Gökhan Soylu / Demokrat Haber

Fotoğraflar: Senem Sinem

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la söyleşimizin 3. ve son bölümünde barış ittifakı, Suriye, Artvin Cerattepe ve medyaya yönelik baskılar yer alıyor.

Ahmet Hakan ve Doğan Medya'nın son dönem yayınlarına ilişkinbilgiler veren Demirtaş, “Sizler gibi canla başla çalışan bir grup medya çok anlamlı ve değerli bir iş yapıyor. Bugünlerde yaptıklarınız -bütün muhalif medya için söylüyorum- tarihseldir. Karanlığa bir kibrit yaktığınız anda orası karanlık olmaktan çıkıyor zaten. Önemli olan da budur” diye konuştu:

3. BÖLÜM: “BARIŞ YANLILARI BİR ARAYA GELMELİ”

Son Meclis grup toplantısı konuşmanızda Silopi’de süren sokağa çıkma yasaklarından sonra 500 kişinin dağa gittiğini anlatmıştınız…

Bunun tabii istatistiği yok elimizde ama konuşulanlardan bunu anlıyoruz. Bütün bu uygulamalar, Cizre’deki vahşet uygulaması gençleri demokratik siyasete yöneltmiyor. Şiddet şiddeti, öfke öfkeyi büyütüyor. Bunun sonu yok, bu bir sarmaldır. Hükümet böyle yaptıkça şiddet büyür, PKK de öyle yaptıkça devletin şiddeti artabilir. Şiddet şiddeti doğurdukça da siyasi zemin azalır. Elbette biz hükümetin savaş ve şiddet politikasında ısrarcı olduğunun farkındayız ama bunun çözümünün şehirlerde kendilerini patlatmak, sivil insanları hedef alarak eylemler düzenlemek olmadığını da biliyoruz. Cizre’nin intikamını almak adıyla bu tür eylemleri biz HDP olarak doğru görmeyiz. Tavrımız Ankara patlamasındaki tavırdır, değişmez.

“BARIŞTAN YANA OLANLARIN DA BİR İTTİFAK YAPMASI LAZIM”

Sezgin Tanrıkulu geçtiğimiz aylarda “CHP ve HDP ortak bir barış cephesi oluşturabilir” diye bir açıklama yapmıştı. Böyle bir imkan var mı Türkiye’de?

Biz hep söylüyoruz. Türkiye’de Erdoğan, Ergenekon, MHP, BBP bütün bu çevreler savaş bloğunda nasıl birleştilerse barıştan yana olanların da bir ittifak yapması lazım. Bu seçim ittifakı değil. Bir barış ittifakından söz ediyorum. Yani savaşa karşı çıkmalıyız. Saray ve Ergenekon ittifakı ülkeyi felakete götürüyor; demokrasiden, emekten yana olan, insan haklarını savunan, bu çerçeve etrafında buluşan herkes, siyasi partiler, emek örgütleri, gençlik hareketleri, bütün barış girişimleri tek bir cephede buluşabilirler.

Birkaç ilkesi olsa yeterli, illa her konuda aynı şeyleri düşünmek zorunda değil barışseverler ama savaşı durdurmak için aynı fikirdeysek yan yana durabilmeliyiz. Nasıl ki savaşseverler bu kadar kolay bir şekilde yan yana duruyorsa barış isteyenlerin de bu kadar kolay bir şekilde bir araya gelebilmesi lazım.

“EMPERYALİZME GÜVENEREK ÖZGÜRLÜK ELDE EDİLMEZ”

Tüm dünya Suriye’de selefi cihatçı örgütlerle savaşırken Türkiye ise selefi örgütlerle işbirliği yapıp onların bombaladığı PYD’yi bombalıyor. Sizce bu günden sonra Türkiye, Suriye’de hayal ettiği politikayı uygulatabilir mi?

Hayır. Suriye halkları çok büyük acılar çektiler. Savaşın en büyük kaybedeni Suriye halkları ve toplumuydu, ama siyasi arenada uluslararası dengelere baktığımızda en büyük kaybeden Türkiye oldu. AKP hükümetinin politikaları Suriye’de iflas etmiştir. Suriye’de savaşın bu kadar uzun sürmesinin nedeni de AKP hükümetidir.

Davutoğlu zaten geçtiğimiz günlerde bunu itiraf etti. "Biz olmasaydık Suriye’de her yer rejimin kontrolünde olurdu” dedi. Yani başka bir ülkenin yönetimi kendi ülkesini yönetemiyorsa bu bizim sayemizdedir dedi.

Türkiye Suriye’de iki temel amaç için uğraştı. AKP ortaya çıkan büyük krizi fırsata dönüştürmek istedi. Birincisi Şam yönetimi Şii bir yönetim, Baasçı bir yönetim, siyasi anlayış olarak AKP ile ayrı uçta duruyor, Mısır’da nasıl İhvan iktidara geldiyse, Arap baharı ile bütün diktatörlerin devrilebileceği ve yerine AKP İslamına benzer bir modelin oluşabileceği ihtimali çıktı ve bunu değerlendirmek istedi Davutoğlu. Bu işin akıl babası Davutoğlu’dur. Onun stratejik derinliği ülkeyi bu noktalara getirdi. Şam’da bir Şii yönetim var ve bu devrilebilir, Mısır’da da böyle olacak, dolayısıyla AKP’nin etki alanı genişlemiş olacak. Giderek Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’ya, İslam alemine hükmeden bir Türkiye ortaya çıkacak.

Bunun da zaten yıllardır hazırlığını yapan bir kişi var Türkiye’de, o da halife olacak. Sarayını bile yapmış, her şeyi hazır. O nedenle Suriye’deki temel amaçlardan biri oydu. Şam rejimini devirip yerine selefi bir iktidar kurmaktı.

İkincisi de Kürtler orada bir statü kazanabilirdi, bunu engellemek. Bu iki temel amaçla yola çıktı AKP. Doğrudan Türk ordusunu Suriye’ye sokmak konjonktürel olarak da bölge stratejisi olarak da mümkün olmadı. Nato desteklemedi, BM onaylamadı. Türkiye o haliyle asker soksaydı işgal olurdu ve böyle bir işgali de dünya kabul etmezdi. Türkiye de selefi örgütlerle iş birliği yaptı. Onlara para, lojistik, imkan, eleman her şey sağlandı. Türk subaylar, istihbarat elemanları onlara eğitim verdi.

Peki Batı bunları görmüyor muydu, neden ses etmedi?

Türkiye Batı’dan gelen tüm yardımları koordine eden ülkeydi. Bunlar Türkiye sınırından Suriye’ye geçiyordu. Batı’nın gözleri önünde batı uyutularak, Esad’la mücadele ediyoruz, ılımlı Suriye muhalefetini destekliyoruz adı altında batının gönderdiği bütün yardımları selefi örgütlere yönlendirdi AKP.

İnsani yardım kuruluşları aracılığıyla, MİT tırları aracılığıyla ÖSO, Ahrar-üş Şam ve El Nusra örgütleri daha çok desteklendi. Çok sayıda grup vardı ama Türkiye bütün yardımları onlara yönlendiriyordu. Çünkü onların güçlenmesini istiyordu. Selefi örgütler güçlensin diyordu.

Vekaleten Türkiye Suriye iç savaşında savaşıyordu aslında ve hem Kürtlere karşı savaşıyordu hem de Şam yönetimine karşı. Şimdi gelinen noktada iki amaç da gerçekleşemez hale geldi. Esad düşmedi, tam tersine ülkede kontrolü ele geçirmeye başladı, Kürtler de IŞİD’e karşı bölgenin tek kara mücadelesini kazanan kuvveti oldu ve siyasi alanlarını genişletip statüye doğru gittiler.

Şimdi proje çökünce birincisi biz bu kadar mülteciyi niye aldık demeye başladı Erdoğan. Çünkü bunun için almışlardı, Suriye’de siyaseti dizayn etme ve kendi politikasına göre hizmet etme aracı olarak görüyordu mültecileri. Hal böyle olunca mültecileri niye tutuyoruz deyip önünü açmaya başladılar Ege denizine doğru. Bir kriz yaratıp Avrupa’yı kendilerine muhtaç etmek zorunda bırakmak istediler mülteci anlaşmasıyla.

İkincisi İncirlik üssünü ABD’ye açtılar, en azından Türkiye’ye olup bitenlere karşı ses çıkarmaması için ikna ettiler. Türkiye’de olup bitenlere karşı şimdilik AB ve ABD’yi ikna ettiler. Ama Suriye’de başarılı olamadılar. Rusya’da sahaya indi. Onlar da vekaleten savaşıyordu. Rusya sahaya inince bir anda her şey Türkiye’nin aleyhinde olmaya başladı. Çünkü Ruslar tam da Türkiye’nin desteklediği selefi güçleri vurmaya başladılar. Öyle olunca Türkiye Rus uçağını düşürdü ve öngöremediği bir krizle, yönetemediği bir krizle karşı karşıya kaldı. Türkiye Bağdat’a pirince giderken eldeki bulgurdan oldu. Öyle bir pozisyona düştü AKP.

“KÜRT DÜŞMANLIĞI ORTAK PAYDALARIDIR”

Peki Türkiye Suriye’de savaşın en başında nasıl bir pozisyon almalıydı?

Hem Suriye’de hem Türkiye’de kazanmanın çok kolay bir yolu vardı. Kürtlerle siyasi işbirliği. Yani IŞİD’le kurduğu stratejik işbirliği, ortaklık yerine 2013 Newroz’unda açıklanan mektup ve belge üzerinden Suriye, Türkiye, Irak ve İran Kürtleri ile stratejik iş birliği yapması yeterliydi.

Hem Suriye iç savaşı büyümemiş olacaktı hem IŞİD gibi bir bela dünyanın başına musallat edilmeyecekti, hem de Türkiye gerçekten sınırlarının da ötesinde güvenli dost olarak gördüğü iyi ilişkiler geliştirdiği bir yapı ile karşı karşıya kalacaktı. Şimdi içerde de savaş dışarıda da savaş. Şimdi içeride de kaybediyor dışarıda da kaybediyor.

Kürt fobisi, Kürt düşmanlığı hem Erdoğan’ın fikridir, hem de yeni ittifak yaptığı Ergenekon yapılarının ortak paydalarıdır. O yüzden çok rahat ittifak kurdular. İçeride ve dışarıda Kürtlere karşı amansız bir savaş yürüteceğiz dediler ve şu anda onu yürütüyorlar. Aslında ülkenin kan gölüne dönmesine gerek kalmadan Türkiye çok güçlü bir barış ülkesi olabilirdi. Fakat bu fırsatların hepsi heba edildi. Hepsi çarçur edildi.

Bugün Beşar Esad Suriye’nin kontrolünü tekrar ele geçirse, Kürtlere kanton, özerklik ya da bağımsızlık hakkı verir mi sizce?

Bunu bilemeyiz tabi ama herkes kendi öz gücüne güvenmeli, Esad’a, ABD’ye, AB’ye güvenerek özgürlük bağımsızlık elde edilmez. Yani kaldı ki Esad rejimi orada tümüyle hakim olsa da bu Suriye’nin normale döndüğü anlamına gelmiyor. Suriye’nin artık eski Suriye olmayacağı bilinmeli.

Merkezi Arap ulus devleti Suriyesi olmaz artık, ya federal ya kantonal bir yerel yönetim gelişmeli orada, çünkü ortaya çıkan parçalanmışlık başka türlü giderilemez. Ya bölünmedir ya da bir arada yaşama, ama tekçi bir devlet olmaz artık. Bir ulus devlet şeklinde kendini örgütleyemez. Demokratikleşmesi lazım, bir demokratik anayasa yapmayı başarmalı Suriye toplumu ve bizler Suriye toplumuna bu yönüyle destek olmalıyız.

Bir arada barış içinde yaşamasını sağmak için bir şeyler sunmalıyız, taraf tutmamalıyız. Herkes için aynısını istemeliyiz. Demokratik bir Suriye istemeliyiz. Eğer olmazsa her şey özgüce bağlıdır. Kendi özgücünüz yoksa örgütlü bir halkınız yoksa Amerika’ya, Şam’a, Rusya’ya güvenerek kimse özgürlük elde etmemiştir bu güne kadar. Bir laf vardır “Azrail’in can dağıttığı görülmemiştir” diye. Emperyalizme güvenerek özgürlük elde edilmez.

“CERATTEPE’DE İNSAN OLMAKLA İNSANLIĞA SALDIRI ARASINDA BİR MÜCADELE VERİLİYOR”

Artvin Cerattepe’de büyük bir direniş oldu ve mahkeme kararı sonuçlanana kadar çalışmalar durdu. AKP’nin bu politikası Hasankeyf’te, Munzur’da da sürüyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin birçok yerinde yaşanıyor, hatta dünyanın birçok yerinde yaşanıyor doğa tahribatı, kültürel soykırım, kültür tahribatı. Bunlar çok sıradan meseleler değil. Basit bir ağaç, temiz çevre, temiz toplum meselesi değil. Bu vahşi kapitalizmin sürekli daha fazla üretim ve kar hırsına dayalı mekanizmanın doğayı tahrip eden kısmıdır.

Kültürü tahrip ediyor, doğayı tahrip ediyor, sanatı tahrip ediyor bu sistem her şeye saldırıyor. Her şey maksimum kar elde etmek için bir araç olarak görüyor. Ilıca’da, Munzur’da, Cerattepe’de de ortaya çıkan sistem bu.

Yani şöyle bakıyorlar yer küreye, yerin üstünde ve altında çok değerli şeyler var. Biz bunları çıkartıp zengin olmak yerine bunları izliyoruz, bunun bize ne karı var diye düşünüyorlar. Hep diyorum ya, ağaca baktıklarında odun görüyorlar. Oysa insan bu değildir. İnsan ağaca baktığında bir şiir yazabilmeli, bir türkü söylemeli, insanın özü ve doğası budur. İnsanın toplumsal doğası ile ekolojik anlamdaki çevre bir bütündür. Birbiri ile ayrılmaz parçalardır.

Ama kapitalizmde buna yer yoktur işte. Bunu anlamıyor bu "mallar". Diyorlar ki o ormanların altında büyük altın rezervleri var bizim de ülke olarak borcumuz var. 50 bin ağacı kessek ne olacak. Yerine 100 bin dikeriz. Oradaki ekolojinin kıymetini bilmiyorlar. Orada yaratılan kültürü anlayamıyorlar.

Hasankeyf’e baktıklarında ya burayı barajla doldururuz ne olacak bir sürü elektrik gelir diyorlar. İkisini kıyasladığında para ağır basıyor. Bu iki dünya görüşüyle alakalı bir zihniyet farkıdır. Biri sadece parayı düşünüyor ötekisi ise ekonomik kar hırsını bir tehlike olarak gören bizim demokratik modernite olarak tarif ettiğimiz insanı merkeze koyan bir bakış açısının savaşıdır. Cerattepe’de bu gerçekleşiyor.

Artvin halkı çok saygın bir mücadele gerçekleştiriyor orada, sıradan bir ağaç meselesi yürütülmüyor insan olmakla insanlığa saldırı arasında bir mücadele veriliyor. Şimdilik geçici ateşkes ilan edilmiş görünüyor, ama Davutoğlu ve ekibi asla vazgeçmez oradan. Onlar için oradaki altın her şeyden kıymetlidir.

“MEDYANIN ÖZGÜR OLDUĞU ÜLKENİN BAŞBAKANI BURADA MEDYA ÖZGÜR DEMEZ”

Türkiye’de medyanın hali ortadayken internet sitelerine de çok büyük bir sansür uygulanıyor. DemokratHaber.Net'e de bu yüzden Türkiye’den erişim engellendi. Başbakan Davutoğlu’nun dediği gibi Türkiye’de basın özgür mü gerçekten?

Zaten bir yerde bir Başbakan ya da Cumhurbaşkanı sürekli çıkıp bu ülkede medya özgürdür deme zorunluluğu hissediyorsa orada medya özgür değildir. Yani medyanın özgür olduğu hiçbir ülkenin başbakanı ve cumhurbaşkanı günde 3 kere çıkıp burada medya özgür demez.

Kaldı ki bugün katledilen, tutuklanan, gazeteciler ortada. En basitinden 7 Haziran’dan sonra 2 televizyon programına çıkabildim ben, düşünebiliyor musunuz? Türkiye’nin en büyük partilerinden birinin eş genel başkanıyım ama sadece 2 televizyon programına çıkabildim. Çağırmıyorlar, korkuyorlar. Baskı var üzerlerinde. Ama bunlar sabah, öğle, akşam canlı yayındalar. Buradan bile baktığınızda medya o kadar büyük bir korku ve baskı ile teslim alındı ki hiç kimse kalmadı. Ya kendi yandaş medyalarını yarattılar, yandaş olmayanı da büyük patronları özellikle teslim alarak dize getirdiler ve yandaş yaptılar. Büyük merkez medya kuruluşlarının AKP’ye bu kadar yakın hale gelmesinin nedeni onlar zaten hep kirliydi, şimdi günü geldi iktidar bu kirli ilişkileri onlara karşı kullanıyor.

Nasıl teslim alıyorlar?

Doğan Medya’dan örnek vereyim size, mesela Bodrum’daki Marina çok büyük bir işletme ve 100’lerce milyon dolarlık kar getiriyor. Ve burası Doğan Holding’e kiralanmış, uzun vadeli olarak. Erdoğan çağırmış Maliye Bakanı’nı “Bunu iptal edeceksiniz” demiş. Maliye Bakanı da uyduruk bir gerekçe bulmuş ve bu anlaşmayı iptal etmiş.

Şimdi Bodrum marinası 500 kapasiteli yat limanı olan, sayısız alışveriş merkezi, eğlence kulübü olan çok büyük bir işletme. Getirisi çok büyük. Doğan Holding’in bu sözleşmesini iptal ettikten sonra Aydın Doğan adına birileri Saray’a gittiler ve bir anlaşma yaptılar. Anlaşmanın birkaç maddesi var belki çok gündem olmadı, çünkü sesimizi duyurabilecek alan kalmadı. Birincisi 26 kişilik işten çıkartılacaklar listesi verildi Doğan Medya’ya. Bunlar yerine işe alınacaklar da verildi. O günden beri de bu listelerdekiler uygulanıyor.

İkincisi bütün yayın organlarında AKP propagandası yapılacak dendi, bunu da kabul ettiler. Üçüncüsü HDP karşıtı propaganda yapılacak dendi, dördüncüsü de Ahmet Hakan işten çıkartılmayacak Ahmet Hakan’a AKP propagandası yaptırılacak. Ahmet Hakan’ı işten çıkartılmayıp propaganda yaptırmayı tercih ettiler. İşte bu anlaşma böyle kabul edildi ve Doğan grubu Bodrum’daki Marina’yı geri aldı.

İşler böyle işliyor. Siz kirli olup pis işler yapmışsanız geçmişte, günü gelip muhalefet etmeye kalktığınızda da kulağınızdan tutarlar ve böyle yaparlar sizi.

“BUGÜNLERDE YAPTIKLARINIZ TARİHSELDİR”

Geriye bir tek alternatif, muhalif medya kaldı öyleyse?

Sizler gibi canla başla çalışan bir grup medya çok anlamlı ve değerli bir iş yapıyor. Bugünlerde yaptıklarınız -bütün muhalif medya için söylüyorum- tarihseldir. Ses az çıkıyor olabilir, ama mesela bir Ayşe öğretmen bir “alo” demesiyle bütün sistemi sarstı. Öyle bir şeydir bu. Karanlığa bir kibrit yaktığınız anda orası karanlık olmaktan çıkıyor zaten. Önemli olan da budur.

Söyleşinin diğer bölümleri:

1. Bölüm: Selahattin Demirtaş: Gençler, barış dediğimiz zaman hakaret etmişiz gibi bakıyor!

2. Bölüm: Selahattin Demirtaş 1. yıldönümünde 'Dolmabahçe Mutabakatı' sürecini anlattı