Reha Erdem'in, Türkiye’de Kürt sorunu kaynaklı çatışmayı ve bunun yarattığı trajediyi, odağına silahlı bir kadın militanı alarak masalsı bir dille anlattığı filmi Jîn, Türkiye’de 15 Mart’ta gösterime giriyor.

Ancak film Türkiye’de sınırlı sayıda izleyiciyle birlikte, önce Berlin ve ardından Londra’da geçen haftalarda gösterildi.

BBC Türkçe'den Güney Yıldız, Reha Erdem’le Kırmızı Başlıklı Kız masalına gönderme yaptığı kırmızı tülbentli Jîn üzerine konuştu. İşte Güney Yıldız'ın Reha Erdem'le söyleşisi:

Bu filmin fikri ve senaryosu hangi kaynaklardan beslendi?

Bütün filmler, bir gerçeklikten yola çıkılarak yapılıyor. Benim bir geçmişim var, ait olduğum bir kültür var. Bir dili konuşuyorum ve o dilin çerçevelediği bir ülke var. Bu film benim yaşımın çoğu kadar bir dönemde, 30-35 yıllık bir acıya değen bir film.

Ben de 17 yaşlarımda, işte bu filmdeki kız gibi, tabi başka bir şeyin içindeydim ama onun yaşadıklarına benzer şeyler geçirdim, hissettim. Bir örgütten olmanın ne demek olduğunu öğrendim. Filmin meselesi tabi o değil ama, bence bir örgüte değmiş insanların bu filme yaklaşımı, duyguları başka olacaktır diye düşünüyorum.

Tabi bu filmdeki kız benim ilk filmimdeki kıza ya da Hayat Var'daki kıza da benziyor hem içten hem de dıştan. Fakat bu farklı figürlerin kimisi, kendi mücadelesinden geçiyor, kimisi ise başka mücadelelerden geçiyor. Ama tabi film olarak daha farklılar.

Filmde, sakin ve güzel doğa sahneleri çatışma sesleriyle kesiliyor. Özellikle farklı hayvanların odakta olduğu sahneler, sanki savaşın anlamsızlığına vurgu yapıyor gibi. Siz doğa sahneleriyle bu savaşın anlamsızlığını mı vurgulamak istediniz?

Aslında savaşı çerçeve içine alan her şey savaşın anlamsızlığını vurgular. Ama yüzyıllardır herkesin tekrarladığı, savaş kötüdür gibi ifadeler, hatta bunu terbiye etmek isteyen dinler ve ideolojiler de engelleyemedi.

Savaşın olduğu her yerde savaş kötüdür. İklimler değişiyor, hayvanlar ölüyor, doğa mahvoluyor savaşlar sırasında, ama bu bence sonraki bir mesele. Bilmem kaç bin ölünün değdiği bir gerçeklikten bahsediyoruz. Ama tabii ki, hayvanlar da ölüyor, ormanlar da yakılıyor. Bizim o filmi çekerken çıkardığımız sesler bile oldukça rahatsız ediyor hayvanları.

Filmin başlarında, savaşın anlamsızlığına işaret eden sahnelerin ardından, savaşmayı zorunlu kılan olaylar dizisiyle karşılaşmak büyük bir sürpriz oldu, benim ve filmi izleyen başkaları için...

Bu bir masal ve güzelleme. Hatta filmin içine romantik ressamların resimlerini koymaya çalıştık. Masal kitaplarındaki gibi bir estetik kullandık çünkü bu filmde bir dilek var.

Şu an “Savaşmayalım barış yapalım”, “Yazık orda da çocuklar ölüyor, burada da çocuklar ölüyor” bir şey değil bu.

Durduğunuz zaman, insan öyle acayip bir şey ki, mahvedebiliyorlar. Direnmeden bilmiyorlar. Ne kadar terörist derseniz deyin. Anneni öldürdüklerinde, babanı öldürdüklerinde ne yapacaksın?

Peki Jîn niye kopuyor örgütten?

Örgütlü bir insanın filmi yapılamaz çünkü onun bütün cevapları cebinde. Bu bocalayan bir insan, ve beni çeken bocalayan insanlar.

Ben kendim de bocalıyorum. Her şeye cevabı olmayan insanlar bocalar. Her cevapla yetinmeyen insanlar da bocalar diye düşünüyorum. Doğru yolu arıyor. Buluyor mu bilemiyorum ama bana sorarsanız yükümlülüklerini de yerine getiriyor.

Yolda çok ağır bir şey geliyor başına. Filmde bir kez gerçek gerilla görüyoruz yaralı; ve bir kez asker görüyoruz, o da yaralı. Dostunu öldürüyor ve düşmanını kurtarıyor ama aynı yolda yapıyor bunu.

Filmler arasında nerede duruyor? Sinemanızı ileriye taşıdığınız fikrine katılıyor musunuz?

Bir insan yaşarken, ne ileri ne geri gidiyor bence. Ben bir konuda düşünmeye devam ediyorum. Hep aynı şeyi yapmamaya çalışıyorum.

Sinema çok önemli bir format, düşünceyi çok zenginleştiren bir format ve insana çok fazla şeyi düşündürtebilir.

Ben de sinema içinde sürekli yeni şeyler bulmaya çalışıyorum, kendimi bulmaya çalışıyorum. İleri mi gittim, geri mi gittim bilemiyorum ama benim yolumda bir film daha diyeyim bu film için.

Bu film, içinde bir sürü düşünce olan, çok fazla arzusu olan bir film. Tabi şu anda önümde bu film olduğu için en kıymetlim o.

Hayat vardaki Hayat karakteri ile, zaten isim olarak da benzeyen bu filmdeki Jîn (Hayat) farklı toplumsal gerçekliklere düşmüş benzer karakterler olarak da görülebilir mi?

Tabi Jîn, İstanbul'daki Hayat'ın güç kazanmış hali, Hayat fiziksel olarak da yaşamında da nefes alamayan bir kız iken, buradaki Jîn, daha zor koşullarda olmasına rağmen kendisine alan yaratabilen bir kız.

Evet, ben böyle düşünmemiştim ama güzel bir fark bu Hayat ve Jîn arasında. Biri nefes alamazken, diğeri oraları çok aşmış daha kuvvetli, kent hayatında değil, ormanda, sırtında silahla gidiyor.

Fakat bu bir mühendislik çalışması değil bir rastlantı. Fark ettiğimde de güzel bir rastlantı dedim.

Dünya sinemasında da Türkiye sinemasında ve edebiyatında da, bu tip meselelerde örgütlü ya da örgütsüz olsa da isyankar karakterlerin zayıf ve kadın olarak verilmesi eğilimi var, bu filmde ise Jîn yaşının küçüklüğüne rağmen, güçlü bir kadın figürü.

Erkek askerle karşılaştığında dahi hala güçlü olan kadın bu filmde. Siz filmin senaryosunu oluştururken böylesi bir şablonu kırdığınızı hissettiniz mi?

Evet bu tip çok fazla örnek var. Kürtlerin bu konuda yaptığı yok denecek kadar az film var, çoğunluk Türk tarafının yaptığı filmler ve bu filmlerin hepsi de birer kahramanlık hikayesi.

Bu beklentilerle filme gelen eleştirilerin bir kısmı da, filmdeki figürün bir kahraman olmaması. Zaten başımıza ne geliyorsa kahramanlardan geliyor.

Halbuki hayatta, özlemlerimiz, kuvvetliliklerimiz, zayıflıklarımız ve bir de dileklerimiz var. Bu kız aslında bir dilek bence. Bir güzelleme belki de.

Zaten bu filmin meselesinde Jîn, insan olmasından sonra ama Kürt olmasından önce bir kadın. Türkiye'deki kadınların durumu malum, Kürt kadınlarının durumu daha da malum. Zaten başlarında bir mesele var, kendi dillerini konuşmaya başladıklarında, kendi içlerinde verecekleri bir mücadele de var. Bence bu konuda kadınlar şahane gidiyorlar diye düşünüyorum.

Gerçeklik bana böyle görünüyor ama belki de ben böyle görmek istiyorum. Fakat filmi yaparken danıştığımız kesimlerden de benzer fikirler duyduk.

Bana bu filmi yaptıran en büyük motivasyonlardan biri de bu kadın meselesi. Ben kadınların zaten daha güçlü olduklarını düşünüyorum. Kapasite olarak daha iyiler ve önleri açıldığında bunu gösteriyorlar.

Filmin tam odağındaki Jîn karakteri, yine de açık bir karakter değil, detaylandırılmamış. Hangi durumda nasıl davranacağını bileceğimiz kadar canlı değil.

Ben karakter değil de figür diyorum çünkü filmlerimdekilerin karakteri yok, onlar birer figür.

Bana sorarsanız, Jîn, Kosmos’un dağınıklığına göre, daha bildik ve daha gerçek bir figür çünkü zaten değdiği konu da gerçek. Dolayısıyla Jîn ne yapar, biz bilmiyoruz, çünkü o da bilmiyor. Daha fazlası için ondan kahraman yaratmamız gerekirdi.

Şimdi düşünerek söylüyorum; Jîn mesela, İzmir’deki dayısının yanına varabilseydi ne yapacaktı? Bence mücadelesine devam edecekti. Gidip de orada çay bahçelerinde dolaşmayacaktı. Mesela küçük bir Kürt kızıyla karşılaşıyor otobüste ve ona mücadele övgüsü yapıyor ve umut vermeye çalışıyor.

Filmde Jîn’in sonu karamsarlığa işaret ediyor. Siz meseleyi böyle mi görüyorsunuz?

Çok açık söyleyeyim. Ben filmi çektiğim sıralarda çok umutsuzdum. Ama şu an yaralı ama umutlu diyorum ve oradaki umut etrafına bir takım hayvanların gelmesiyle de gösteriliyor.

Belki de onu daha masalsı bir şekilde kurtaracaklar. Durum şu an daha umutlu olduğu için öyle düşünüyorum ama biz filmi çekerken, hatta film bittiğinde bile, bu kızın yarası ağırdı bence.

Nasıl bir zamanlamayla yapıldı? Hangi yıl başlandı filme?

Şöyle söyleyeyim: Bu film bitti, biz filmi çıkarmak istedik ama çıkartacak insanlar korktular. 2011 baharında çekiyorduk ve geçen sene bu zamanlar film çoktan bitmişti.

Jîn kurmaca bir film, bir sanat eseri olsa da, yakıcı bir siyasi konuyla ilgili olduğu için, insanlarda bu filmi bir siyasi anlatı olarak değerlendirme eğilimi de yaratıyor.

Bu film çok sıcak bir gerçeğe değiyor. Ben sanatta gerçekçiliğin düşünceyi öldürdüğünü düşünüyorum. Fakat hem gerçeğe değip, hem de gerçekçi olmayan bir şey olduğunda, hem biraz kavramlar karışıyor, biraz da filmin duruşunu bu farklılık belirliyor. Film gerçekçi olmasa da gerçeğe değdiği oranda bazı sorumlukları oluyor.

Sinemada gerçekçiliğe karşı olmanızın nasıl bir zemini var?

Sinemada gerçekçilik, televizyon gerçekçiliği gibi, ya da filmlerin yüzde 99'undaki gibi, sanki orada kameralar yoktu, her şey gerçek, biz bu gördüklerinizi gidip oldukları yerde çekip getirdik yalanı üzerine kuruluyor. Bana politik olarak da doğru gelmiyor. Daha baştan ben yalanla geliyorum diyen şeyler beni daha çok ilgilendiriyor.

Filmde, Jîn birçok tehlikeyle karşılaşıyor fakat bu tehlikeler gerçeklikten yola çıkarak öngördüğümüz sonuçlara varmıyor.

İşte filmin masalsılığı da burada devreye giriyor. Jîn bir masal kahramanı ve ancak masal kahramanları için mümkün olacak şekilde kurtuluyor, karakoldan örneğin.

Film, tarafsızlık boyutuyla da tartışma yaratacak gibi görünüyor. Siz bu konudaki pozisyonunuzu nasıl ifade ediyorsunuz?

Böyle bir konuda tarafsız olmak mümkün değil.

‘Barış’ın tarafıyım ama bu, “Bırakın silahları, çıkıp gelin barışı” değil. Ortada bir küslük yok, bir dayak var, dilini konuşamayan insanlar var. Filmin kalbi Jîn’le beraber atıyor. Ben de Jîn’in tarafını tutuyorum.

Film henüz Türkiye’de gösterime girmedi. Seyirciden nasıl tepkiler bekliyorsunuz?

Başta merak ediyordum ama şimdi biraz anladım. Açıkçası tam da beklediğim gibi gidiyor. Sırf cevap peşinde olan, dar kafalı bir takım insanlar var. Onların tepkileri olacak ama onun dışında hoş tepkiler alıyorum. Sorumluluğum olan kesimler beğeniyorlar. Bu da beni mutlu ediyor.

Berlin’deki gösterimin ardından, hayatının uzun dönemini dağlarda geçirmiş bir izleyici, “Ben kendimi bu filmde göremedim” demişti ben de “Yoksun” diye yanıtlamıştım bu soruyu. Çünkü burada örgüt çerçeve dışı kalıyor.

İlk defa Türkiye’de bu üniforma, böyle gösteriliyor. Ağzından köpükler saçan bir şekilde değil de, masum ve melek yüzlü bir varlıkla gösteriliyor. İnsanlar bu nedenle çok şey de bekliyorlar.

İnsanları iyiler ve kötüler diye ayırmak da asıl meseleyi örten bir şey. Tek tek insanların kötülüğünden olmuyor ki hiçbir şey. Filmde zaten kimse birebir kötü değil.