Yeryüzünün bu coğrafyasından ne kadar fark ediliyor bilemiyorum ama 2015 yılından bu yana yapay zekâ ve robotik alanındaki bilimsel ve sektörel gelişmelerde adeta bir patlama yaşandı. Bu patlama bugün Endüstri 4.0 adı verilen yeni bir otomasyon dalgasına sebep oldu. Milenyumun ilk 10 yılında derin öğrenme ve makine öğrenimi alanındaki çalışmalar adeta tıkanmıştı. Bu robotik alanındaki gelişmelerin de yavaşlamasına sebep olmuştu. Ancak 2010’lu yıllarda ‘ağ etkisi’ ile belirli bilimsel eşikler aşıldı ve birdenbire bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz robotlar ortalığı sardı. Üstelik bu robotlar öğrenebiliyor ve insan davranışlarını taklit edebiliyorlar. Bu gelişimin en büyük etkisi endüstrilerde robot ve yapay zekâ kullanımındaki hızlı artış oldu ki zaten küresel ekonomide büyük bir istihdam problemi yaşanırken insanların aklına şu soru geldi: Robotlar işlerimizi elimizden mi alacak?

Aslında Endüstri Devriminden bu yana makineleşme (otomasyon) insanların işlerini elinden alıyor. Bu durum insanlarda makinelere (teknolojiye) karşı bir öfke doğuruyor. 18. Yüzyılın sonlarında İngiltere’de dokumacı olan Ned Ludd adlı bir işçi makinelere karşı ortaya çıkan bu öfkeyi eyleme dönüştürerek iki örgü makinesini parçalamıştı. Bu eylemin etkisiyle makineleşmeye karşı Luddite adı verilen makine kırıcı bir hareket ortaya çıktı. Bu tepkisel hareket, işlerin sayısının sabit olduğunu ve makineleşme sonucunda bu işlerin bir kısmının insanların elinden alınacağı fikrine dayanıyordu. Ancak tarih bunun böyle olmadığını gösterdi.

Teknoloji tarafından dönüştürülen işlerin bir kısmı makineler tarafından yapılırken ortaya yeni işler çıkıyor. Çoğunlukla da bu yeni işler eskilerine oranla daha güvenli ve fiziksel olarak daha az yorucu oluyor. Örneğin Endüstri Devrimi’nin ardından otomasyondan en çok faydalanan sektör tarım oldu. Atların yerini traktörler aldı. Birçok makine işleri hem daha az sürede hem de daha verimli bir şekilde yaptı. Bu durum tarımdaki istihdamın büyük oranda azalmasına sebep oldu ve insanlar şehirlere göç ederek yeni ortaya çıkan hizmet sektöründe çalışmaya başladılar. Şehirlerde endüstrileşmenin bir sonucu olarak kırsala oranla nüfusta büyük bir artış yaşandı ve işler ve sektörler çeşitlendi. Bugün de özellikle sanayide birçok ağır ve tehlikeli iş robotlar ve makineler tarafından yapılıyor. İşçiler ise çoğunlukla bu robot ve makineleri yönetiyorlar.

Bugün gündemde olan dijitalleşme ya da dijital dönüşümün sadece tarım ve sanayii değil birçok modern iş kolunu etkileyeceği açık. Örneğin yapay zekâ alanındaki hızlı gelişmeler, gazetecilik, ekonomistlik, avukatlık, muhasebecilik, sigortacılık, medya planlama vb. birçok alanda işlerin makineler tarafından yapılabilmesini mümkün kılıyor. Algoritmalar, çok hızlı ve doğru bir biçimde haber yazabiliyor, piyasa hareketlerini izleyerek raporlar hazırlayabiliyor, hukuksal tavsiyeler verebiliyor, muhasebe, sigortacılık, reklam alımı gibi alanlarda tanımlanmış belirli işleri insana ihtiyaç duymadan daha verimli bir şekilde yerine getirebiliyorlar. 2020 yılında makineler, internet üzerinde insanlardan daha fazla içerik üretecekler. Bu durum, kısa vadede kol gücüne dayanmayan sektörlerde de makinelerin işlerin büyük bir kısmını yapabileceklerini gösteriyor.

Buradaki temel konunun, makineleşmenin durdurulması değil, otomasyonun gelişim hızıyla yeni işlerin ortaya çıkma hızı arasındaki ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Yani değişim hızı ile yeni işlerin ortaya çıkma hızı arasındaki ilişki istihdam alanındaki başlıca sorunu teşkil ediyor. Endüstri Devrimi ile Endüstri 4.0 arasındaki en önemli fark, teknolojinin gelişim hızı ile toplumun ona ayak uydurması süreci, çünkü teknoloji 200 yıl öncesine göre hayli hızlı gelişiyor. Bu durum toplumların önüne ivedi bir şekilde çözmeleri gereken bir eğitim ve inovasyon meselesi koyuyor. Önümüzdeki 20- 30 yıllık süreç içinde çocuklarını yeni işler icat etmeye ve yeni mesleklere hazırlıklı bir şekilde yetiştirmiş olan toplumlar istihdam sorununu bir nebze çözebilirken, eğitim ve öğretim sistemlerini yeni ekonomiye göre reformize edemeyen toplumlar büyük bir işsizlik dalgasıyla karşı karşıya kalacak.

Ancak mesele sadece yeni işlere hazırlık yapmaktan ibaret değil. Teknolojik değişim istihdamı sadece nicelik olarak değil nitelik olarak da dönüştürüyor. Örneğin Paylaşım Ekonomisi gibi çekici bir isimle pazarlanan Platform Kapitalizmi çalışanların iş güvencesi, sağlık sigortası, tazminat ve çalışma saatleri gibi özlük haklarını tehdit ediyor. UBER, AirBnB gibi küresel şirketler, oluşturdukları dijital platformlarda sundukları esnek iş modeli ile, bir ‘kitlesel komisyoncu’ gibi davranarak, hizmeti gerçekte sunanlara karşı, çok az veya hiç sorumluluğu olmayan aracılar olarak konumlanıyorlar. ABD’de son 10 yılda serbest çalışan sayısı genelin üçte birine ulaştı. Dünya Ekonomik Forumu kapsamında yapılan araştırmaya göre, serbest çalışan sayısı gelecek 10 yılda iş gücünün yarısını aşacak. Türkiye, Avrupa’da istihdamda serbest çalışan oranının en yüksek olduğu ülke konumunda. Öte yandan dijitalleşmenin, aynı işi yapabilecek insan sayısında bir artışa sebep olduğu ve bunun da iş ücretlerini baskılayacağı ve işe erişimde kadın istihdamı ve ırksal eşitsizlikleri arttıracağı da yapılan birçok çalışma ile gösteriliyor. İkinci Makine Çağı adlı kitabın yazarları MIT araştırmacıları Erik Brynjolfsson ve Andrew McAfee, otomasyonun hali hazırda var olan işe erişim ve ücretlerdeki eşitsizlikleri artıracağı sonucuna ulaşıyorlar. Başka bir Amerikalı akademisyen olan NYU’dan Profesör Scott Galloway, ’yeni işler’in öncekilere göre daha az kazandıracağı öngörüsünde bulunuyor. Örneğin çevrimiçi muhasebe algoritmalarının işinden ettiği bir ofis çalışanının var olan yetenekleri ile bulabileceği bir perakende zincirinde kullanılan robotları kontrol etme işi, büyük ihtimalle önceki işinden daha az kazandıracak.

Robotlar işimizi elimizden alacak mı? Bu soru haklı ancak eksik bir soru. Platform kapitalizminin tekelleşme ve çalışanları güvencesizleştirme etkisini, dijital dönüşümün yarattığı düşük ücret ve esnek çalışma saatleri baskısını, iş gücüne erişim eşitsizliğini gözden kaçırırsak varacağımız nokta 19. Yüzyıl Ludditeler gibi makine düşmanlığı olur. Bir yandan geleceğin mesleklerine uyum sağlayacak nesiller yetiştirirken (eğitim) diğer yandan teknolojiyi çalışma hayatını demokratikleştirmek, adil bölüşümü ve refah seviyesini arttırmak için kullanmanın (regulasyon) yollarını bulmalıyız.

Yeryüzünün bu coğrafyasında, kamuda ya da siyasette bu konuyla ilgilenen insanlar var mı bilemiyorum. Ancak özellikle istihdam alanında kısa vadede sonuçları yıkıcı bir teknolojik dönüm noktasında olduğumuz ortada. Bugünleri mumla arayabiliriz ama bunun sorumlusu robotlar olmayacak.