor. Bireysel davranıyor.

Mesela et entegresi projemiz Karakoçan’ın, hatta bölgenin en iyi projelerindendir. Karakoçan, Bingöl’ün bir kısmı Sancak, Yayladere, Kiğı, Adaklı hatta Mazgirt gibi yerlere hitap edecek bir et entegre projesi konusunda bile yer konusunda sıkıntılar yaşıyoruz. Bakanlıkla, DAP’la protokol imzalamışız, para bulmuşuz ki para bulmak gerçekten zordur. Ama diyor ki benim arazime yapamazsın, benim köyüme yakın yapamazsın, benim mahalleme yakın yapamazsın. Bu gibi sorunlar da yaşıyoruz.

Halkın yönetime katılması, mahalle meclisleri konusunda ne gibi çalışmanız bulunuyor? Yani bu projeleri halkın doğrudan katılımını sağlayacak şekilde mi planlıyorsunuz?

Bütün bu projeleri halka danışarak yaptık. Halk toplantısı yaptık. Halkla birlikte tartıştık. Acil sorunlarımız neler, nasıl çözeriz. Hangi projeleri gerçekleştirelim? Yada işte yol yapılacak çevre yolunu nereye kuralım? Nereden geçirelim? Vb. bütün tartışmaları halkla birlikte yaptık. Yaptığımız her şeyde halkın onayını alarak başladık. Doğrudan demokrasi uyguladık aslında. Karakoçan buna yabancıydı biraz. Halk meclisi biçiminde bütün mahallelerde toplantılar yaptık. Muhtarlar, yaşlı heyeti ile eşgüdümlü çalıştık.

Pratik anlamda bazı sorunlar da yaşadık. Süreçle ilgiliydi aslında. Çok sayıda seçim yaşadık. Böyle bir atmosferde geçti. Tabi ki bu gerekçe değil ama doğrudan katılımı, demokratik özerkliği gerçekleştirme konusunda girişimlerimiz de oldu. Toplantısını yapmadığımız hiçbir mahalle kalmadı. Bu yıl yeniden başladık. Mahalle meclislerini aktifleştirmek için çalışmalarımız var. Halkın iradesini esas alan bir yöntem izliyoruz.

KİMİN ALEVİ KİMİN SÜNNİ OLDUĞU ÖNEMSİZLEŞİYOR

Karakoçan, farklı politik duyarlılıkların, farklı inançların olduğu bir ilçe ve bir arada uyum içerisinde yaşamaktalar. Bu ortam nasıl sağlandı? Ya da bu durum Türkiye’ye örnek olabilir mi?

Karakoçan pilot bölge bile olabilir. Karakoçan’da o kadar büyük bir hoş görü var ki. Bir masaya oturduğunda kimin Alevi kimin Sünni olduğu önemsizleşiyor. İç içe geçmişlik var. Bu durumu bozmaya yönelik çalışmalar da var ama Karakoçan’daki Alevilerle Sünniler sorunlarını tartışarak çözebilen, birbirlerine anlayış gösteren bir yapı oluşturmuşlar. Belki de bu tüm Türkiye’ye örnek teşkil eden bir durum. Çünkü Karakoçan’da bu aşılmış. Ben Aleviyim eş başkanımız Sünni’dir. Birbirini kabullenme ve hoşgörü ortamı sağlanmış. Birlikte üretme, tartışma, güven ortamı kendi arasında sağlanmış. Tüm yaşam koşullarına karşın, insanca, yaşamın gereklerini yerine getirerek yan yana yaşıyorlar. Bu güzel şey. Sevgiyle hoşgörü içinde yaşamak, ilişkileri anlamlandırmak, bunu da ilkelerle insanlığın değerlerine katabilmek güzel yani.

Teşekkür ederiz bu röportaj için. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Ben teşekkür ederim. Sana da başarılar dilerim. Geldin. 3 aydır buradasın. Bu güzel, şirin köyümüzde bir araştırma yürüttün. Umarım faydası olmuştur.