Radikal gazetesi yazarı Ezgi Başaran, bugün yayımlanan yazısında Kürt halkının 'özyönetim' tercihi hakkında 'hastalık' dedi: "DTK’nın bu bildirgesi de, Demirtaş’ın ifadeleri de bana kalırsa Kürt siyasi hareketinin eski bir ‘özyönetim’ hastalığının yeniden tezahürü"

HDP ve DTK'ya "Bu yöntemlerle, bu atmosferde Türkiye'yi bu kavramlara ne alıştırabilir ne de barıştırabilirsiniz" diye seslenen Başaran'ın yazısı şöyle: 
 

Geçtiğimiz haftasonu Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Olağanüstü Genel Kurulu’ndan çıkan bildirge ve HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın ‘direnişin arkasındayız, belki Kürtlerin bağımsız devleti de olacak, federal devleti de, özerkliği de’ sözleri tepki çekti.
Haklı olarak çekti.
DTK’nın bu bildirgesi de, Demirtaş’ın ifadeleri de bana kalırsa Kürt siyasi hareketinin eski bir ‘özyönetim’ hastalığının yeniden tezahürü.
Çatışma ve kaos ortamında müzakere masasının nasıl yeniden kurulacağına ilişkin kafa patlatılacağına, böyle sözler söylemek, bu tür bir bildirge yayınlamak yersiz ve zamansızdır. Kimse kusura bakmasın.
İşin üzüntü verici yanı, bu yanlış Kürt hareketinin ve önderlerinin ilk defa düştüğü bir yanlış da değil.
Kimsenin içeriğini tam olarak incelemeyeceği, kimseye meselenin özünün anlatılmasının mümkün olmadığı dönemlerde ‘özerklik’ yahut ‘özyönetim’ kavramlarını ortaya atmak kadar işlevsiz ve lüzumsuz bir hamle olamaz.
**
Dediğim gibi bunu ilk defa da yaşamıyoruz. Hatırlayın, Silvan saldırısının yaşandığı 2011 yılında, neredeyse saldırıyla aynı gün DTK yine ‘özerklik ilan etmişti.’
Pratik hiç bir karşılığı olmayan, sadece Türkiye’nin sinir uçlarını harekete geçiren bir ilandı bu. Sadece o işe hizmet etmişti. Şimdi de aynı şey oluyor.
Öncelikle söz konusu bildirgede somut olarak ne deniyor, bir bakalım.
Özerklikten kasıt şöyle imiş:
BİR: Özerk bölge kültürel, ekonomik ve coğrafi yakınlık gözetilerek bir veya birkaç şehirden oluşacak.
Bu bölgeler demokratik seçimle oluşturulacak meclislerle yönetilecek. Bu meclisler TBMM’de de temsil edilecek.
Şehir, mahalle, köy, kadın ve gençlik meclislerinin, farklı halklar ve inanç toplulukları meclislerinin, sivil toplum örgütlerinin karar alma ve denetleme süreçlerine doğrudan katılacak.
Kadınlar tüm karar mekanizmaları ve öz yönetim kademelerinde eşit temsili sağlanacak. Kadınlar kendilerine özel kurumlar oluşturup kararlar alabilecek.
İKİ: Eğitim öz yönetimlerin inisiyatifinde olacak. Türkçenin yanı sıra bütün anadiller de eğitim ve öğretim dili olacak. Genel müfredatın dışında evrensel değerler ve insan hakları çerçevesinde yerelin tarihi, kültürel ve toplumsal özgünlükleri ve ihtiyaçları temelinde müfredata eklemeler yapılabilecek.
ÜÇ: İnanç ve ibadet hizmetleri sunan kurumlar merkezden bağımsız olacak.
DÖRT: Sağlık ve tedavi hizmetleri özerk yönetimlerce sağlanacak.
BEŞ: Yargı sistemi özerk bölge modeline göre yeniden düzenlenecek.
ALTI: Toprak, su ve enerji kaynaklarının ekolojik çerçevede toplum yararına işletilmesi, denetlenmesi ve üretimden pay alma yetkisi özerk bölge yönetimine verilecek.
YEDİ: Kara, hava, deniz ulaşım hizmetleri, merkezi trafik kurumlarıyla uyumlu biçimde özerk yönetimler tarafından sağlanacak.
SEKİZ: Yerel bütçeleme özerk bölgeye devredilecek. Merkezle uyumlu biçimde bazı vergiler özerk bölge yönetimi tarafından alınacak. Merkezin yerelden topladığı bütün vergi gelirlerinden yerele pay verilecek.
DOKUZ: Asayişi sağlamak üzere merkezle koordineli çalışacak yerel asayiş ve güvenlik birimleri oluşturulacak.
**
Evet bu…
Soğukkanlı baktığınızda tartışmaya açık bir öneriler manzumesi olarak görünüyor.
Amma velakin, başta da söylediğim gibi, insanların öldüğü, halkın en temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı, silahların meydana hakim olduğu bir zamanda böyle bir manzumenin faydadan çok zararı olur. Bir gün yapılabilecek sahici bir tartışmanın da önünü tıkar.
Üstelik hiç biri yeni olmayan bu önerilerin en hayati unsuru yine eksik: Bunlar nasıl yapılacak?
Bildirgenin bir çok yerinde atıf yapılan yeni ve demokratik bir anayasa ile mi?
Evet, öyle olmalı.
Fakat yeni anayasanın tartışılmasının dahi imkansız hale geldiği bu atmosferde herşeyi daha da zora sokan bu bildirge ve söylemlerle o iş nasıl olacak?
DTK da, HDP’nin vekilleri de kendi içlerinde dahi çerçevesini tam oturtamadıkları özerklik yahut özyönetim kavramlarını bir kez daha, çok kötü bir zamanlamayla Türkiye gündemine taşıdı.
Çok yanlış yaptı.
Bu yöntemlerle, bu atmosferde Türkiye’yi bu kavramlara ne alıştırabilir ne de barıştırabilirsiniz.
Kimse ‘Ama biz bu taleplerimizi tüm Türkiye için, Türkiye’nin demokratikleşmesi için istiyoruz’ şiarını duymaz. Duyacak durumda değil. Buna bölgedeki hendekler ve operasyonlar arasına sıkışmış Kürt halkı da dahil.
Bunları bir kenara bırakıp… Devletle yeniden bir görüşme platformunun oluşturulması için gayret göstermek, buna ilişkin ılımlı bir siyaset stratejisi geliştirmek gerekiyor.