Ercan Jan Aktaş / Demokrat Haber

27 Aralık tarihinde Bodrum’da bir araya gelerek ‘Sarayın Savaşı’na karşı Diyarbakır’a bir yürüyüş başlatan ve Barışa Yürüyorum İnisiyatifi olarak kendilerini ifade eden Vedat Zencir, Nuray Pehlivan ve Dilara Kızıldağ ile yürüyüşlerini, yaşadıklarını ve barış için taleplerini konuştuk…

***

“YİNE DE SİVİL İTAATSİZLİK”

Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

Ben Vedat Zencir.1990 yılında vicdani reddini açıklamış bir antimilitaristim. Eğer ille de bir tanımlama gerekiyorsa daha çok savaş karşıtı aktivist olarak tanımlanmak hoşuma gider.

24 Temmuz’dan bu yana Türkiye’de siyasi gelişmeler, politik atmosfer ve de başlayan çatışmalar için ne düşünüyorsunuz?

7 Hazirandan sonra HDP’nin siyasal alandaki başarısı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütün geleneksel paranoyalarını hareket geçirdi. Kürdistan’a yolu düşen herkes politik olmasına gerek olmadan orada AKP’nin ve dolayısıyla devletin siyasal hakimiyetini her alanda tamamıyla kaybettiğini açık bir şekilde görebilir.

7 Haziran seçimleri devletin sadece Kürdistan’da siyasal hakimiyetini kaybetmesine yol açmadı. Aynı zamanda Türkiye’nin diğer coğrafyalarında da hegemonik ideolojik hakimiyetini hızla kaybedeceğinin işaretlerini verdi. Dolayısıyla AKP ve devlet siyasal alanda kaybettiği meşruiyeti bütün ülkeyi bir savaş konseptine sokarak çatışma ve savaş düzleminden klasik ceberut devlet pozisyonuna geçti.

Bu savaş konsepti yapılan operasyonların büyüklüğüne ve sertliğine baktığımızda devletin daha çözüm süreci içindeyken bir kıyım ve yıkım hazırlığı yaptığı çok açık bir şekilde görülmekte. Sonuç olarak bütün demokratik siyasal alan savaşla birlikte yok edildi. Kentlerdeki direniş de devlet tarafından katliamın ve yıkımın gerekçesi olarak sunulmaya çalışılıyor.

Benim buna söyleyecek tek sözüm bıraksaydınız demokratik siyasal alanları Kürtler oldukça başarılı bir şekilde kullanıyorlardı. Onların savaşa ve çatışmaya niyeti yoktu. Baskılar ve operasyonlar bunu zorunluluk haline getirdi.

Bugün ise geldiğimiz noktada şehirleri ablukaya alan Kürt halkını komple düşman ilan etmiş, soykırım yapmaya yemin etmiş mafyalaşmış bir devlet zulmüyle karşı karşıyayız. Şiddet dışında başka bir yol bırakılmayan bu ortamda ben yine de sivil itaatsizlik eylem biçimlerinin sonuna kadar denenmesinin anlamlı olacağını düşünüyorum.

Vedat, Bodrum’dan Diyarbakır’a Barış Yürüyüşü’ne sen de Adana’da dahil oldun, yürüyüşe dair gelişmelerden nasıl haberdar oldun, bu yürüyüş ile neyi hedeflediniz?

Bodrum’da olan barış inisiyatifi üyeleri ‘’batının sessizliği bizi öldürüyor’’ çığlığına bir ses vermek amacıyla bir araya geldiler. Devletin Kürt halkına uyguladığı şiddete ve ölümlere dur demek için birlikte yola çıktık. Herkesin kendi kendine ne yapabiliriz sorusunu sorduğu ancak hemen hemen hiçbir şey yapılmadığı derin sessizlik ortamında bizler kendimiz bir şey yapamıyorsak dahi yapılan herhangi bir organizasyona çok fazla soru sormadan dahil olmak istedik ve olduk. Çünkü sürekli tartışmalar politik gerekçeler sosyal medya üzerinden ağlaşma ve radikallikler bir şeyler yapılmasını engellemekten başka bir işe yaramıyor. Dolayısı ile çok hesap yapmadan nasıl anlaşılırız, acaba kimlerle yürüyoruz diye düşünmeden var olan organizasyona katılmaya karar verdik.

Yürüyüşe başlarken kendinizi kamuoyuna nasıl deklere ettiniz, neydi sözünüz?

Yürüyüşe başlarken barışın en genel saikleri üzerinden hareket edildi. Savaşa karşı barış denildi. Şiddet karşıtı sivil itaatsizlik eylem tarzı belirlendi. Bireylerin kendi vicdani sorumlukları ile harekete geçtiğinin altı çizildi. Hem tek tek hem de barış söyleminin çatısı altında çoğulduk.

Yolculuk boyunca neler yaşadınız, ne tür tepkiler aldınız?

Yolculuk boyunca Diyarbakır’a kadar Bodrum’da, Muğla’da, Ankara’da ve Adana’da yani yürüyüş ve basın açıklaması yaptığımız hiçbir yerde müdahale ve engelleme ile karşılaşmadık.

“DEVLET GAZ, SU VE PLASTİK MERMİLERİYLE HOŞ GELDİNİZ DEDİ”

Diyarbakır’da nasıl bir karşılaşma yaşadınız, yolculuğa başlarken ve orada karşılaştıklarınızı anlatır mısınız?

Diyarbakır’da devlet biz barış yolcularına gaz, su ve plastik mermileriyle hoş geldiniz dedi. Yüzyıllık Ayrımcılığın veciz mahiyetini seçilmiş milletvekilleri ve belediye başkanları ile birlikte yürürken bir kez daha anlamış olduk. Diyarbakır halkının misafirperverliğini ve bizi kucaklamasını anlatmaya ise sözüm yetmez.

Diyarbakır’da Sur’a yürümek isterken gözaltına alınanlarınız oldu, hangi gerekçeler ile gözaltına alınma oldu ve son durum nedir? Vedat sen de gözaltında kaldın, üç gün sonra sana Türkiye’den çıkış yasağı geldi, ne düşünüyorsun?

Diyarbakır’da Sur’a yürümek isterken arkadaşlarımız izinsiz yürüyüş ve örgüt adına eylem yapmaktan gözaltına alındılar. Yürüyüş halkın seçtiği milletvekilleri ve belediye başkanları ile meşru bir zeminde yapılmış olduğu halde kamuoyuna yasadışı gibi gösterilmeye çalışıldı. Gözaltındaki arkadaşlarımız çıktı ancak dava süreci devam ediyor. Bu davanın takipçisi olacağız. Ve en önemlisi biz Diyarbakır’dayken de ayrılırken de Sur abluka altında insanlar aç susuzdu ve katledilmeleri devam ediyordu.

“UZAKTAN KONUŞMAYIN BURAYA GELİN”

“Batı”dan “doğu”ya barış talebi ile yola çıktınız, bu süreç/yürüme hali sizde ne tür bir duygu yarattı?

Ben 90’lı yıllarda da barış yolculuğu organize edip Kürdistan’a gelmiştim. Geçen kurban bayramında da 10 kişilik bir grupla Cizre’ye gitmiştik. Şunu söyleyebilirim: Bölgeye daha önce gelmeme, biraz bilmeme rağmen şok yaşadım. Devletin uyguladığı şiddetin boyutunun korkunçluğu ve buna karşı Kürt halkının her şeye rağmen yaşama tutunuşu ve misafirperverliği. Tek kelimeyle utanıyorsunuz insanlığınızdan.

Burada hiçbir şey dışarıdan gazel okunduğu gibi değil. Siyasal bilinci inanılmaz derecede yükselmiş, kadının hayatın her alanında aktif etkin hale geldiği bir toplumdan söz ediyoruz. Yetmiyor, bu halk kendisine yapılan zulme karşı bu zulme sessiz kalan diğer halklara hala düşman değil. Ve insan bu durumda batının bu densiz milliyetçiliğinden daha fazla utanç duyuyor.

Her neyse ben politik bir insan olarak bile her seferinde buraya geldiğimde şaşırıyorum. Diğer arkadaşlarımızın da çok şaşırdığından ve ön yargılarının kırıldığından eminim. Onun için batıya tekrar seslenelim: Uzaktan konuşmayın buraya gelin.

“KÜRT HALKI İÇİN DEĞİL, KENDİNİZ İÇİN AYAĞA KALKIN”

Çatışma ortamı devam ediyor, yaptığınız bu yürüyüşten sonra şimdi neler yapmayı düşünüyorsunuz? Başkalarına mesajınız nedir?

Evet yüreğimizi yakan, bir şey yapmadığımız sürece bizi kimliksizliğe, zavallılığa sürükleyen savaş ortamı içindeyiz. Devlet her muhalif kesimin çıkardığı her türlü sese çok sert cevap veriyor.

Şunu batıdaki insanlara açıkça söyleyeyim şu anda hayatınıza dair elinizde korumak istediğiniz ne varsa ipotek altında. Sessiz kalmaya devam edersiniz elinizdekiler daha hızlı elinizden çıkacak. Ses çıkarırsak hep beraber bir şansımız var. Yoksa hiçbir şansımız yok.

Başka yapı ve gruplara söyleyeceğim şudur: Hesap yapmayalım; hesap yapma dönemini çoktan geçtik. Vicdanlarımızın aciliyet sesine kulak verelim. Bu savaş, ona karşı çıkmadığımız sürece hepimizi yakacak. Kürt halkı örgütlü ve acılara dayanıklı. Ama uyarıyorum, batı narin. Kürt halkı için değil, kendiniz için ayağa kalkın. Bu yükün altında asıl siz kalacaksınız. Ayağa kalkın; barışı isteyin.

‘ÖLÜM DEĞİL YAŞAM’

Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

Ben Nuray Pehlivan, kadın aktivistim. İzmir’de Halkların Köprüsü Derneği’nde aktif olarak çalışıyorum.

24 Temmuz’dan bu yana Türkiye’de siyasi gelişmeler, politik atmosfer ve başlayan çatışmalar için ne düşünüyorsunuz?

24 Temmuz’da Suruç’ta yaşanan katliam ve sonrasında devam eden karanlık olaylar ve ardından çözüm sürecinin sona ermesi ve uzun zamandan beri çözüm sürecinde dahi gelişen baskılar, bunlara karşı oluşturulan özsavunma hareketi, özyönetim ilanları ve sonrasında devletin “hendeklere” karşı geliştirdiği bir çatışma sürecini yaşıyoruz. Şu anda kadın, çocuk ayrımı yapılmadan bir sivil halk öldürülüyor. Diyalogların koptuğu, geleceğimizi göremediğimiz bir karanlıkla karşı karşıyayız.

Bodrum’dan Diyarbakır’a Barış Yürüyüşü’ne sen de Adana’da dahil oldun, yürüyüşe dair gelişmelerden nasıl haberdar oldun, bu yürüyüş ile neyi hedeflediniz?

Biz İzmir’de dostlarımızla birlikte Kürdistan’da yaşanan hak ihlallerine karşı ‘’ne yapabiliriz’’ sorusuna yanıt ararken sosyal medyada ‘’Bodrum İnisiyatifi’’nin Barışa Yürüyorum mesajı ile karşılaştık. Amacımız batıda yaşanan sessizliği bozacak bir harekete dahil olmaktı. Bu yüzden hiçbir soru sormadan bizimle benzer saiklerle hareket eden bu oluşuma dahil olduk ve onlarla birlikte Diyarbakır’a kadar geldik.

Yürüyüşe başlarken kendinizi kamuoyuna nasıl deklere ettiniz, neydi sözünüz?

Barış yanlısı bir hareket olduğumuzu, silahların susması ve diyalogların başlaması talebiyle yürüyeceğimizi deklare ettik. Türkiye halklarının Kürt halkına yapılan zulme karşı birleşmesi için bir çağrı ile başladık yürüyüşümüze ve yol boyunca çoğalarak büyüdük. Sözümüz ‘Ölüm Değil Yaşam’ idi.

Yolculuk boyunca neler yaşadınız, ne tür tepkiler aldınız?

Yolculuk Bodrum’da Praksis müzik grubunun da katılımıyla coşkulu bir şekilde başladı ve sonrasında uğradığımız tüm illerde halkın coşkusu ile karşılandık. Uğradığımız tüm şehirlerde Meclis’e yürüyüş dahil hiçbir müdahale ile karşılaşmadık; ta ki Diyarbakır’a gelene kadar. Aramızda Diyarbakır’a ilk kez gelen sadece vicdani duygularıyla bu harekete katılmış arkadaşlarımız da vardı. Özellikle o arkadaşlar için ama genel olarak hepimiz için Kürdistan’daki gerçekle yüzleşme olanağı oldu. Devlet şiddetinin burada ne kadar acımasızca kullanıldığını ve Kürt halkına yapılan zulmü Kürtlerle aynı mecrada birebir yaşamış olduk. Özellikle gözaltı sürecini yaşamamız ya da buna tanık olmamız önemliydi. Ancak gözaltındayken Kürt tutuklularla batıdan gelen arkadaşlarımıza aynı muamelenin yapılmadığını, Kürtlerin itilip kakılarak dövüldüğünü, bizim arkadaşlarımıza ise nispeten daha ‘kibar’ davranıldığını öğrendik utanarak.

Diyarbakır’da nasıl bir karşılaşma yaşadınız, yolculuğa başlarken ve orada karşılaştıklarınızı anlatır mısınız?

Diyarbakır’da çok sıcak bir ilgi ile karşılandık. Belediye Eş başkanları ve Meclis Üyeleri ile Meclis salonunda buluştuk. Burada Kürdistan’da yaşananlar üzerine karşılıklı konuşmalar yapıldı. Kürt halkının bu sıcak karşılayışından sonra ise onlarla birlikte demokratik hakkımızı kullanarak halkın seçtiği milletvekilleri, belediye başkanları ve sendikalarla birlikte yürüdük. Bu yürüyüşte polis hiçbir uyarıda bulunmadan gaz, su ve plastik mermileriyle karşıladı bizi. Gazlı-tomalı saldırı sırasında kapalı mekanlara sığınan insanları gözaltına aldı.

Diyarbakır’da Sur’a yürümek isterken gözaltına alınanlarınız oldu, hangi gerekçeler ile gözaltına alınma oldu ve son durum nedir? Sen de gözaltında kaldın, üç gün sonra sana Türkiye’den çıkış yasağı geldi, ne düşünüyorsun?

Diyarbakır’da Sur’a yürümek isterken polisin saldırısı sırasında 24 kişi gözaltı alındı. ‘Barışa Yürüyorum’ aktivistlerinden 5 arkadaşımız da bu göz altıların arasındaydı. Arkadaşlarımız kitlenin içinden tesadüfi bir şekilde alınmalarına rağmen izinsiz yürüyüş ve örgüt adına eylem yapmaktan gözaltına alındılar. Oysa ki eğer onlar bu suçu işledilerse ben dahil o gün orada bulunan binlerce kişi bu suçu işledi. Bu nedenle polis tarafından o gün yapılan gözaltılar bana göre Kürdistan’da yaşanan trajedinin üstünü örtmek ve burayı batıya kapalı tutma çabasıyla yapılmış bir gözdağı mesajıdır.

“Batı”dan “doğu”ya barış talebi ile yola çıktınız, bu süreç/yürüme hali sizde ne tür bir duygu yarattı?

Ben Diyarbakır’a daha önce defalarca geldim. Ancak bu kez çok farklı şeylere tanıklık etmiş oldum. Devlet, tomalarıyla, plakasız rangerlarıyla her an her şeyi yapabileceğinin işaretlerini veriyor. Halkın oylarıyla seçilmiş milletvekillerini tartaklayarak gençleri ellerinden alıyor. Kışın ortasında tazyikli suyla ıslattığı insanları günlerce spor salonunda bekletiyor. Sokaklarda ölüm kol geziyor.

Çatışma ortamı devam ediyor, yaptığınız bu yürüyüşten sonra şimdi neler yapmayı düşünüyorsunuz? Başka yapı, grup ve de bireylere mesajınız nedir?

Türkiye’nin doğusunda Kürdistan’da bir katliam yaşanırken batısında ölüm sessizliği hakim. Burada yaşadıklarımızı, tanıklıklarımızı yaşadığımız yerde anlatacağız. Çünkü burada yaşananlar havuz medyası tarafından anlatılmıyor. İnsanlar doğru bilgiye ulaşamadığından duyarsız bir toplumla karşı karşıyayız. Türkiye halklarının kaderi ortak ve bu anlamda mücadelenin de ortaklaşması için elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü sıranın bize gelmeyeceğinin bir garantisi yok.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Ve huzur diliyorum. Ve bu da Türkiye halkları arasında ancak eşitlik temelinde barış sağlandığında, eşit koşullarda yaşama hakkı gerçekleştiğinde sağlanır.

 “ATEŞ ARTIK SADECE DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKMIYOR”

Dilara Kızıldağ, sizin gözlemlerinizi alabilir miyiz?

Kendimi feminist, antimilitarist bir kadın aktivist olarak tanımlayabilirim. LGBTİ hareket ve toplumsal ekoloji çalışmaları ile de bağ kurmayı önemsiyorum. Bütün bunlarla birlikte kendimi ifade etmenin bir yolu olarak plastik sanatlar ve performans sanatı ile bir dil oluşturmayı dert ediyorum. Bir resim, bir duruş, yüzlerce sözden daha çok şey anlatabilir, o anlamı çok farklı yerlere taşıyabilir diye düşünüyorum.

Savaşı endişe ve çaresizlikle izliyorum. Yani, evet, “izleyici” gibi hissediyorum ama bu yanlış, çünkü bu ateş artık sadece düştüğü yeri yakmıyor. Barış, özgürlük, hayallerimizi, gelecek düşlerimizi de yakan, bizi, birbirimizin yüzüne bakamaz, kahkaha atamaz hale getiren bir korku politikası bu.

Sapır sapır insanlar öldürülüyor, bombalar patlatılıyor, halklar göçe zorlanıyor ve aslında bütün bunlar, bu toplumun ‘batı’sının belli bir kabulü üzerine, artık “haklı”lığını kanıtlama derdi bile duymadan yapılıyor.

Ayrıca savaş, erkeklik üzerinden kurulan bir şey, erkekliği o erk halinden özgürleşebilsek, savaşlar, dayanak bulamayacak. Dolayısıyla, kadınların barış için yapabilecekleri çok şey var. Bu yüzden 2009’dan beri aktif olan Barış İçin Kadın Girişimini takip etmeye, katılmaya çalışıyorum.

Ben yalnızca –Bodrum’dan Diyarbakır’a Barış Yürüyüşü - daveti gördüm. Arkadaşlarım da Bodrum’dan yola çıkıyorlardı, ben de Adana’dan katıldım onlara. Ben, kamuoyuna bir söz söylemedim ama bu yürüyüşe kendi rengimle nasıl katılırım diye düşünürken, birden, bir resim yapmak geldi aklıma. Arkadaşım Berna ile paylaştım fikrimi. Berna, Ankara katliamı sonrası yaptığı bir resmi kullanmama onay verdi ve büyük bir çarşafa resmi yaparak yola çıktım.

Bir diğer yandan da aklımda, o günlerde daha yakından yaşadığım bir şey vardı. Ben, çocuklarla resim yapıyorum. Son haftalarda daha çok tabii, barış konulu resimler yapıyoruz. Çocuklar, “barış” deyince bir duralıyorlar. Çok zor bir konu… Hayali bile kurulamayacak bir şey gibi! Genellikle, “aa çok kolay ben hemen yaparım!” diyenler, hızla eli silahlı askerleriyle, kanlısından birer savaş resmine koyuluyorlar. Resmin barışla ilgisini sorduğumdaysa, “askerler düşmanları öldürüyo, barış oluyo” diye açıklıyorlar.

İşte benim içimi en çok bu durum acıtıyordu son zamanda. Barış denilen şeyi farklı farklı yerlerde farklı kişilerle de konuşmak için çıktım bir yandan da yola. Hem tanıklık etmek için, hem, o çığlığa bir ses katmak için, hem de barış, oradan nasıl görünüyor, onu hissedebilmek için.