Ercan Jan Aktaş / Demokrat Haber

Özellikle son iki yıl içinde mülteci olarak Türkiye’den Avrupa’ya gelen/yerleşen insan hakları, vicdani ret, hayvan hakları, LGBTİ+, ekoloji alanlarından aktivistlerle yaptığım “AVRUPA’DAKİ MÜLTECİNİN GÜNLÜĞÜ” adlı söyleşi dizisine devam ediyorum.

İkinci konuğum barış aktivisti Yannis Vasilis Yaylalı. Yaylalı “Binlerce mülteciye elimden geldiği kadar destek oldum ama bir gün benim de mülteci olacağım aklımın ucundan bile geçmedi. Hapishane aklımdan geçti, öldürülmek dahi aklımdan geçti ama mülteci olacağım ve Yunanistan'a bu yüzden gideceğimi asla düşünmezdim” diyor.

Türkiye de iken gündemlerin nelerdi?

Aslında en son hastanedeydim. Seksenli yılları aratmayacak hapishaneler kuruluyor Türkiye'ye. İyi bir şeymiş gibi bir de bunlar medya şovlarıyla Türkiye kamuoyu ile paylaşılıyor. Bu dediğim hapishanelerden biri de kurulduğundan beri her gün hak ihlalleri ile gündeme gelen Elazığ 2 nolu Yüksek güvenlikli hapishanesi.

Benim hapishaneye girme maceram aslında yine barış aktivisti Meral Geylani ile birlikte Halil Savda'nın başlattığı ve Roboski'den Ankara' ya kadar süren barış yürüyüşünün ardından verdiğimiz karar ile Roboski'ye yerleşmemiz ile başlar.

Köye yerleşmemizin hikayesi; biliyorsunuz 28 Araık 2011 tarihinde Roboski'nin yaylasında Türkiye devlet güçlerinin beş saate yakın süre izledikten sonra, planlı programlı şekilde Kürt köylülerine yaptığı katliam vardı. Bu katliamda çoğu çocuk 34 sivil yaşamını kaybetti. Daha önceden de devletin buralarda neler yaptığını bilen birisi olarak bu katliama sessiz kalamazdık, Meral Geylani de köylüler ile dayanışmak için köyde yaşama önerisinde bulununca köye yerleşme kararı aldık.

Hapishaneye girme hikayemiz; Köye yerleştikten sonra tam altı sene orada yaşadık. Katliamı açığa çıkarmak için mücadele eden Roboski köylülerine daha örgütlü nasıl mücadele edebilecekleri konusunda bilfiil bizler de içerisinde olarak yardım ettik. Elbette hapishaneye, tecride, işkenceye giden yolumuzun taşları böyle dizildi.

Devlet hem siyasi, hem de askeri sorumlusu olduğu katliamın açığa çıkmasını istemiyordu. Roboski aileleri ile dayanışma halinde katliamın açığa çıkarılmasını isteyen birçok aydın, yazar, aktivist cezalandırıldı. Elbette bizimde dosyalarımız günden güne kabardı. Fakat hem çözüm süreci olması nedeniyle, hem de mücadelenin ulusal ve uluslararası meşruiyeti nedeniyle bir dönem hakkımızda dosyalar ve gözaltı süreçleri ile yetindiler ta ki Gülenci başarısız darbe girişimine kadar. O dönemki hükümet bu darbe girişimini muhalefeti sindirme ve cezalandırma süreci olarak değerlendirdi. Binlerce insanı, siyasetçi, aydın, yazar, aktivisti içeri aldı.

Biz Roboskide yaşayan barış aktivistleri de bu yönelimden üzerimize düşen payımızı aldık. Roboski katliamının 6. yıldönümünü hazırlıkları sürerken ben ve şu an hala haksız, hukuksuz şekilde içeride tutulan sevgili Veli Encü de dâhil altı kişi gözaltına alındık ve gözaltı sürecimiz tamamen Roboski anmasına göre ayarlandı, anma bitinceye kadar sorgusuz, sualsiz pis bir askerî nezarethanede tutulduk.

O süreç ile başlayan onlarca dosya oluşturdular hakkımızda, hatta dosyaları açan yargılamaları yapan hakim ve savcıların çoğu da Gülenci olmaktan tutuklandı. Ama kimse bizim açılan dosyalarımız, başlayan yargılamalarımız için 'Ağaç zehirlidir, meyveleri de doğal olarak zehirlidir' demedi. Patır patır Ergenekon davaları bu yüzden düşerken, bizimkiler daha da artarak devam etti. Neyse, o süreçte hakim denetim şartıyla bıraktı bizleri, ama bir kere Ohal olanaklarını arkalarına almışlardı. Bu sefer askeri, korucusu el ele köyden çıkarılmamız için her türlü oyunu devreye soktu, bize ev veren aileler tehdit edildi.

Ve bu aylarca böyle devam ederken, köylülerimiz daha huzursuz olmasın diye tam köyden bir süreliğine ayrılma kararı aldığımız dönemde, yaklaşan 24 Nisan Ermeni soykırımı ve ardından 19 Mayıs yani biz Pontoslu Rumlara uygulanan soykırıma ilişkin yazdığım yazının hemen ardından, bir cenaze töreni için geldiğim Uludere'de ‘aranman var’ denilerek önce gözaltına alındım. Sonra daha önce denetimli bırakılmama savcının itiraz ettiğini ve bu itirazın da ne hikmetse yazdığım yazının ardından geldiğini mahkemeye çıkarılınca öğreniyorum. Ardından yüzüme tutuklanmam okunarak, önce Şırnak T tipi hapishanesine, orada bir hafta dahi kalmadan Elazığ 2 nolu yüksek güvenlikli hapishanesine götürüldüm.

Bu hapishane özellikle yeni dönemin konseptine uygun şekilde kurulmuştu. İşkence ve tecrit bu hapishanenin en vazgeçilmezlerindendi. Çok çeşitli nedenler ile birçok kez saldırı ve işkenceye maruz kaldık. İşkenceye maruz kaldıktan sonra muayenemiz bilinçli şekilde geç yapıldı ve doktor tek bir kişide dahi işkence izine rastlamadı her nedense. Oysa kolu çıkanlar mı dersin, gözü moraranlar mı dersin, ya da kaburgaları ezilen mi dersin, ya da bende olduğu gibi haftalarca oturup kalkarken bel ve ayak ağrıları çektim. Ve doktor hiçbir şeyiniz yok dedi. Bu yüzden onun bir daha muayenesini kabul etmedim hatta ona işkencecisin dediğim için hak mahrumiyeti aldım. Bakanlıklar dahil, her yere yapılan işkenceleri, saldırıları, tecridi yazdık fakat hiçbir sonuç alamadık hala da o hapishaneden işkence ile ilgili haberleri alıyoruz.

“BENİM DE MÜLTECİ OLACAĞIM AKLIMIN UCUNDAN BİLE GEÇMEDİ”

Ne kadar zaman oldu mültecisin, nerede yaşıyorsun?

Mülteci olma hikayem; 15 ay sonra ilk mahkemeye çıkmam ile serbest bırakıldım. Bırakılma nedenimi asla tam anlayamadım. Çünkü aslında en iyimser tavırla beş on sene ceza bekliyordum. Beş altı ay daha Türkiye'de kaldıktan sonra tekrar ceza almam belirince, nasıl dışarı çıkabilirim diye arayışa girdim. Çünkü normal yollardan çıkamazdık, çoktan pasaportum alınmıştı. Uzunca arayıştan sonra şansa bulduğum ve tehlikeli bir nehir yolculuğu ardından Türkiye'den Yunanistan’a geçmek zorunda kaldım. Geçiş yerim ve zamanını elbette vermeyeceğim ama şimdi komik olarak gördüğüm ama o zaman benim dramım haline gelen yaşadığım bir olayı da sizlerle paylaşmak isterim.

Neyse kan revan, çamur kâr içerisinde suyun diğer yakasına geçtim. Tabi beraber geçtiğim kişilerin Gülenci olduğunu öğrenince onlardan ayrıldım.

Sonra insanlara, askere, polise görülmeden nasıl şehir merkezine gidebilirim diye planlar yapmaya koyuldum. Sonra dışarıdan birkaç arkadaşla konuşmalar yaptım, bana bir harita gönderdiler, o harita şehir merkezinde bir kiliseye götürecekti beni. Her şeyi atlattım kiliseye de ulaştım. Tam kapıya yöneldim, arkama dönüp baktım ki arkadaşlar bir ayrıntıyı atlamışlar, Kilisenin tam karşısı polis merkezi. Beni görür görmez, polisler yanıma geldiler, ben de kendi durumumu on saniye düşünüp gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Polisler beni aldılar ve karakola götürdüler. Kimlik bilgilerime bakınca polis, ben sizi televizyon da beş ya da altı ay önce gördüm dedi. Siz Türkiye'de Pontos haklarıyla ilgili mücadele veren Yannis Vasilis Yaylalı değil misiniz dedi, ben de evet benim dediğim andan itibaren Yunan sınır polisi beni mülteci kampına gönderinceye kadar bana karşı gülümsemeyi ihmal etmedi. Mülteci kampına götürüldüğümde en dikkat çekici şey ise kaldığım yerde Suriyeli, Afganlı ya da Pakistanlı mülteciden çok Gülenci mültecilerin olmasıydı, bir de sürekli samimiyetsiz özeleştiri verme çabalarıydı. Mümkün olduğu kadar onlardan uzak durmaya çalıştım. Çünkü kendim de dahil bölgede bu işkenceci faşistlerden görmediğimiz kalmamıştı. Sürekli söylediğim şey bana değil, kendinize umarım samimi şekilde özeleştiri verirsiniz. Bana soracak olursanız, asla samimiyetlerine inanmadım, inanmayacağım da.

Aslına bakarsanız her gün savaşın kol gezdiği yerlerde çalıştım, bazen serbest gazeteci olarak, bazen aktivist, bazen de insan hakları savunucusu olarak. Işid canileri çıktıktan sonra savaşın yayılmasıyla birçok insan yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Türkiye Ezidi Kürtlerini kabul etmedi, Işid'ten kaçan Ezidi Kürtleri yaşamak için adeta ölüm yürüyüşüne koyuldular ve ben de dahil Roboski halkı, Şırnak halkı binlerce insanın dağları aşmasını ve Roboski'ye gelmesini sağladık. Binlerce insana, binlerce mülteciye elimden geldiği kadar destek oldum ama bir gün benim de mülteci olacağım aklımın ucundan bile geçmedi. Hapishane aklımdan geçti, öldürülmek dahi aklımdan geçti ama mülteci olacağım ve Yunanistan'a bu yüzden gideceğimi asla düşünmezdim. Bir de düşünün büyük, büyük, büyük babanız, yani atalarınız 3000 sene önce Yunanistan'dan çıkıp Karadeniz'de koloni kurup oraya yerlermişler ve adına Pontos demişler, binlerce yıl oralarda yaşayan atalarımın torunu olarak Yunanistan'a bir mülteci olarak sığınmak ise çok daha büyük dram açıkçası. Bana en çok koyan bu, yoksa mücadele etmeye başladığınızda tüm sonuçları düşünerek hareket edersiniz.

Geldiğin yer ile kıyasladığında avantaj ve dezavantajların neler?

Avantajım; Aslında pek çok fark var ama burada arkama bakmadan yürümeye alışıyorum. Ve Roboski'de yaşarken, Kürt illerinde yaşarken hep ne zaman evim basılıp alınacağım diye tedirgin uyur ve uyanırdım. İlk zamanlarımda bu alışkanlığım devam etti, bazen hala kabuslarla uyanmıyorum desem yalan olur.

Dezavantajım; Yunanistan büyük kriz halinde bir ülke, imkanları çok sınırlı. Mülteciler konusunda Yunanistan Avrupa'nın sınırındaki ülke olması nedeniyle ve krizini Avrupa ve Amerika'dan sağladığı borçlar ile aşmaya çalıştığı için ekonomik yaptırıma maruz kalmamak için adeta Avrupa'nın kapısında mülteci bekçiliği görevini üstlenmiş durumda.

Ben altı aydır buradayım, mülteci adaylarından biri olduğum için hiçbir yardım alamadım devletten, bırakın yardımı, çalışmak isteseniz dili öğrenmek durumundasınız, dil kursu dahi yok. Hadi onu da geçtik, ne olursa olsun ben çalışırım diyorsunuz, bu sefer de ΑΦΜ almanız gerekiyor ki 6 aydır buradayım geldiğim gibi çalışma karnesi diyebileceğimiz şeye başvurdum ama hala çıkmadı. Bu söyleşiden birkaç gün önce çıkacağı söylenmişti. Bunun üzerine bir mülteci heyecanla vergi dairesine bu numarayı almaya gittim ve sağcı başbakan Miçotakis mülteci hakları ile ilgili düzenlemelere gideceğiz diyerek başlattığı incelemelere (ki siz bunu mülteci karşıtı diye okuyun, binlerce mülteci sınır dışı edilmeye hazırlanılıyor) takıldım bu sefer de. Her şey yeniden başlayacak, yeniden kayıt aldılar, şimdi onu bekliyoruz. Bu yine bir üç ya beş ay demek. Yani Avrupa'dan ve Pontoslu Rumların dayanışmasıyla şimdilik bu süreci yürütüyorum. En azından bir an önce çalışma hakkımın tanınması lazım. Ama Türkiye bir yangın yeriyken, her gün birileri ölürken, hapishanelere konulurken, bilerek, ülkenin doğası katledilirken bunları konuşmak zül geliyor.

Yeni yaşam alanında gündemlerin neler?

Aslında ben gelir gelmez burada kendimi koşuşturmacanın tam orta yerinde buldum. Beni zaten Pontos'tan gelen Rumlar, özellikle mücadele yürüten aktivistler, Türkiye'den, mücadeleden takip ediyorlardı. Ben Türkiye'de hapishaneye girdiğimde buradaki, özellikle Pontos'tan buraya göç etmiş olan Rumlar özgür kalmam için büyük kampanyalar yürüttüler. İlk o arkadaş ve dostlar ile buluştum ve Pontos soykırımının 100. yıldönümü olduğu için, birçok anma programına katıldım. Hatta bu sene anma ana programlarının Atina'da ve Selanik'teki konuşmaları Pontos'ta kalan müslümanlaştırılmış Rumların torunları olan bizler yaptık. Atina'da Tamer Çilingir, Selanik'te de ben yaptım. Hatta bu yüzden doya doya mülteciliğe geçiş sürecine dâhi vaktim olmadı. Şimdi şimdi biraz programlar azaldı da yeni yeni mülteci olduğumun farkına varıyorum.

Ben şaka da olsa takılırdım bunu soran arkadaşlara, ömrümü üç bölüme ayırdım. İlk bölümü yirmi yıl gönülsüz Türklüğe hizmet dönemiydi. Sonra gönüllü Kürtler ile yirmi yıllık mücadele dönemi. Şimdi de ömrüm yettiğince en çok ihmal ettiğim yanım, kendi kimliğim halkım için mücadele yürüteceğim. Burada, Yunanistan’da zamanımı bu yanıyla eksik kalan tarafımı tamamlayarak geçireceğim. Halkımızı, kültürünü, en önemlisi de dilimiz olan Romaika'yı öğreneceğim. Elbette insan hakları savunucusu ve mülteci olmam nedeniyle de buradaki dayanışma örgütleriyle neler yapabiliriz buna bakacağım, ortaklaştığımız noktada dayanışma halinde mücadeleyi kaldığımız yerden burada sürdürmek istiyorum. Ama asıl amacım, asıl gündemim elbette tekrar Türkiye'ye dönmek için hazırlanmak, tüm donanımımı bunun için seferber etmek, o güne kadar bu alanı ben de eksik olanı tamamlama üzerine değerlendireceğim. Ama mutlaka bir gün yine Türkiye'ye, Pontos'a döneceğim.

Bize bir gününü anlatır mısın?

Valla o gününe bağlı, eğer bir program varsa günümü ona göre kuruyorum, diyelim bir yerde panel var, öncelikle bilgisayar başında yazı mesaisi yapıyorum geceden. Sonrası gideceğimiz her yer buradan iki, üç saat uzakta olduğu için erkenden kahvaltı yapıp hızlıca evden çıkıyorum. Daha sonra arkadaşlarla buluşup panel yapacağımız bölgeye gidiyoruz ki ben Selanik'te kalıyorum her yeri tarih ve doğası harika, panel erken saatte ise sunumumu yapıp, gittiğimiz bölgedeki güzellikleri de gezmeyi, bilgi almayı ihmal etmiyorum.

Ha o gün bir program yoksa, dil öğrenmeye ayırıyorum zamanımı, bu konuda ki videoları izliyorum, kitapları, sözlükleri okuyorum. Yazma ve okumayı söktüm gibi, şimdi dil pratiği yapıyorum her boş zamanda. Hayvanları ve doğayı sevdiğimden onları da ihmal etmiyorum. Edi, Budu ve Tırsak diye köyün üç sahipsiz köpeği ile de güzel zamanlar geçiriyorum. Bol bol birlikte yürüyoruz, ben elbette çoğunluğun daha iyi koşullarda yaşaması için bir mücadelenin parçası isem de, yaşadığım yalnızlıktan çok şikâyetçi değilim. Biraz sessizliği, yalınlığı da seviyorum. Yine de burada özellikle bizim Pontoslu Rumlar asla yalnız bırakmıyorlar, ellerinden geldiği kadar benimle dayanışma halindeler. Ben Türkiye hapishanelerindeyken başlayan dayanışma aynen Yunanistan’da da devam ediyor. Bir kere daha bu yüce ruhlu dostlarıma çok çok teşekkür ediyorum. Sürgünde yaşamı katlanılır kıldıkları için.