4 Eylül’de yapılacak BDP Genel Kongresi öncesi bir sürpriz yaşandı. Daha önce genel başkanlığa aday olmayı değerlendirdiği bilinen Eski Kars ve Şırnak milletvekili Mahmut Alınak adaylığını ilan etti.

Kürt Sorunu’nun can almaya ve yürek yakmaya devam ettiği bu endişeli süreçte BDP Genel Başkanlığı’na aday olan Mahmut Alınak’a gerekçelerini sorduk…

DEMOKRAT HABER / MEHMET GÖCEKLİ

 

Sayın Alınak, sizi uzun yıllardır ülkemizdeki demokrasi ve özgürlükler mücadelesinden tanıyoruz. Dün BDP Genel Başkanlığı’na aday olarak yeni ve zorlu bir göreve talip oldunuz? Gerekçeleriniz neler bunun için?

Onlarca neden sayabiliriz. Ama bunları konuşmak için zaman biraz erken. Bunun eksik ve biraz da garip bir cevap olduğunu biliyorum. Geçmişte yaşadığım bazı tecrübeler projelerimi kurultayda dillendirmem gerektiğini öğretti bana. Bu nedenle lütfen beni mazur görün. Ama şimdilik şunu söyleyebilirim: Sadece BDP genel başkanlığına değil, akan kanı durdurmaya adayım. Bunu nasıl başaracağımı soracaksınız haklı olarak. Bunun çeşitli yolları vardır. İlerleyen zamanda bunları sizinle konuşmak isterim. Genel başkan seçilirsem siyasetin bildik ezberi bozulacak, yeni bir siyasi çığır açılacak. BDP mücadelesi sadece ezilen Türklerin ve Kürtlerin kurtuluşu olmayacak, BDP tüm dünya ezilenlerinin ilham kaynağı olacak.

“BU ÇIKIŞIM BDP’DE DEMOKRASİ KÜLTÜRÜNÜN YERLEŞMESİNE DE HİZMET EDECEKTİR”

Adaylığınız, gerek Kürt siyasal hareketleri, gerekse sol açısından pek örneklerine rastlanmayan bir durum değil mi? Genelde bu hareketler kendi içlerindeki farklı mekanizmalardan bir aday çıkarır, başka aday çıkamaz. Neden bu çıkışı yaptınız?

Bu sorunuz bence hayati bir öneme sahiptir. Ülkesinde demokrasiyi kurma iddiası taşıyan bir parti demokrasiyi önce kendi içinde işletmelidir. Üyelerine ve seçilmiş delegelerine demokrasiyi çok gören bir parti halka nasıl demokrasi getirebilir? Sözünü ettiğiniz mekanizmaları kim icat etmişse yanlış bir iş yapmış ve sol hareketlere zarar vermiştir. Kurultaylar partilerin iradelerini temsil eden en üst organlardır ve halka karşı sorumludurlar. Merkez yönetim organları bu üst organ tarafından seçilir. O mekanizmalardan çıkan genel başkanlar atama genel başkanlardır. Kurultayca seçilmedikleri için parti iradesini değil mekanizmada belirleyici olan birkaç kişinin iradesini temsil ederler. Bu şekilde seçilen bir genel başkanın başarılı olması mümkün değildir. Çünkü her söz ve hareketinde kendisini atayan-onaylayan kişilere bağımlı olacaktır.

Böyle bir genel başkan daha ilk haftasında cesaretini , yaratıcılığını ve karar verme kabiliyetini tamamen kaybeder. Derken sadece partisine ve halka değil, kendisini onaylayan o kişilere de zarar vermeye başlar.

Sözünü ettiğimiz bu uygulama ayrıca kurultayları noter derecesine düşürüyor. Genel başkan ve genel merkez yöneticileri önceden belirlenmişse seçim diye kurultayları toplamak o kurultay delegeleriyle alay etmektir. Kurultay en üst organ olarak partinin iradesini temsil ettiğine göre başka yerlerde genel başkan ve genel merkez yöneticilerini belirlemek dar anlamda parti iradesini, geniş anlamda da partiye destek veren halkın iradesini çiğnemektir.

Başka önemli bir şey daha: Kurultaylar projelerin yarıştığı zeminlerdir. Kurultay ve parti iradesi yok sayılırsa verim düşer ve parti çoraklaşır. Çoraklaşan partiler de halka on yılları kaybettirir. Demokrasi ve özgürlük iddiamız varsa bunu önce kendi iç bünyemizde kurumlaştırmalıyız. Aksi halde siyaset, yöneticileri tatmin eden fuzuli bir meşgaleye dönüşür. Bu çıkışım BDP’de demokrasi kültürünün yerleşmesine de hizmet edecektir. Ayrıca parti içi demokrasinin işlediğini göstermesi bakımından da yararlı olacaktır.

“ÇOK CESARETLENDİRİCİ TEPKİLER ALDIM”

Geleneksel mekanizmaları beklemek yerine adaylığınızı açıklamanız BDP içinde nasıl karşılanır? Şu ana kadar gelen tepkiler nasıl?

Parti genel merkezi bu çıkışımı nasıl karşıladı bilmiyorum. Ama halktan çok hoş, çok cesaretlendirici tepkiler aldım. Doğrusu bu kadar destek geleceğini ummuyordum.

“SÖZLERİMİZİN MUHATABI AKP DEĞİL HALK OLMALI”

Adaylık açıklamanızda, “AKP'nin istifa etmesinden başka çare kalmamıştır” diyorsunuz. Aslında bu çizgi BDP’nin halen devam eden ‘AKP ile kapışma stratejisi’nin devamı değil mi? Aynı şekilde AKP de ‘BDP ile kapışma stratejisi’ izliyor uzun zamandır. Tam aksine bu iki gücün çözüm için birbirlerine karşı üsluplarını değiştirmesi, yumuşatması gerekmiyor mu? O zaman sorunu kim, kiminle çözecek?

Siyasette belirleyici olan güçtür. Güçlüyseniz hakkınızı alırsınız, yoksa muhataplarınız sizi ciddiye almaz. Kapışma ile kast ettiğiniz AKP ile laf yarıştırmaksa bu beni pek cezbetmez. Ağzımıza kilit vuracağız, konuşmayacağız, demiyorum. Duruma göre elbette AKP ile polemiklere de gireceğiz. Ama mikrofon siyaseti genel mücadele içinde en çok yüzde beşlik bir paya sahiptir. Bizim sözlerimizin muhatabı AKP değil halk olmalıdır. Halk örgütlülüğünü esas alarak öyle derin ve kapsamlı projeler uygulamalıyız ki, AKP dize gelmeli. O burnundan kıl aldırmayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kan ter içinde gelip çözüm için ricacı olmalı.

BDP ve Blok vekillerinden büyük beklentiler vardı. Siyasal mücadele imkanlarının en çok arttığı bir dönemde BDP’nin haklı gerekçeleri de olsa meclis dışında kalması eleştiri konusu. Uygun bir formül bularak, diplomasiyi devreye sokarak meclise dönüp aktif rol alınması önerilerine siz nasıl yaklaşıyorsunuz?

İzninizle bu sorunun cevabını kurultayda vermek istiyorum.

“OLUP BİTENLERİN SORUMLUSU RECEP TAYYİP ERDOĞAN VE HÜKÜMETTİR”

Son girilen çatışmalı süreçte AKP’nin payı nedir, PKK’nin payı nedir sizce?

Dün yaptığım açıklamada da belirttiğim gibi bütün bu olup bitenlerin birinci derecede sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan ve hükümettir. Hükümetin görevi çatışmayı sona erdirecek çözümü bulmaktır. Hükümet isterse bu çatışmalı süreci bir günde durdurabilir. Ama istemiyor. Örneğin İsviçre’de neden bu denli şiddet yok? Çünkü orada demokratik kanallar açıktır, silahlı mücadelenin yeşereceği ve boy atacağı bir alan mevcut değil. Hükümet çözümsüzlükte ısrar ettiğine göre bir tek ümit kalıyor: Sivil siyaset kapsamlı bir çalışmayla görevlerini yerine getirip hükümeti çözüme mecbur ederse –ki bu mümkündür- hem TSK, hem PKK tetikten parmağını çeker.

Siz aynı zamanda bir avukat olarak İmralı’da Abdullah Öcalan’la da görüşüyordunuz? Öcalan heyetlerle görüştüğünden, protokollerden, barış konseyinden bahsederken ve büyük bir beklenti ve umut doğmuşken bir anda her şey tersine döndü. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Devlet Öcalan’la görüşmelerinde oyalama, kandırma, tasfiye amacı mı güttü?

İmralı’dan döndükten sonra Öcalan’la yapılan görüşmelerden ümitli olmadığımı söylemiştim. O görüşmelerin sohbetten öteye gitmeyeceği belliydi.

“ÖCALAN DAHİL MUHALİF OLAN HERKES SERBEST SİYASETTE YERİNİ ALABİLMELİ”

Sizce Kürt Sorunu’nun çözümünde Öcalan faktörünün etkisi nedir? ‘Çözüm için Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi gerekir’ anlayışına katılıyor musunuz?

Öcalan kişi olarak önemli bir güçtür. PKK ve halk üzerinde oldukça etkilidir. Bence olması gereken şudur: Öcalan dahil muhalif olan herkes serbest siyasette yerini alabilmelidir. En mantıklı ve en hasarsız yol budur.

“BDP EZİLENLER AİLESİNİN HEM ÜYESİ, HEM DE İLHAM KAYNAĞI OLACAKTIR”

BDP Genel Başkanı olursanız, BDP’nin Blok çalışmaları gibi, diğer demokrasi güçleriyle birlikte mücadelesi için nasıl bir yaklaşım içinde olacaksınız?

BDP sadece Kürtlere değil, Türkiye’de ve Kürdistan’da ezilen tüm halklara kurtuluş vaat eden, tüm ezilenlerin adresi ve özgürlük umudu olan bir parti olacaktır. Yukarıda da belirttiğim gibi ayrıca dünya ezilenler ailesinin hem üyesi, hem de ilham kaynağı olacaktır.