Akşam Gazetesi'nden Burcu Bulut tarihçi ve siyaset bilimci Prof. Dr. Mete Tunçay'la Cumhuriyetin ilk döneminden günümüze asker-sivil ilişkisi, din algısı ve Türkiye'de Müslümanlık üzerine bir röportaj gerçekleştirdi.

Atatürk'ün 1930'da Fethi Okyar'a 'Bugün gözlerimi kapasam arkamda bırakacağım bir diktatör manzarasıdır' dediğini söylüyorsunuz. Diktatör olduğunu mu düşünüyordu?

Tabii Atatürk bunu bir özeleştiri şeklinde söylüyor. Diyor ki 'Ben askeri mektepte talebeyken 'Abdülhamit istibdadına karşı ne yapabiliriz' diye düşünüyorduk, bugüne geldik, şimdi ölsem arkamda bırakacağım bir diktatörlük manzarası olacak.' İşte bu bir çeşit başarısızlığın itirafıdır. Atatürk, çoğulcu demokratik bir sistem kuramamış olmanın acısı içindeydi. 

Öyle diyorsunuz ama Atatürk o günün şartlarında modern bir Türkiye yaratmaya çalışmamış mıydı? 

18. yy'da Fransızlar tarafından 'Enlightened Despotism- Aydın despotluğu' kavramı ortaya atılmıştır. Aydın olduğunu düşünen birtakım insanlar, halk için neyin iyi olduğunu sadece kendilerinin bildiğini düşünerek, halkı baskı altında tutmuşlardır. Rus Çariçesi Katerina'dan Prusya Kralı Friedrich'e kadar... Mustafa Kemal de aydın despotizm modeline girebilecek insanlardan biriydi. 

Yani Atatürk'ü 'aydın despot' olarak nitelendiriyorsunuz...

Mesele bu konuya eleştirel bakabilmek. Zamanında 'her söylediği hikmettir' diye kabul edilip, yüceltildi. Bu doğru değildi, bunu söylüyorum. Atatürk diktatör olabilir ama öncelikle zeki bir insandı. Ne olduğunun farkındaydı ve bundan da bir üzüntü duyuyordu. İstiyordu ki, hem toplum onun uygun gördüğü şekilde çağdaşlaşsın hem de bunu benimsesin. Diktatörlük etmesine gerek kalmasın. Bu açmazıydı. 

Başbakanın da benzer eğilimlere girdiğini düşünenler var...

Başbakan Erdoğan'ın da buyurgan bir tabiatı olduğunu kabul ediyorum. Dayandığı seçmen çoğunluğuna bakıp istediğini yapabiliyor. Ama bu Mustafa Kemal'in diktatörlüğü ile aynı şey değil! Farklı bir durum söz konusu.

Nasıl bir farklılık var?

Başbakan Erdoğan'ın arkasında halk var. Mustafa Kemal halka karşı, halka rağmen, halk için mücadele ediyordu. Başbakan, halkla birlikte hareket ediyor. Mustafa Kemal ise hiçbir zaman halkla birlikte olmadı. Osmanlı orduları uzun zaman yenildi. Trablusgarp Savaşı, Balkan Harbi, 1. Dünya Savaşı... İlk defa Kurtuluş Savaşı'nda Ermenilere ve Yunanlılara karşı başarı kazanılması Mustafa Kemal'e büyük bir prestij sağladı. O da bundan yararlandı. Daha sonraki yıllarda o prestijin ne kadar aşındığını bilemiyoruz. 

Başbakan Erdoğan nasıl bir lider?

Erdoğan baskıcı bir lider. Halkın dini duyarlılıklarından yararlanarak halk desteğiyle dilediğini yerine getiriyor. Ama hoşumuza gitmese de, Erdoğan'ın büyük kitleler tarafından içtenlikle sevildiğine şahit oluyoruz. Halkın yüzde 50'si AKP'ye değil, doğrudan doğruya Erdoğan'a teveccüh ediyor. 

Türkiye'de dine olan bakış açısı nasıl? 

Türkiye'de din, devletin denetimi altında. Bu hiç kimseyi memnun etmeyen bir durum. Mesela İmam Hatipler'de, şimdi öyle mi bilmiyorum ama kitaplarının başında Atatürk'ün portresi ve en büyük Müslüman Atatürk yazılıydı. Bu doğru değil tabii. Çünkü bana 'deist' gibi geliyor. Diğer yandan Prof. Şükrü Hanioğlu 'ateist' olduğunu düşünüyor. Tanrıyı reddetmek yerine Atatürk'ün 'herhalde bir Yaradan var' inancı içinde olduğu kanısındayım. 

Bugün benzer bir noktada mıyız?

AKP'ye oy veren herkesin dini gerekçelerle oy verdiğini düşünmüyorum. Türkiye'de benim itibari Müslüman dediğim büyük çoğunluk, 11 ay rakı içer, Ramazan'da içmez. Şimdi bu Müslümanlığından mı? Daha çok bir gelenekten ötürü... Oruç tutanlar son yıllarda biraz arttı ama onun sebebi de, insanlar birbirlerinden etkileniyorlar. Bir taraftan da televizyonlarda, radyolarda oruç tutulması gerekliymiş gibi bir ima sürekli var... Yani büyük çoğunluk ayak uydurmakla meşgul!..

Murat Belge'yle yaptığımız röportajda, darbe dönemine dem vurarak 'Bir zamanlar cuntayı iktidara getirmeye çalışıyorduk, şimdi Silivri'den çıkarmaya çalışıyoruz. Cunta aşkı hiç bitmiyor' dedi. Neden bitmiyor sizce?

Murat, son zamanlarda militarizm üzerine çok çalıştı, sanırım yakında İletişim Yayınları'ndan kitabı da çıkacak. Onun için kantarın topuzunu belki biraz kaçırmış olabilir. Öbür taraftan cuntacılara biz ne kadar kızarsak kızalım, kolay kolay kabul edilmeyecek işler de yapılıyor. Adamları tutuklayıp, üç sene boyunca  hücrede tutuyorlar. İddianame yok, ortada delil yok! Yarın öbür gün bunlar beraat ederse ne olacak? Ayrıca burada sonuna kadar gidileceğine de inanmıyorum. Çünkü sonuna kadar gidilmesi demek, TSK'nın tüm yapısını değiştirmek demek! 

Konu aydın kesimden açılmışken, Türkiye'de kime aydın dersiniz?

Aydın olmak, eleştirel bir bakış açısına sahip olabilmektir. Mesela yakın arkadaşım Murat Belge öyledir. Hayata hep o gözle bakar.

'Sokakta değil içerde iç' bu bence bir baskı değil

Kişi laik olamaz, devlet sistemi laik olabilir. Türkiye'de çoğunluğa bakarsanız, itibari Müslümandırlar. Sorarsan 'Müslümanım Elhamdüllilah' der ve orada biter. Namaz kılmaz, oruç tutmaz, hacca gitmez! Ama içki içer. Türkiye'de aydın kesimin de çok aydın olduğunu düşünmüyorum. Mesela din konusunda üçkağıtçılar. Onlar da Müslümanlar kadar ölmekten korkuyorlar. Sıkışırlarsa Ramazan'da sigara ve içki içmiyorlar ama meyhaneye gitmekte bir sakınca da görmüyorlar. Bu da onların yaşam tarzı! Esasında AKP de bu konuda bir genişlik gösteriyor. Ramazan'da 'sokakta değil, içerde iç' denmesi, baskı olan bu mu? Bu tartışmaya açık bir konu! Ben bunun çok büyük bir baskı olduğunu düşünmüyorum. Zaten bu tür baskılar, devlet gücünden çok toplumsal olarak gelir...