Siyaset bilimine göre popülizm, genellikle geçiş toplumlarında görülen ve modernleşme sürecini yavaşlatan bir eksik modernleşme belirtisi olarak değerlendirilmektedir. Tarihçesi 16. yüzyıla kadar gerilere giden ve siyasetçilerin fazlasıyla başvurdukları bir söylem biçimi olarak ortaya çıktığını görüyoruz popülizmin.

Çok kısa tarifi ile popülizmi, halkın çıkar, önyargıları, hayal kırıklıkları ve öfkelerine seslenme esasına dayanan bir doktrin olarak tanımlayabiliriz. Bu tanımlamadan da anlaşılacağı üzere popülizm, toplumsal bir program veya sistematik bir ideoloji oluşturmaz. Ancak liberal demokrasi ölçeğinde siyasi yelpazenin sağ, sol ve merkez ideolojilerinin tümü seçmenlerinden oy kazanmak için popülist söylemleri sıkça kullanmaktan imtina etmezler. İşte popülizmin bu yönü onun liberal (burjuva) demokrasilerinde bir hastalık olduğunun ifadesidir. Yani popülizm, liberal demokrasiyi aşındırdığı için demokrasinin hastalığı olarak değerlendirilir. Zira siyaset bilimine göre popülizm, demokrasinin liberal paradigması hem kurumsal, hem de kavramsal olarak halkın egemenliğini ve onun toplumsal hayatta özne olmasını engellemiştir.

Ancak popülizm, organik bir bütün olarak tanımladığı halkı, daha ziyade seçim dönemlerinde ve genellikle yerleşik siyasetçileri ve aydınları da içeren bir seçkinler grubuna karşı seferber ederek siyasete katar. Üstelik bu 'katılım' hemen her zaman, ''kendimiz yönetemiyorsak, bizden biri yönetsin'' diyen kitlelerin karizmatik bir liderin arkasına toplanması şeklinde gerçekleşir. Buradaki karizmatik lider aynı zamanda kurtarıcıdır. Karizmatik liderin peşine sorgusuz sualsiz düşen kitleler ''Biz ancak liderimiz sayesinde seçkinlerin zulmünden kurtulup selamete ereriz'' der. Dolayısıyla popülizm, halkı kurtarıcı-karizmatik liderin arkasında toplanarak ve ona itaat ederek egemen olmaya ve kurtuluşa davet eder.

Özellikle emperyalizme bağımlı az gelişmiş ülkelerde popülistler, gerçekte dışlanmış olduğunu düşünen küskün toplum kesimlerini, himayeci ilişkiler vasıtasıyla siyasete katarlar. Bu bir entegrasyon değil, eklemedir. Çünkü popülistler için sosyal adalet ve eşitlik gibi kavramlar daha çok dışarıda kalan horlanmış, dışlanmış toplum kesimlerini sadece ve sadece kendi kontrollerinde sisteme dahil etmenin kılıfıdır. Dolayısıyla, ortada bir karşılıklılık ilişkisi vardır. Bir kısım halk kamu kaynaklarından ayrıcalıklı olarak yararlanma (himaye) karşılığında, o kaynağı kendisine sunan hükümet partisine oy/destek verir. Bu karşılıklılık ilişkisi araçsaldır, fakat halkı özerkleştirmez, aksine onu daha da bağımlı kılar ve kurnazlığa iter. Çünkü kamu kaynaklarının dağıtımının yasal- kurumsal bir ilkesi yoktur, keyfidir. Dağıtımdan faydalanan kesimler vatandaş olduğu için değil, ''destekçi'' oldukları için pay alırlar. Devamında karizmatik-kurtarıcı lider arkasına toplanarak siyasete katılma ile beraber düşünüldüğünde, bu durum kişinin kendi hayatını kontrol etme ve yeniden kurma kapasitesini tanımasına değil, unutmasına veya giderek küçümsemesine neden olmaktadır. Popülizmin siyasete hakim olduğu koşullarda kişi iradesini ''karizmatik-kurtarıcısına'' teslim etmiştir. Toplumsal hayatta bir özne değil, yönetilen, yönlendirilen nesnedir. Dolayısıyla o artık özneleşemediği için demokratik yetişkinliğe hiçbir zaman erişemez, demokratik tartışmanın yarattığı kişisel gelişim olanaklarından mahrum kalır. Tam da bu nedenle, popülizm bir yandan demokrasinin genişlemesini, halkın egemenliğini sözde, çok sık olarak vaat ederken, diğer yandan bu vaadi gerçekte reddeder.

Tarihi gelişim ve felsefesi itibariyle popülizmin özünde yatan ana düşünce, lafzi olarak halk iradesinin katıksız ve mutlak egemenliğini savunur. Bireysel sorumluluğu, yerelliği esas alır. Dolayısıyla, ''halk iradesi'' üzerinde kuvvetler ayrılığı, denetleme ve denge gibi hiçbir sınırlamayı kabul etmez. ''Halk iradesini'' sınırlayacağı gerekçesi ile, örneğin azınlık halklarının tanınmasına da karşı çıkar. Siyasi partiler ve demokratik kitle örgütleri gibi toplumsal kesimleri ifade eden aracı kurumlara ihtiyaç duymaz. Tek savunduğu ''halk iradesini'' yansıtacak karizmatik-kurtarıcı bir lider veya onun başında olduğu bir örgüttür.

Peki, popülist anlayışa göre halk iradesi nedir? Örneğin bizdeki iktidarın anlayışına göre halkın (siyasi manada) çoğunluğudur. Yani ülke somutunda bu ''yüzde 50 + 1'' olarak tanımlanmaktadır. İşte popülist anlayışın tehlikeli olmaya başladığı nokta da burasıdır: Basit sayısal çoğunluğun halk iradesi olarak görülmesi, geride kalanların dışlanması, horlanması, hatta haklarının ihlal edilmesi günümüzde demokrasi için en büyük tehdidi oluşturmaktadır. Yani çoğulculuk, muhalefet, azınlık hakları gibi demokrasinin ana unsurlarından olan kavramlar bile popülizmin kendi halk iradesini sınırlayıcı birer etken olarak zımnen reddedilmektedir.

Sonuç olarak, popülizmin hedefi demokrasi değil, demokrasisiz sayısal çoğunluğu temsil eden kişinin tek egemen olduğu düzendir. Bu gerçek popülizmi, olumsuz çağrışımlar yapan bir kimliğe sahip olmasını sağlamıştır. Çünkü popülizm ideolojik olarak, halkın birikmiş kızgınlık ve yaşam sıkıntılarını istismar ederek belirli kişi ya da grupların üstünlük sağlaması üzerine bina edilen hüviyete sahip siyasi bir hastalıktır.