Halka halka yansıyordu camdan, bir kar tanesiydi, fıstık yeşili bir perde delinmiş gibiydi, soğuk giriversin diye içeri. Saatin tiktaklarını ezberledim ve bütün şapkalarımı sakladım. Sonra, hevesi kaçıran ve yaşamı kırıştıran bir tonda, çığlık çığlığa dünü bugüne çağıran insanların sesini duydum. Artık biliyorsun, ben acıyı uzaktan tanırım.



Daha mı istersin, yoksa, bir daha mı? Özlediğin yer bir dağ mıydı, yoksa vaha mı? Hikayenin gerisini bilmek zor, bir ömürlük müydü, ne zamandı başlangıcı. Duran bizim denizimiz, akan bizim kanımızsa, kaçıncı kattan alttan alacağız? Ve işte karşınızda düşler dehlizi, kelimelerin ilk izi. Diriltildiğim toprakta hareketsiz kaldım uzun bir süre...



Sonra göl, ada ve kedi öyküleri yazdım, dünya çiçekli bir tarlaydı ve ben bahçıvandım. Yedi tohum da duruyor, henüz geçen asır ekmiştim. Ve sen kutlu gemi, cennete yol almak için giydirdim yelkenlerini. Mavi kanları dışarı sızmış bir ıstakoz duruyor avucumda. Yeni bir adım atmadan, elimdeki sayfaları yırtıp atsam. Bir ateş aramak için döndüğünde, kral olmanın abartıldığı ve köleliğin yüceltildiği yerde, havada bombardıman kokusu olmasına bakma. Bu benim sahnem ve replik istemem...