Ercan Jan Aktaş / Demokrat Haber

Mülteci olarak Türkiye’den Avrupa’ya gelen/yerleşen insan hakları, vicdani ret, hayvan hakları, LGBTİ+, ekoloji alanlarından aktivistlerle yaptığım “AVRUPA’DAKİ MÜLTECİNİN GÜNLÜĞÜ” adlı söyleşi dizisinde dördüncü konuğum yaşam hakkı savunucusu M. Lütfü Özdemir oldu.

Özdemir, “En zor olanı geçmişteki hızlı zamanların yerini bir boşluğun almış olması ve yerine ne koyarsanız koyun dolmuyor oluşu” diyor.

Türkiye’de iken gündemlerin nelerdi, hangi alanda çalışmalar yapıyordun?

Türkiye'de iken vicdani ret, ekoloji, yaşam hakkı savunuculuğu gibi birbiriyle iç içe geçen alanlarda çalışmalar yapıp diğer yandan gazetecilik yapmaya çalışıyordum. 4 kitap yazdım. Yazmak, gezmek ve dans etmek dışında geri kalan zamanımı dostlarıma ayırıyordum ve köprüler kurmaya çalışıyordum. Yerinden yurdundan ayrılmış mülteciler, sokağa itilen çocuklar ve kısaca tüm ötekiler ile bir öteki olarak bağ kurup elimden geldiğince dostlarımla birlikte çözüm üretmeye çalışıyordum. Haliyle bütün bu gündem konuları sisteme karşı ciddi bir aktivizmin içerisinde olmayı da beraberinde getiriyordu. Yıllarca sivil ölümü yaşamış savaş karşıtı bir vicdani retçi olarak elimden geleni yaşamın da sınırlarını zorlayarak yapmaya çalıştım.

Ne kadar zaman oldu mültecisin, nerede yaşıyorsun?

2017'de yapılan anayasa referandumundan hemen sonra ayrıldım Türkiye'den. Almanya'ya geldim ve kısa bir süre daha aktif gazetecilik yaptıktan sonra mülteci hayatım başladı. Sürgün edilen değerlerimizin peşinden gelmek dışında başka bir seçeneğim kalmamıştı. 2 yıldır mülteciyim. Bilmiyorum belki dünyaya geldiğim andan bu yana hep böyleymiş gibi hissediyorum artık.

“KORKUNÇ BİR DAYANIŞMASIZLIK VAR”

Geldiğin yer ile kıyasladığında avantaj ve dezavantajların neler?

Doğduğunuz ve sonrasında yaşadığınız şehirlerde ördüğünüz bir hayat vardır. Onlarca yıllık dostlarınız, sevgiliniz, size yabancı gelmeyen şehirler, sokaklar, kaldırımlar, sokak hayvanları falan vardır gördüğünüz. Tüm bunları sanki hiç olmamış gibi, yaşanmamış gibi hissetmek çok kötü. Duygularım iki yıldır anestezi altında bir bakıma. Bir yazar olarak cümlelerinizi yitirmeniz yaşayan bir cesede dönüşmeniz demektir. Böyle hissederken hangi kavramı, mesela özgürlük, adalet, barış ve eşitlik gibi kavramların hangi coğrafyada avantaj veya dezavantaj olduğunu şöyle açıklamak istiyorum. Hissettiklerinizi ifade edemediğiniz her coğrafya bir zindandır ve bu zindanda tek başıma sadece kafamın içinde yaşamak pek avantajlı olmasa da burada görece güvende olduğumu hissetmek şimdilik yetiyor. Bu yılın başına kadar Türkiye'deki gündem ile fazlaca ilgileniyordum şimdi ise sadece bir seyirciyim. Yaşadığım travmalardan yola çıkarak geldiğim ülkenin binlerce yıldır yaşadığı travmaları ile birlikte aslında tüm dünyanın bir travma çağında yaşadığını düşünerek geçiyor zaman. Düşünmek için çok vaktim olduğundan dolayı bunu bir avantaj olarak görebilirsiniz. Tüm bunlar dışında sürgün edilen diğer gazetecilerle dayanışma içinde olmaya çalışıyorum. Sürgün edilen gazeteciler egolarını, ideolojik farklılıklarını bir tarafa bırakıp bir araya gelebilirse müthiş işler yapabilirler ama bu güzel bir hayal şimdilik.. Herkes sürgün ama kimi patron kimi köle olunca daha bir çekilmez oluyor sürgünlük ve gazetecilik. Özellikle hak temelli gazetecilik yapan insanlar arasında korkunç bir dayanışmasızlık var.

Yeni yaşamında gündemlerin neler?

Dil öğrenmeye çalışıyorum ve bol bol film izleyip, rüya görüp üzerimdeki travmaları atlatmaya çalışıyorum. Sağlıklı bir ev ortamına veya yaşam alanına henüz geçemediğim için büyük sıkıntılar yaşadım ve bu hala devam ediyor. Altı aydır bir restoranda Halil Cibran gibi bulaşık yıkıyorum ama ikinci bir Ermiş, Deli veya Gezgin kitabı falan yazmaya niyetim yok. Yeryüzündeki tanrılar ile uğraşmaktan sıkıldım ne halleri varsa görsünler diyorum artık. Dil öğrenmek ve depresyonlu vakitlerden arta kalan zamanlarda dans ediyorum. Ayrıca burada henüz taze olan ve sağlıklı büyütmeye çalıştığım dostluklar var. Hassas kalplerin cehennemi olan bu dünyada herkesin mülteci olduğunu unutmamasını istiyorum..

“YERİNE NE KOYARSANIZ KOYUN DOLMUYOR”

Yeni bir hayat ve yeni bir çalışma alanındasın, bu yeni yerde seni en çok neler zorluyor?

En zor olanı geçmişteki hızlı zamanların yerini bir boşluğun almış olması ve yerine ne koyarsanız koyun dolmuyor oluşu.. Bu kısmı uzatmak istemiyorum affedin.

Yeni yaşamın içinde bize bir gününü anlatır mısın?

Olumsuzlukları olumlandırmak ile geçiyor günlerim. Geçenlerde yarım bıraktığım beş kitap çalışmama baktım uzun uzun. Yazamıyorum eskisi gibi ve bu öyle acı veriyor ki bütün günler bazen hep birbirine benziyor. Yarım kaldı birçok şey belki de bu yüzdendir.. Belki de tüm yaşadıklarımı bir gün oturup yazabileceğim o günü görmek için bekliyorum her gün. Günler hislerimin anesteziden çıkmasını beklemekle geçiyor anlayacağınız..

Burada en çok orman yürüyüşlerini, yağmuru ve sabah erken vakitlerde öten kuşları dinlemeyi seviyorum. Söyleşi için ağaçlar, yağmur, kuşlar ve ben teşekkür ederiz. İşte benim kalabalık yalnızlığım.. Sonsuz sevgiler..