İren Bıçakçı

Her sene yönetmenlerin, belgesel takipçilerinin ve adalıların yoğun katılımıyla Bozcaada’da gerçekleşen Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BIFED), bu sene pandemi nedeniyle çevrimiçi olarak gerçekleşti. Ana Yarışma, Panorama ve Türkiye Panorama kategorilerinde yer alan toplam 39 belgesel kasım ayının ilk haftasında www.bifedonline.org üzerinden ücretsiz olarak izleyiciler ile buluştu. İzleyicilerden yoğun ilgi gören, sıtma hastalığı ile ilgili farklı bir perspektif sunan “The Fever (Ateş)” belgeseli jüri tarafından büyük ödüle layık görüldü.

Dünyada daha çok ‘malaria’ olarak bilinen sıtma hastalığının, dünyadaki bütün hastalıkların ve savaşların öldürdüğünden daha çok insan öldürdüğü söyleniyor. Üstelik Sahra Altı Afrika’sında halen dakikada bir insan sıtma nedeniyle ölmeye devam ediyor. Doğu Afrika’da bu hastalığa karşı verilen mücadeleyi anlatan “The Fever” belgeselinin yönetmeni Katharina Weingartner, BIFED’in çevrimiçi “Soru-Cevap” etkinliği kapsamında Açık Radyo’dan İlksen Mavituna ve Özdeş Özbay’a çekimleri yedi yıl süren belgeselin zorlu süreçlerini anlattı.

Sürecin başında, dönen kirli işleri Avrupalı bir bakış açısıyla anlatacaklarını düşünerek kapsamlı bir araştırma yaptıklarını, yaklaşık 150 tane sıtma uzmanı, gazeteci, tarihçi, sosyolog ve tarım uzmanı ile konuştuklarını söyleyen Weingartner, bunun yanı sıra Vietnam Savaşı’ndan Afrika kolonilerinin fethine uzanan geniş bir arşiv topladıklarından da söz ediyor. Ancak birinci senenin sonunda Doğu Afrika’ya gittiklerinde hastanelerde, kliniklerde, evlerde ölen çocukları ve bunun yanında insanların alternatif, farklı ve yerel bir çözüm için nasıl savaştıklarını gören Weingartner, bu belgeselin Afrika’nın bakış açısından anlatılması gerektiğine karar verişlerini şu sözlerle ifade ediyor: “Paramızla Afrika’ya gidip oradan korkunç görüntüler çekip sonra Afrika’daki durum hakkında Batılı sosyologlara yorum yaptırmak artık yetmişti. Bu sadece bu kısır döngüyü devam ettiriyordu. Çünkü benim hissiyatıma göre Afrika’daki ya da sözde üçüncü dünyadaki sefalete dair çektiğimiz bütün bu belgeseller hiçbir şeyi değiştirmiş değil. Bu belgesellerin yaptığı tek şey filmi izleyenler için katartik bir an sunmaları. Evinize gidip birkaç saat kötü hisseder, biraz içki içersiniz ve bir sonraki gün bitip gitmiş olur. Böyle olmamalı dedik’’.

ALMANYA VE İSVİÇRE DEVLET TELEVİZYONLARI BELGESELİ YASAKLAMIŞ

Yönetmen, hem ilaç endüstrisi hem de Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) karşı oldukça zorlu bir mücadele yürüten Rehema ile tanışır tanışmaz onun filmin yıldızı olması gerektiğine karar veriyor. Bekâr bir anne olan Rehema’nın pelin otuyla büyük güçlere karşı mücadele etmesinden etkilenen ve anlatılması gereken hikâyenin bu olduğuna inanan yönetmen, belgeseli tamamen Afrika bakış açısından anlatmak üzere çekimlere başlıyorlar. Lakin, belgeseli değiştirecek bu fikir, belgeselin Avusturya, Almanya ve İsviçre’deki yapımcılarını rahatsız ediyor. Alman yapımcılar, 33. dakika itibariyle beyaz bir uzmanı filmde göstermezler ise Alman izleyiciyi kaybedeceklerini öne sürüyor. Belgeselin fon sağlayıcılarından biri olan Alman devlet televizyonu ARD de filmi gösteremeyeceklerini çünkü filmde hiç uzman olmadığını, Rehema’nın bahsettiği şeylerin sadece hissedilen bir gerçeklik olduğunu, bunun onun son derece öznel görüşü olduğunu, bu filmde hiç nesnellik olmadığını ileri sürüyor. Ne yazık ki İsviçre devlet kanalı da farklı düşünmüyor, Novartis’in dava açmasından korktuklarını ve filmde hiç uzman olmadığını söylüyor. Weingartner’ın kararlılığı karşısında yatırımcılar desteklerini çekiyor ve bütün ortak yapım süreci dağılıyor...

Weingartner, bu süreç için “Hiç kimse, şu lanet olasıca sivrisinek hakkında bu yolculuk sırasında tanıştığım herhangi birinden çok daha fazlasını bilen bir farmakoloğun ve bir böcek bilimcisinin olduğunu görmüyor. Bu kişiler siyah oldukları için uzman olarak görünmüyorlar’’ ifadelerini kullanıyor.

Bu olaylardan çok sarsılan yönetmen, ilaç endüstrisinin halini bilmesine rağmen kültür endüstrisinin de sistematik ırkçılığın bir parçası olduğunu görünce çok sarsıldığını vurguluyor. Bu olaylar üzerine Afrikalıların konuştukları belgeselleri incelediğinde ise siyah insanların söylediklerini her zaman için onaylayan bir beyaz insan olduğunu gözlemlediğinden söz ediyor.

BENCE BİZ AVRUPALILARIN SUSMA VAKTİ GELDİ

Bütün bu zorlu süreçler nedeniyle çekimleri uzayan belgesel, dağıtımcı ararken de benzer sebeplerden sorun yaşıyor. Dağıtımcıların artık kimsenin Afrika hastalığıyla ilgili film izlemek istemediğini, Afrika’daki çocukların ölümüyle kimsenin ilgilenmediğini söylemelerine karşın “The Fever” Avusturya’da sinemada gösterime girdiğinde izleyicilerden oldukça olumlu dönüşler geliyor. Yaptıkları soru-cevaplarda izleyicilerin değişim zamanını geldiğini anladıklarını artık farklı bakış açıları istediklerini söylüyor ve ekliyor, “Biz Avrupalıların susma vakti geldi. Bence bakış açısının ters yüz edilmesine ihtiyacımız var.’’

SAĞLIĞIMIZ MİLYONERLERİN KARAR VERECEĞİ BİR ŞEY DEĞİL

Avrupalıların Sahra Altı Afrika’yı sömürgeleştirmesi ile katledilen ormanlar nedeniyle kıta özelliklerinin değişerek ‘plasmodium falciparum’un (bir sıtma türü) üreme yeri haline geldiğini ve halkın da bu durumun gayet farkında olduğunu belirtiyor. Bugünlerde bu konuyla ilgili bir kitap çalışmasında olan Weingartner, tedavi edilebilir bir hastalık iken para makinesi olarak görüldüğünden hastalığın devamlılığının bilinçli olarak tercih edildiğini söylüyor. Novartis’in en çok satan ilacının sıtma ilacı olduğunu, Uganda’da altı çocuklu bir ailenin bu ilacı karşılama imkânı olmamasına rağmen bu ilacın tüm Afrika’da tek dağıtımcısı olabilmek için Novartis, DSÖ’yle 2003’ten 2013’e dek süren on yıllık bir sözleşme yaptığı bilgisini ekliyor. Üstelik ilaç şirketlerinin, Gates Vakfı’nın da yaptığı gibi bunu sürekli olarak kurumsal sosyal sorumluluk gibi sunduklarını vurguluyor. Bill Gates’in kollarında Afrikalı bir bebek tutması ve tüm dünyada onun Afrika’nın kurtarıcısı olduğuna ilişkin imgelerin dolaşıma girmesinin bir imaj kampanyası olduğunu söylüyor. Paranın akışının anlaşılması için seyirciyi manipüle ettiğini kabul eden yönetmen “The Fever”ın en önemli mesajlarından birini de şu sözlerle ifade ediyor: “Bence hangi bebeğin kurtarılıp hangisinin kurtarılamayacağı kararı kesinlikle özel ellerden alınmalı. Sağlığımız milyonerlerin karar vereceği bir şey değil.”

COVID-19 TEDAVİSİNDE PELİN OTU TEDAVİSİ

Filmin merkezinde yer alan ve DSÖ’nün sıtma tedavisi için araştırılmasına izin vermediği pelin bitkisi, günümüzde Covid-19 tedavisi için pek çok araştırmada kullanılıyor. Kısacası DSÖ, bitki tedavisinin sıtma hastalığı için araştırılmasına izin vermezken, Covid-19 tedavisi için araştırılmasına izin veriyor. Yönetmen, bunun nedenini Covid-19’un beyaz adamın sıtması olduğunu bu yüzden bunu durdurmak için bitki tedavisi de dahil bütün tedavi yollarının deneneceğini iddia ediyor. Ayrıca Berlin’deki Max Planck Enstitüsü şu an Meksika’da pelin bitkisi ve başka bir bitkiyi Covid-19’a karşı kullanarak büyük bir klinik çalışma yürüttüğünü, çalışmanın sonuçlarının da epey ümit verici olduğunu söylüyor. Madagaskar, Tanzanya gibi pek çok Afrika ülkesinin de pelin otunu Covid-19’dan korunmak ve Covid-19 tedavisi için kullandığını ekliyor.

Röportajın videosu: