HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın Al Monitor'de İrfan Aktan'la yaptığı 'Ne Kürdistan, Sri Lanka'dır; ne de PKK, Tamil Kaplanları' başlıklı söyleşinin ikinci bölümü bugün Zete'de yayımlandı.

İlk söyleşisinde, HDP'nin yurtdışı temaslarına ve Kürtlerin değişen Ortadoğu'daki rolüne dair bilgiler paylaşan Demirtaş, söyleşinin ikinci bölümünde, Türkiye'deki gelişmelere dair soruları yanıtladı. 

Demirtaş, AKP hükümeti karşısında Türkiye'nin batısıyla doğusunun aynı hisler içinde olmadığını söyledi: "Türkiye’nin batısı bir çaresizlik ve yenilmişlik ruh halini yaşıyorken, Kürtler direnmenin coşkusunu ve özgüvenini yaşıyorlar. İki farklı ruh hali var."

Demirtaş, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın 5 Nisan 2015'ten beri kimseyle görüştürülmemesi hakkında da "Kimseyle görüştürülmemesinin sebebi, AKP’nin politikalarına teslim olmamasındandır. AKP’nin politikalarına dair pozitif bir söylemi olsaydı, AKP gece-gündüz İmralı’dan canlı yayın yaptırırdı" dedi.

HDP Eş Başkanı, Türkiye'nin güneydoğusunda yaşananları '90'lara benzetelenleri de şöyle yanıtladı:  "Evet, cinayet işliyorlar, katliam yapıyorlar ama 90’lardaki gibi bir devlet hakimiyetinin olduğu bir sokak atmosferi yok. Durum, sokaktaki egemenlik açısından 90’lardakinin tam tersidir. İnisiyatif halktadır. Burada panik-korku yaşayan devlet zihniyetidir"

Demirtaş söyleşisinin ikinci bölümü şu şekilde:  

- Türkiye’de çatışmaların tekrar başladığı ilk günlerde HDP, AKP’yi kastederek “Size savaş yaptırmayacağız” sloganını kullandı. HDP niçin savaşanlar arasında bir bariyer oluşturamadı?

Türkiye’deki güç dengeleri barış lehine bir ağırlık oluşturamadı. Özellikle 1 Kasım seçimleri öncesinde AKP’nin şok doktrini uygulayarak yarattığı güvensizlik duygusu, toplumu AKP etrafında buluşmaya zorladı. AKP’nin savaş politikalarını da onaylayan bir toplumsal histeri ortaya çıktı. Psikolojik savaşın ve medyanın yönlendirmesiyle de savaş cephesi genişledi. HDP’nin barış cephesini büyütmeye gücü yetmedi. Seçim çalışması bile yapabilecek bir ortam bulamadık. “Savaş yaptırmayacağız” sloganı bir barış cephesi yaratmaya dönüktü ama savaşı durduracak bir güce ulaşamadı maalesef.

- HDP’nin “başarılı” olan bir sloganı var: “Seni başkan yaptırmayacağız.” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı başkan yaptırmayacağınızı söylemiştiniz ve aslında Kürt hareketine yönelik operasyonların arkasında bunun intikamı olduğu da söyleniyor. Eğer o sözü söylemeseydiniz, şimdikinden farklı bir noktada olunur muydu?

Daha farklı bir noktada olacağımızı sanmıyorum. Zaten benim o sözü söylediğim dönemin öncesinde de beni ve partimi hedef alan bir linç kampanyası yürütülüyordu. AKP’nin bizden istediği tek şey biat etmemiz. En ufak bir dik duruşa tahammülleri yok. O slogan kullanılmasaydı bile biz AKP’nin önünde diz çökmedikçe bizi düşmanlaştırmaya devam edecekler.

- PKK yöneticileri mevcut durumun iç savaş olduğunu söylüyor. Siz mevcut durumu nasıl tanımlıyorsunuz?

Mevcut durum, Kürtlerin bütün halklar adına öncülüğünü yaptığı bir özgürlük savaşıdır. Devlet, halkı silahla teslim almaya, biat ettirmeye, diz çöktürmeye çalışıyor. Halk da buna karşı direniyor. İç savaştan çok, devlet zulmüne karşı bir Kürt özgürlük isyanı var.

- Siz 90’ları da görmüş, yaşamış bir siyasetçisiniz. Çok sayıda benzetme, karşılaştırma yapılıyor ’90’larla. Size göre nasıl bir benzerlik veya farklılık söz konusu?

Zulüm yapma zihniyeti açısından ’90’lardan daha kötü. Devletin öfkesi ve halka karşı kullandığı şiddetin dozu, dili, üslubu daha kötü. Selim Temo’nun verdiği bir röportaj vardı: 90’lara değil 1930’lara dönüldüğünü söylüyordu. Evet, Dersim katliamı yıllarına benziyor daha çok. Fakat 90’lardan 30’lardan bir fark var: O günlerde halk korkudan sokağa çıkamazdı. Gece belli bir saatten sonra herkes evine çekilir, devlet de elini-kolunu sallayarak sokaklarda cinayet işler, savcılar da bunun üstünü örterdi. Şimdi o kadar rahat değiller. Halk kendisini savunabiliyor. Meydanlar, alanlar doludur ve her gün, her yerde protestolar yapılabiliyor. Öyle çok nobranca, elini-kolunu sallayarak cinayet işleyemiyorlar. Evet, cinayet işliyorlar, katliam yapıyorlar ama 90’lardaki gibi bir devlet hakimiyetinin olduğu bir sokak atmosferi yok. Durum, sokaktaki egemenlik açısından 90’lardakinin tam tersidir. İnisiyatif halktadır. Burada panik-korku yaşayan devlet zihniyetidir. Halk şu anda panik-korku hali yaşamıyor. Bir öfke var. Bunun yarattığı bir isyan duygusu, bir özgüven, bir cesaret var. Bu açıdan diyorum, 90’lardan çok farklı.

- DTK kongresinden, Kürt hareketinin tüm bileşenlerinin özyönetimi sahiplendiği bir deklarasyon çıktı. Özetle, Türkiye’nin ademimerkeziyetçi bir modelle yönetilmesi talebi dile getirildi. Kürt hareketinin bu talebini arkaik, hastalıklı, realiteden uzak olarak değerlendirenler oldu. Bu tür eleştirilere yanıtınız nedir?

Kürtlerin kendi geleceğini ve kaderini belirleme hakkı münhasıran Kürtlere aittir. Halk olarak örgütleri ve öncüleriyle birlikte bunu belirlerler. Geri kalan dünyanın bütün fertleri buna saygıyla mükelleftir. Kaderini kendisi belirledikten, ortaya koyduktan sonra bir kere buna herkesin saygı duyması gerekiyor. Kendisine demokratım, solum, sosyalistim, liberalim diyenlerin kuracağı ilk cümle şudur: Saygı duyuyoruz. Sonra varsa önerileri, ikinci aşamada da eleştirileri gündeme gelmelidir. Ama bunun Türkiye’nin batısında hangi ruh haliyle karşılandığını anlamaya çalışıyorum. Buna dikkat ederek bizim gelen eleştirilere yaklaşmamız lazım. Her eleştiriyi de düşmanca karşılamamak lazım tabii. Türkiye’nin batısı bir çaresizlik ve yenilmişlik ruh halini yaşıyorken, Kürtler direnmenin coşkusunu ve özgüvenini yaşıyorlar. İki farklı ruh hali var. Bu, değerlendirme ve yazılara da yansıyor. Kürtlerin dostu olarak gördüğümüz kesimlerin bu türden yazılar yazmaya çalışması belki de şu ruh halinden kaynaklı: “AKP yüzde 49,5 oy aldı, bütün bu kan ve gözyaşına rağmen. Dolayısıyla bir an önce savaşı bitirecek, silahları tümüyle susturacak birşeyler yapılsın. Böyle bir ortamda özerklik talebi savaşı büyütür. Savaşı da AKP, Türkiye toplumuna bir baskı aracı olarak kullanıyor.” Bazıları bundan tek çıkış yolu olarak silahsızlanmanın tartışılması gerektiğini düşünüyor. Bunu anlamaya çalışmak lazım. Bu, aslında özü itibariyle çaresizlik içinden çare üretme arayışının ruh halini ifade ediyor. Fakat Kürtler böyle bir modda değiller. Panik, korku, telaş içinde hareket etmiyorlar. Tarihsel, devrimci hamleler yapıyorlar. Ayakları yere basan, özgüvenli, içi dolu, bir adım sonrasını değil, on adım sonrasını hesaplamış bir şekilde ilerliyorlar. Dostlarımızın eksiği şuradadır bence: Defalarca sınanmış bir hareketin her seferinde yeniden teste tabi tutulması doğru değil. Kaç defa bu sınavdan geçecek Kürt hareketi? Yılda birkaç defa neredeyse, sınava tabi tutuluyoruz ve her seferinde başarılmasına rağmen kalıcı bir güven oluşmuyor dostlarımızın zihin dünyasında. Bence Kürt hareketine güvenerek içlerini rahatlatsınlar, gönüllerini ferah tutsunlar. Bu mücadelede Kürtlerin öncü yürüyüşü kazanacaktır. Bu pencereden baksınlar, eleştirilerini de yapsınlar. Biz hepsine de saygı duyuyoruz elbette. Hepsini okuyor, dinliyor, faydalanmaya çalışıyoruz.

Hükümet yetkilileri veya basınında Abdullah Öcalan ile Kürt hareketi arasında bir farklılık varmış gibi yansıtılmaya çalışılıyor. Ancak Öcalan’la görüşmelere de izin verilmiyor. Sizce bunun nedeni ne? Öcalan’la yapılacak bir görüşmenin bu süreçte nasıl bir önemi olabilir?

Mevcut durumla ilgili ne söyleyeceğini bildiğimi söyleyemem. Bununla ilgili ne söylesem spekülasyon olur. Ama kimseyle görüştürülmemesinin sebebi, AKP’nin politikalarına teslim olmamasındandır. AKP’nin politikalarına dair pozitif bir söylemi olsaydı, AKP gece-gündüz İmralı’dan canlı yayın yaptırırdı. 5 Nisan’dan beri Sayın Öcalan’a tecrit uygulanıyorsa, o da orada bir direniş sergilediği içindir. Net olarak şunu söyleyebiliriz ki, AKP’nin politikalarına boyun eğmiyor.

- Şahsınıza yönelik tehditler, saldırılar uzun bir süredir devam ediyor. Bu tehdit ve saldırıların dozajında nasıl bir ivme görüyorsunuz?

AKP ve şakşakçıları, paralı köşe yazarları, tetikçileri, “Aktroller” neredeyse iki yıldır tarihte eşi görülmemiş bir biçimde bana saldırıyorlar. İnanılmaz bir biçimde hedef gösterme, hakaret, küçük düşürmeye çalışma, küfürler, tehditler gırla gidiyor. Onlarca yazılar çıkıyor. Bunların bilançolarını danışmanlarım çıkarıyor ama ben hiçbirini okumuyorum. Arkadaşlar bana bunların bilançolarını çıkarıyor. Şu kadar hakaret, şu kadar küfür-tehdit eden açıklama, şu kadar “Aktroll” çalışması diye, sadece rakamları görüyorum. Hakikaten çok büyük rakamlar. Bazen kendi kendime soruyorum: Bunlara ne ettim yahu! Demek ki çok canlarını yakmışım. Demek ki kurulu düzenlerine bayağı bir çomak sokmuşum. Geri dönüp baktığımda ne yaptım? Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday oldum ve yüzde 10’a yakın oy aldım. 7 Haziran’da partimizin barajı aşmasında bir çaba ortaya koydum ve AKP’yi iktidardan düşürecek bir sonuç elde ettik. 1 Kasım’da da bütün engellemelere rağmen partiyi meclise sokmayı başardık. Demek ki tüm bunlar onlar açısından çok can yakıcı. Bu kadar saldırıya rağmen büyüyor, ayakta kalıyor olmamız, moralli olmamız, halen bunlara teslim olmamamız, halen aman dilemiyor olmamız, bütün o rant etrafında örgütlenmiş tayfayı çıldırtıyor.

- Bu saldırılar sizi nasıl etkiliyor peki?

Doğrusu kişisel olarak umurumda bile değil. Çok coşkulu bir halk mücadelesi içinde, evet savaş-kan-gözyaşına rağmen, bir kahramanlık destanı yazıldığını görerek, bundan umutlanıyoruz. Moralimizi bundan alıyoruz. Paçavralarına, bunların ucuz saldırılarına kimsenin prim vermemesi lazım. Ben çok da umursamıyorum ama bazı ciddi tehdit algılamaları da oluşuyor. Bazı tetikçilerin görevlendirildiği anlaşılıyor. Bunlar, fiziki bir saldırıya, imhaya fırsat bulurlarsa yaparlar. Bundan hiç kuşkum yok. Ama biz de kendimizce tedbirlerimizi alıyoruz. Nereye kadar götürebilirsek artık.

- Türkiye’nin batısında bir yenilmişlik duygusu olduğunu ifade ettiniz. Sizce aydınlık ne kadar yakın, ne kadar uzak?

AKP yönetimine baktığımda kardan adam görüyorum. Bahar geldiğinde kar erir, kardan adam da. O koca havuç burunları ve şapkaları ortada kalır sadece. Bakmayın öyle ordularıyla, elindeki polis gücüyle devasa gibi göründüklerine; sıcaklar geldiğinde ilk eriyecek olan onlar olacaktır. Umut ediyorum ki bahara daha umutla, çözüm umuduyla gireriz.