İleri kapitalizmde eğlence işin bir uzantısıdır. Makineleşmiş iş sürecinden kaçmayı arzulayanlar, iş hayatına yeniden tahammül edebilmek için eğlence arayışındadır. Spor makinelerin kendisinden alıp götürdüğü fonksiyonları insanoğluna iade eder ama ne yazık ki onu yeniden aynı makinenin hizmetine sokup insafsızca disipline etmek için." –Adorno

Volkan Şen’in Trabzonspor –Ç.Rizespor maçında tribünden gelen bir takım sözler sonrası ağlayarak sahayı terk etmesi geniş bir platformda mevzu bahis olurken; konu da hemen profesyonellik düzlemine taşındı. Trabzonspor Kulübü’nün açıklaması, davranışta bulunan taraftara ahlak kavramı üzerinden yapılırken, Volkan Şen için de kendisine evladımız! denilerek “profesyonellik” üzerinden gidilmiştir. Ve bu değerler üzerinden de Volkan’ın gönderilmesi gündemde

Öncelikle “profesyonellik” algısıyla başlayalım. Bugün futbolda sömürü ilişkilerinin en başta gelen meşrulaştırma pratiklerinden biri de profesyonellik. Kapitalizmin çalışmayana hastaneden, hapishaneye kadar (çalışmak istemeyene) –psikiyatri pratiklerini hatırlayabiliriz- dışsallaştırma tekniklerini biliyoruz.. Bununla ilgili olarak “profesyonel ahlak” adı altında ürettikleri sözde değerler, aslında sistemin çalışma-sömürü ilişkisinden ibaret.

Gündelik hayattan kopuş olarak da tarif edilen, aynı zamanda çalışmayı yeniden üreten bir eğlencenin tüketim mekanı olan statlarda, işini profesyonelce yapmaya çalışan ama yapmadığı düşünülen oyuncuya tepki gösterilmesini bir tür tüketim eksikliği olarak mı okuyacağız?

Davranış bunun gösteriyor olsa da tam olarak taraftarın bireysel davranışına da indirgeme yapamayız. Sahada oynanan “oyunsuz futbolda”, sürekli kazanma pratikleriyle donatılmış futbolcuların duygusal tepki vermek haklarını gasp eden profesyonellik anlayışı, futbolcuya davranış sınırını da dayatmış oluyor. Bir yönüyle duygusal bir direnişi de okuyabileceğimiz patlamaların, öncelikle endüstriyel futbola bir tepki olduğunu vurgulayalım.

Endüstriyel futbolun profesyonel oyuncuları artık başarıya odaklanmış, kulübündeki oyunuyla, reklamlarıyla sürekli kar getiren ve her gün, bir tarafıyla da disiplinden taviz verilmediği (askeri pratikleri hatırlatan) antrenmanlarla bedenlerinin denetimi sağlanıyor. Artık futbolcunun ne zaman sakatlanacağıyla ilgili antrenman programları kullanılıyor ve sahada birer ecza dolabına dönüşen hareketli reklam panolarını izliyoruz.

Bir tarafıyla da birer reklam panosuna dönüşen humonoid robotların, makineleşme sürecine de bir tepkisidir aslında (Zidane, Cantona, Eto'o, Xavi Poves...) Oyuncuya yapılan “profesyonel davranmadı” söylemi, tamamıyla iş ahlakı diye ürettikleri sömürü değerlerinden besleniyor. Yani, çalışma hayatınızda başınıza ne gelirse gelsin, hırsla işe devam etmesi gerekliliğinin! resmi…

Sokaklarda, boş arsalarda, papazların çayırlarında çocuk tutkusuyla oynanmaya başlanan futbolun sanayileşmesi, başlı başına bir pazar haline gelmesi; seyir ve oyun zevkinin, estetiğin çok daha ötesine geçerek bu teri harcayanların insan olduğunu da unutturmuştur. Özel ve ortak hayat alanlarına destursuz giren, yerleşen ve tüm bunların üzerinde hakimiyet kuran sömürü düzeni; o kirli ellerini yeşil sahalara değdirdiğinden bu yana, kaçımız sadece seyir zevki için futbol izliyoruz? Odaların duvarlarında gazeteden özenle kesilmiş futbolcu posterlerinin yerlerini iddia ekleri almışken, kim umursar Volkan’ın göz yaşlarını?

Volkan’ın kendisine söylenenlere aldırmaması, ağlaması, oyundan çıkmayıp işine devam etmesi söyleniyor ve hatta kendisine görev biçiliyor. Volkan’ın davranışı kendi içinde direnişi de barındırıyor. Özetle Halet-i ruhiyesinin sinir boşalmasına karşılık geliyor.

Bugün futbolcuların davranışları, sonrasındaki bunu değiştirmeleri, tutumları ve her seferinde saha içi makineleşmeyi arttırıcı sözlerini düşünürsek artık birer humonoid robot konumundalar ve bu konum da futbolun gerçekliğiymiş gibi sunuluyor. Ama futbol bu değil. sahada verili alanda oynanan oyunun, oyun kalabilmesi, biraz da futbolun romantikleşmesiyle ilişkili...bu sadece Galeano gibi bir futbol dilencisi olmak, güzel bir gole sevinmek ya da o golü atma değil, amaçsızca, severek, tutkuyla oynamakta bütün mesele... Huizinga, oyuna katılırken özgür olduğumuzu, ama bir kez katılınca oyunun kurallarına tabi olduğumuzu vurguluyor. Futbol maçı da böyle bir tarafıyla. Oyuncunun yetenekleri, yapabilecekleri, davranışları, oyunun sınırı- teknik adamlar (hatta kulüpler) tarafından belirlendiği bir futbol var kaşımızda. Tam da görev adamlarının didişme futboluna karşı direniş gösteren, ‘başka’ bir futbolun mümkün olduğunu hatırlatan, dayatılan oyunu bozan futbol devrimcilerinin (Garrincha'dan Messi'ye...) başka futbolu için en temel unsur da sahada duygularını ifade edebilmesinden geçiyor...Duygusuz, robotlaştıran endüstriyel futbola karşı, üzülen, sevinen, kaçırdığı gole gülüp geçen, amaca yönelik didişmeyle değil, her şey güzel bir pasla başlayabilir...