Evrensel gazetesi, son günlerde Güneydoğu'da yaşananlar, Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK)  özyönetim sonuç bildirgesi ve hükümetin bu bildirge sonrası tutumununa dair Demokratik Bölgeler Partisi Eş Başkanı Kamuran Yüksek'le bir söyleşi gerçekleştirdi.

Söyleşi şöyle:

Kongre bitti, beklenen kararlar açıklandı. Peki, bu sonuçtan ne anlamalı Türkiye halkları, Kürt siyasi hareketi ne istiyor? Ne öneriyor?

Kararlar aslında 10 yıldan bu yana Kürt sorununun çözümünde, Türkiye’nin demokratikleşmesi kapsamında ortaya koyduğumuz Demokratik Özeklik Projesi’nin bir boyutunu ifade ediyor. Siyasi ve idari sistemin nasıl olması gerekliğini tanımlayan kararlar. Projenin içinin doldurulması biçiminde de değerlendirebiliriz. ‘Demokratik özerklikten kastımız nedir’, ‘nasıl olacak’a dair bir açıklama yaptı ve biraz daha kamuoyunun anlayacağı hale getirdi, bir bu. En önemlisi şu; biz bu kongre davetine uyup katılan kurumlar olarak bundan sonra süreci hep beraber omuzlayacağımızı, yürüteceğimizi ortaya koymaya çalıştık. Ülkeyi tekçi, otoriter bir rejimle dönüştürmeye çalışan bir AKP hükümeti var, bunu da her türlü baskı yolunu geliştirerek yapıyor. Şiddet uygulayarak yapıyor, devletin imkan ve gücünü halka karşı, muhalefet edenlere karşı uygulayarak yapıyor. Buna karşı biz de bir bütün demokrasi güçleri olarak, Kürt siyasi hareketi olarak hareket edeceğimizi beyan etmeye çalıktık. 

Aslında şimdiye kadar gündem hendek-barikat tartışmasının ötesine geçemedi mi yani?

Bu AKP’nin yürüttüğü çok bilinçli bir politika. Meseleyi asayiş, hendek, terörizm bununla mücadele kavramları içerisinde gösteriyor ki ‘bu insanlar ne istiyor’ sorusu sorulmasın. İnsanlar suçlu görülsün, haksız görülsün ve devletin-hükümetin uyguladığı politika meşru görülsün isteniyor. Biz şimdi ortaya çıkan deklarasyonla bunu aşmaya çalışıyoruz. Yani ne zamana kadar böyle olacak; 30-40 yıl savaş oldu bölgede ve neredeyse 20-30 yıl sonra Türkiye toplumu ‘bu insanlar ne istiyor’ diye konuşmaya başladı. O kadar karartılıyor, o kadar kriminalize ediliyor ki. Yani varsa hendek, yoksa barikat... Halkın taleplerini, mücadele gerekçelerini görünmez kılan bir politika izleniyor. O açıdan bu kongre ve deklarasyon halkın ne istediğini ortaya koydu. AKP’nin yürüttüğü politikaları ve savaşı sorgulatacak bir deklarasyondur aynı zamanda. ‘Tank-top kullandığın mesele bu mu’ diyecek toplum, bunu demesi lazım daha doğrusu. O açıdan deklarasyonun aydınlatıcı, ne olup bittiğini topluma izah etmeye çalışan ve ne istendiğini ortaya koymaya çalışan boyutu var. 

DEKLERASYON ÇATIŞMALARDAN ÇIKIŞ YOLUNU GÖSTERİYOR

Kimi çevreler kongreden ‘hendekleri kapatın’ çağrısı bekliyordu...

Aslında deklarasyonda o da var, eğer doğru okunursa. Şimdi hiçbir şey yokmuş gibi nasıl davranalım. Bir halk mücadelesi yokmuş gibi mi davranacaktık, bu mu yani? Kürtlere hiç sesinizi etmeyin, mücadele etmeyin mi diyelim? Ne dememiz bekleniyor hakikaten. 100 yıldır hakları gasbedilen bir halk her mücadele verdiğinde ‘aman hadi bunları susturalım, aman hadi şunu yaptırtmayalım.’ Tamam da peki buna dair sen ne yapacaksın? Bir yol göstersinler. İşte 3 yıl boyunca müzakereler yapıldı, diyalogla bu iş çözülsün istendi, şimdi sen bunların hepsini devirdin, reddettin, tanımadın, savaş başlattın. Eee, benim yürüttüğüm savaşa kimse sesini çıkarmasın, kimse buna bir şey yapmasın mı deniyor? Böyle olur mu? Biz kimi haksız göreceğiz, devleti mi yoksa hak mücadelesi veren bir halkı mı? Buyurun, bu çatışmalardan hendek ve barikat meselelerinden çıkış yolunu gösteriyoruz, mesele budur, bunun gerçekleşmesi lazım. 

AKP ‘SİZİ SAVAŞLA İMHA EDERİM’ YAKLAŞIMINDA...

Hükümetten gelen tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu ana kadar hükümetten ve cumhurbaşkanlığından verilen tepkiler ‘ben bunların hiç birini tanımam, sizi savaşla imha etmeye devam edeceğim’ tepkisidir. Bu olduğu sürece biz hangi kesime ‘buna boyun eğin, tamam teslim olun’ diyebiliriz? Böyle bir şey olmaz. Biz burada bir şey ortaya koyduk; artık merkeziyetçi, katı, tekçi ulus devlet sistemi değişmeli, otonomiye, bölge özerkliğine dayalı bir siteme geçilmeli, işin esası bu. Bunun arkasındaki anlayışımız önemlidir. Biz kesinlikle toplumcu, halkçı, yerel demokrasiye dayalı ve toplum yararına ekonomik-sosyal tüm düzenlemeleri de içeren sadece Kürtleri değil, bütün etnik inanç yapılarını da içeren çerçeve yaklaşımı içerisindeyiz. Bunların tümü tabi ki değerlendirmeye açıktır, ‘şu şöyle olmaz da böyle olur’, esas önemlidir, esası özerklik sitemine geçilmesi ve bütün halkların, inançların, bunun yanı sıra emekçilerin, işçilerin haklarının gözetileceği yeni bir düzene geçmektir. 

Ortaya konan metin hem masaya davet ediyor hem de ilan edilen öz yönetimleri sahipleniyor. Bundan sonrası nasıl ilerleyecek süreç? DTK bileşenleri nasıl bir pozisyon alacak?

Öncelikle bunun tartışılmasına zemin oluşması lazım. Bu bir başlangıç, biz bu deklarasyonun genel yaklaşımı ve çerçevesini toplumun bütün kesimlerine yaymak, bunu paylaşmak üzere planlamalar içerisinde olacağız. Örneğin bir boyutu; tüm kentlerde yaygın halk toplantıları yapacağız, sivil toplum örgütleriyle bir görüşme süreci başlatacağız ve bu kesimlere de projeyi anlatmaya çalışacağız. Bir diğer boyutu diplomasidir. Uluslararası kamuoyu ile de yaklaşımımızın, taleplerimizin ne olduğunu paylaşmaya çalışacağız. Burada bir amacımız da AKP üzerinde baskı oluşmasını sağlayıp müzakereler yoluyla bunun çözülmesini sağlamak, bu yolu açabilmektir. 

BAŞKANLIK PAZARLIĞI SÖZ KONUSU DEĞİL

Deklarasyonun açıklamasından sonra zaman zaman tekrarlanan ‘Kürtler başkanlık konusunda AKP ile anlaştı’ söylemi yeniden gündeme geldi. Bu defa ‘ver özerkliği al başkanlığı’ şeklinde oldu bu. Ne diyorsunuz, böyle bir anlaşma var mı?

‘Al özekliği ver başkanlığı’ meselesi değil tabi. Biz halkın, toplumumuzun ve Türkiye’nin demokrasi güçlerinin ortak taleplerini, çözüm yaklaşımlarını ortaya koyduk. Onlar kendi projelerini ortaya koyuyor, biz de kendi projemizi. Bunun böyle görülmesi, böyle anlaşılması gerek. Ayrıca AKP’den doğru da böyle bir yaklaşım göremedik şu ana kadar. Hani bunu tartışıyoruz, başkanlıkla birlikte bunu ele alalım diyen bile yok, böyle bir emare görmedik. Doğrusu çok zorlama bir yorumdur bu. Eskiden beri Kürt siyasi hareketini AKP ile iş birliği içerisinde göstermeye çalışan bir yaklaşım biçimidir. Düşünün bu ortama rağmen hâlâ ‘AKP ve Kürt siyasi hareketi iş birliği içinde’ anlayışı ile yaklaşılıyor. Gerçekten çok yadırgıyorum ben bunu. Ayrıca başkanlık ya da başka bir sistem, demokratik, Kürt sorununun çözümü içeren bir proje ve model olduktan sonra hepsini konuşabiliriz. Bizim öyle bir takıntımız da yok. Bizim derdimiz toplumun sorunlarının çözülmesidir, halkımızın sorunlarının çözülmesidir, ezilenlerin emekçilerin, inançların bütün toplumsal kesimlerin özgürce kendi hakları ile yaşayabileceği, demokratik bir düzen kurulmasıdır. Tuzu kuru insanlar tabi ki fantezi düzeyinde ‘bu rejim olmalı, bu olmamalı’, bununla anlaşmalı, bununla anlaşmamalı diyebiliyor. Ama burada insanlar ölüyor, bunu görüyorlar mı? Film seyrettiklerini mi sanıyorlar? Bizim sırtımızda yumurta küfesi var, biz halkımızın sorunlarını çözme derdindeyiz. 

‘Her şeyi konuşamaya hazırız’ söylemini HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen de kullanmış ve tepkiler gelmişti. ‘AKP’nin başkanlık modelinin neyini konuşacaksınız’ diye. Bu modeli de konuşur musunuz?

Şimdi bakın bizim hareket noktamız şu; Kürt halkının, diğer ezilen halkların, inançların ve emekçilerin sorunlarını çözmek. Bu sorunların çözümü açısından biz kendi projemizi ortaya koyduk: Demokratik Özerklik Projesi. Biz budur diyoruz, ama biz tek başımıza değiliz. Bu ülkede başka siyasi yapılar, başka projeler var. Kimin, ne çerçevesi varsa ortaya koyar. Derdimiz halkımızın sorunlarına çözüm bulabilmek ve çözüm yolunu da ortaya koyuyoruz. Çözüm yolunda başka projeler de varsa onları da tartışmaya hazırız. Meselemiz bu sorunları çözebilmektir. Bütün bunlar tartışmaya ve üzerinde uzlaşılmaya açıktır diyoruz. Biz kendi projemiz dışında başka bir şeyi tartışmayız, kimseyle ortaklaşmayız ya da çözüm arayışı içerisinde olmayız diyebilir miyiz? O zaman hiçbir sorun çözülemez, böyle bir yaklaşım olamaz. Bazı kesimler aslında her şey olduğu gibi kalsın istiyor. Nasıl olacak bu böyle? Şimdi bu dengeyi kırmaya yönelik bir mücadele yürütüyoruz, onu da kabul emiyorlar, neyi kabul ediyorlar biz anlamadık ki. Şimdi AKP’ye karşı mücadele ediyorsun ‘aman niye böyle bir mücadele ediyorsunuz’ diyorlar, tartışalım diyoruz ‘neyi tartışacaksın bunlarla diyorlar.’ Ne isteniyor peki? 

BAŞBAKAN DAVUTOĞLU CİDDİ OLMALIDIR

DTK genel kurulu devam ederken Başbakan Ahmet Davutoğlu, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile yapacağı yeni anayasa görüşmesi iptal etti. Hükümetten de Saray’dan da sert açıklamalar geldi ardı ardına. Sizce süreç nasıl ilerleyecek, bundan sonra ne olacak?

Tabi o görüşme meselesinde ortaya koydukları gerekçeler çok komik. Davutoğlu ciddiyete davet ederken kendisi ciddiyetsiz yaklaşıyor. Bir toplumsal uzlaşma metnini, anayasayı görüşmek istiyorsunuz, tarihsel bir şey. 30 yıl sonra Anayasa’yı yeniden yapalım diyorsunuz ve Anayasa yapımının en acil beklenti olduğunu ortaya koyan Kürt halkının, demokrasi güçlerinin siyasi yapısını çok komik bir gerekçeyle görüşme dışı bırakacaksınız. Bir defa Davutoğlu ciddi olmalıdır.. 

AKP ERKEN SEÇİME GİDEBİLİR

Bu arada Başbakan Davutoğlu’nun görüşmediği parti, Meclisin üçüncü büyük partisi...

AKP ortak, demokratik bir Anayasa yapmak istemiyor. 7 Haziran sonrasında, koalisyon görüşmelerinde uyguladığı taktik ne ise Anayasa yapım sürecinde de aynı taktiği izleyecek. İşte ‘ben gidiyorum, bunlar kabul etmiyor, ben koalisyon kurmak istiyorum MHP, CHP, HDP yanaşmıyor, beni bunlara muhtaç etme, beni tek başına iktidar yap, ben de hükümet kurabileyim’ diyordu. Şimdi de aynı yaklaşımı Anayasa yapım sürecinde izleyeceği anlaşıldı. İşte ‘bunlar gelmiyor, ortak anayasa yapmıyorlar’. Eee, işte ben Anayasa’yı tek başına yapayım. AKP bunu olgunlaştırırsa bir yıl içerisinde erken seçime de gidebilir. Eğer bu partileri bu noktaya getirirse, toplumda bu algıyı oluşturabilirse bir partinin de en azından baraj altında kalmasını sağlamak üzere bir taktik izliyor, bu onun ilk adımıydı.

TÜRKİYE BİR DARBE DÖNEMİNİ YAŞIYOR

Hendekler barikatlar, sokağa çıkma yasakları, operasyonlar, çatışmalar... İşte Kamuran Yüksek’in bunlara dair söylediklerinden satır başları...
 

* Türkiye hükümeti Kürt halkına karşı bir savaş açmış durumda. 7 ilimizde toplamda 18 ilçede sokağa çıkma yasağı adı altında sıkıyönetim politikası var. 

* Bir darbeyle karşı karşıyayız. Şu ana  kadar 350’ye yakın sivil insanımız AKP’nin yürüttüğü bu savaş nedeniyle hayatını kaybetti, katledildi. Bunun 202’si sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde gerçekleşti. Yakılan ve yıkılan evlerin sayısını tespit edemiyoruz.

* Devlet her türlü politikayı uyguluyor, elektriği kesiyor, suyu kesiyor bütün yaşamsal ihtiyaçlardan  mahrum bırakılıyor. Halkı bunlarla bezdirmeye, bıktırmaya çalışıyor. Halk bıksın, aç kalsın, susuz kalsın, ölümü görsün, yaralansın, evi yansın, yıkılsın bundan vazgeçsin istiyor... 

* 90’larda kentler böyle bombalanmadı, kentlere tanklar girmedi, evler bu şekilde yakılmadı, yıkılmadı. Bugün yaşananlar, bugünün koşullarında çok daha ağır. Hiçbir zaman on bin askerle bir ilçeye girilmedi, albayların, yarbayların, generallerin bir ilçede savaş yönettiğine şahit olmadık. 

* Bir gün ara verip bunları yeniden sayaç sıfırlar gibi sıfırlıyorlar. Sur’da 2 Aralıktan beri süren bir savaş süreci var. Nusaybin’de 3 ay boyunca 7 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş. Her defasında en az 10 gün sürmüş. Toplayın 70 gün yapar. 

* Hiçbir savaş halinde hatta iki devletin savaş durumunda bile insanların yaşadığı yerleşim yerlerine tank sokamazsınız. Hastanelere asker, polis yerleştiremezsiniz. Sağlık ocaklarını, okulları karakola dönüştüremezsiniz. Bunların hepsi yapılıyor ve bunlar uluslararası savaş suçu. 

* Esedullah Timi bir örgütlenmedir ve Saray gladyosu dediğimiz şey budur. Nasıl 90’larda JİTEM başka amaçlarla kurulmuş ve kullanışmışsa bugün de direk Erdoğan’a bağlı bir örgütlenme olarak bu Esedullah Timi kurulmuştur. İçerisinde sadece Türkler de yok, Çeçenistan’da savaşmış kişiler de var, Arap ülkelerinde Nusra içerisinde, IŞİD içerisinde yer almış kişiler de vardır.

* Biz Kürtler haklarımızla kendi topraklarımızda özgür yaşamak istiyoruz. Bu savaş bizi beraber yaşayamaz hale getiriyor, Türkiye toplumu bunu görmeli. Bu savaş batıdaki insanların sofrasından kesiyor, onun cebinden kesiyor, bize karşı silah olarak kullanılıyor. Kürtler demokratik hakları kazanırsa Türkiye toplumu kazanır..