Ercan Jan Aktaş / Demokrat Haber

Özellikle son iki yıl içinde mülteci olarak Türkiye’den Avrupa’ya gelen/yerleşen insan hakları, vicdani ret, hayvan hakları, LGBTİ+, ekoloji alanlarından aktivistlerle yaptığım “AVRUPA’DAKİ MÜLTECİNİN GÜNLÜĞÜ” adlı söyleşinin 5. bölümünde Kıvılcım Arat’la devam ediyoruz.

Türkiye'de iken gündemlerin nelerdi?

Bu soruyu Türkiye/Kuzey Kürdistan temelinde alacağım. Çünkü, Türkiye'de ve Kürdistan'da yaşanan sorunların temelinde birbiri ile alakalı olduğunu düşünenlerdenim. Kürdistan coğrafyasında yaşayanlar Türkiye'de vücut bulan sorunlara aşina iken, Kürdistan coğrafyasında yaşanan sorunlar Türk illerinde pek bilinmeyen/bilinse dahi önemsenmeyen sorunlar silsilesi olarak karşımıza çıkıyor. Sıklık ile kullandığım bir örnek var. Nefret dediğimiz olgu bir kanser hücresine benzer. Erken teşhis edip üzerine gitmediğiniz sürece yayılıp, en nihayetinde yaşamı sona erdirecektir. Tıpkı, bir hayvana uygulanan şiddetin ora ile sınırlı kalmaması gibi. Hayvandan çocuğa, çocuktan kadına, kadından azınlık din ve inançlara, oradan ise tüm kimliklere yayıldığı gibi. Türkiye/Kuzey Kürdistan coğrafyasında var olan gündemlerim genel olarak bunlardı. Yani, baş çelişkim olarak adlandırabileceğim trans kimliğimin yanı sıra ulusal, sınıfsal ve türsel çelişkilerim ve gündemlerim vardı. Bu sorunlar/gündemler zihnimde iç içe bir halde ve ayrı ayrı önemlere sahipti. Ama dediğim gibi tüm gündemlerimin içinde en önemli gündemim ismimi bir damga gibi niteleyen trans olma halidir.

Geldigin yer ile kıyasladığında avantaj ve de dezavantajlarin neler?

O kadar sıkıntılı bir soru ki benim için anlatamam. Şu an tutuklanma riskinin olmaması büyük bir avantaj. Türkiye hapishanelerinde yaşanan zulüm, Nazilerin toplama kamplarını aratmıyor. Yıllardır Hapishanelere tutsak kadınları ziyaret etmeye giden biri olarak yaşananların bizzat şahidi oldum. Ziyarete gittiklerimin arasında gerilla kadınlar, kadın mücadelesinde tutuklanan aktivistler ve trans kadınlar vardı. Yani devletin zulmünü her çevreden kadında nasıl işler hale getirildiğinin bizzat şahidi oldum ve tutsakların yakını olarak maruz bırakıldığım zulmü bizzat deneyimledim. Ortadoğu gibi transfobinin hat safhada olduğu bir bölgede devletin eline düşmenin nasıl bir zulüm olduğunu çok küçük yaşlardan itibaren dinleyerek ve zamanla yaşayarak öğrendim. Şu an Avrupa'da olmanın en büyük avantajı sanırım bu şiddet sarmalının dışında olmak. Tabi bunun şu şekilde anlaşılmasını istemem: “Bir trans kadın olarak Avrupa'da yaşadığım şiddet son buldu.” Kesinlikle böyle bir durum söz konusu değil. Avrupa'da da transfobi gayet yaygın. Tek fark bunu kaba şiddet olarak sıklıkla yaşamamak.

“GÖÇMEN OLMAK, TRANS VAROLUŞ İLE BİRLEŞİNCE…”

Yeni yaşam alanında gündemlerin neler?

Bir önceki soru ile bağlantılı olarak cevap vermek isabetli olur sanırım. Avrupa'daki gündemlerim aslında Türkiye/Kuzey Kürdistan'daki gündemlerimden bağımsız değil. Kaba şiddet durdu ve fakat geldiğim coğrafyadan farklı sorunlar ile hasbihal etmek durumda kaldım. Kürdistanlı bir aktivist olarak var olan gündemlerime ek gündemlerle yaşamıma devam ediyorum. En önemli gündemlerden biri ise göçmen düşmanlığı. Göçmen olmak, trans varoluş ile birleşince çok daha katlanılmaz bir hal aldı. Örneğin, Cenvere'ye indikten sonra mülteci kampında kimlik krizi yaşadık. Türk devletinin verdiği kimlik gereğince üst aramasını erkek güvenlik görevlileri yapmak istedi. Kabul etmedim. Ve kampın bütün güvenliklerini girişe yığıp ciddi bir psikolojik şiddet uyguladılar. Bizi kampa bırakan göçmen arkadaşımın kimliğine el koydular ve sorguladılar. Tartışma 'erkek cinsel organımın olup olmadığı'na kilitlendi. Bunun üzerine soyunmak için ayağa kalktım ve peşi sıra bir sinir krizi geçirdim. Direndiğim için beni kadın görevliler aradı. Ve fakat ilk aramada yanımdaki trans arkadaşım erkekler tarafından arandı. Ta ki göçmen merkezi ile aldığımız toplantıya kadar. Ve tüm dünyada olduğu gibi göçmenlere yönelik sosyal destekler aile kurumu temel alınarak götürülüyor. Ve trans olmak özellikle mülteci kamplarında çok zor. Odama girip öpmeye çalışan erkekler de oldu, elle taciz edenler de. Kadın olmak mülteci kamplarında ciddi bir sorun. Özellikle bekar bir kadın olmak.

“KENDİMİ DİLSİZ HİSSEDİYORUM”

Geldiğin yerde seni en çok neler zorluyor?

En çok zorlayan şey dil. Dil çok önemli bir şey. Kendini, düşündüklerini, sorunları, olay ve olguları tartışmak için dil ciddi bir sorun. Yıllardır aktivizm yapan biri olarak kendini ifade etmeyi becerebilen biriydim. Ama 6 ayı aşkın süredir konuşmak için birilerinin tercümesine muhtacım. Çok konuşan ve sözcüklerin gücüne inanan biri olarak en çok zorlandığım şey de bu. Kendimi dilsiz hissediyorum. Dilsiz kalmak ölümle eş değer. Tüm sosyal alanları kapatıyor. Ve seni ağır bir sessizliğin koynuna atıyor.

Bize bir gününü anlatır mısın?

Günümün nasıl geçtiği biraz ruh halimle ilintili. İlk 3 - 4 ay çok monoton ve tek düze geçti. Açık şiddet ve tehlikenin koynundan çıkıp geldiğimde büyük bir boşluğa düştüm ve genel olarak hiçbir şey yapmadan birlikte yaşadığım 2 kediyi düşünmekle geçirdim zamanı. Türkiye'de Diren Coşkun ile başlattığımız ölüm orucu direnişinde 20 kilo verdim. Ciddi sağlık sorunlarım vardı ve hepsinde sıkıntılı ilerlemeler mevcuttu. Neredeyse her hafta hastanedeydim. Şimdi ise günlük temizlik ve kedilerin bakımından sonra kitap okumak, Türkiye'deki siyasi gündemi takip etmek ve arada dil çalışmak ile geçiyor. Geldiğim yere göre daha monoton bir yaşamım var diyebilirim.