AKP, güvenlik güçleri aracılığı ile Cizre’de şu anda devletin hükmi şahsını tehdit ediyor.

Cizre’de polis tarafından abluka altına alınanlar “Milli İrade”nin temsilcileri.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasa ve yasalarla belirlenmiş temsilcileri.

Yalnız milletvekilleri de yok orada, Türkiye Cumhuriyeti’nin Bakanları da var.

T.C’nin meşru temsilcileri var.

Daha net ifadeyle, AKP şu anda devletin hükmi şahsını abluka altına almış durumda.

AKP, anayasa ve yasaları bir kez daha ve her defasında artan şiddetle çiğniyor.

Geldikleri nokta; Türkiye Cumhuriyeti’ne ait bir kısım toprağa, devlet temsilcilerini sokmamak.

Devleti, devlete ait bir kente sokmuyorlar.

Tam 7 gündür dünyaya kapatılan, bebeklerin bile açlık ve susuzluktan yaşamını yitirme noktasına geldiği Cizre’de, 10’un üzerinde insan hayatına son verildi.

Başbakan Davutoğlu, “Cizre’de tek bir sivil kaybı yok” diye HDP’lileri yalanlarken, İMC TV muhabiri Bekir Güneş, sivil ölümlerini ve bir haftadır süren sokağa çıkma yasağının kaldırılmasını talep etmek için yürüyüş yapmak isteyen halkın üzerine ateş açıldığını, 12 yaşındaki bir kız çocuğunu başından vurduklarını anlatıyordu.

Cizre’ye yardıma gitmek isteyen TIR şoförlerinin oluşturduğu yaklaşık 5 bin kişilik gruba ateş açılıyor, iki şoförün hayatını kaybettiği iddiaları yer alıyordu, ‘haber verebilen’ sitelerde.

Bunlar yeterince vahim değil mi?

Değilmiş. Daha vahimi de var.

“Yeni Türkiye” Cumhuriyeti eşik atlamış.

Olup biteni dünyaya duyurmak, olası başka katliamları önlemek amacıyla Cizre’ye gitmeye çalışan HDP’liler, ‘Devletin Baş’ı ve ‘organları’ tarafından açıkça hedef alındı.

Hemen ardından, ‘Reis’in pasına İçişleri Bakanı Selami Altınok karşılık verdi:

“Cizre’ye varmaları durumunda farklı provokatif olaylara sebebiyet verebileceğini de değerlendirdiğimizden dolayı kendilerinin güvenliğini ve huzurunu sağlama noktasında Cizre’ye varmaları söz konusu değildir, ona müsaade etmeyeceğiz.”

Bu birbiri ardına dizilmiş, hiçbir imla kuralına uymayan cümleleri birkaç kere okumak zorunda kaldıktan sonra, altına HDP’li vekil ve bakanları tehdit eden mesajlar gizlendiğini kavrayabildik.

Nitekim HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve milletvekilleri Hatice Seviptekin, Osman Baydemir, Sebahat Tuncer ve Aycan İrmez’in, - o cesareti nereden buldukları hiç tartışmasız- polisler tarafından tartaklandıklarını öğrendik.

Mecburen soracağız;

Sayın Altınok, HDP’li vekil ve bakanların Cizre’ye girmekte kararlılık göstermeleri durumunda, devletin emirlerine karşı gelmek, güvenlik güçlerine direnmekten falan hayati risk alırlar mı, demek istiyorsunuz?

Devletin temsilcileri, hangi devletin emrine karşı çıkmış olacak bu durumda?

Anlamıyorum, AKP’nin milletvekilleri ve bakanları farklı bir devletin, diğer partilerin milletvekilleri ve bakanları ayrı bir devletin temsilcileri mi?

AKP’nin yasama ve yürütme organı üyeleri başka bir devletin, HDP’nin yasama ve yürütme organı üyeleri başka bir devletin mi üyesi?

Dün meclisten attınız, yıllarca zindanda tuttunuz, bugün ne yapmayı düşünüyorsunuz?

24 yıl önce, 1991 yılında parlamentoyu pas pas gibi çiğneyerek DEP milletvekillerini yaka paça gözaltına aldıran apoletli irade ne ki, “Reis” iradesiyle biz fazlasını da yaparız mı diyorsunuz?

Polise, verilen olağanüstü yetkilerin arasındaki “Vur” emrini mi hatırlayalım istiyorsunuz?

Onu hiç unutmuyoruz ki?

Gezi’den Cizre’ye “destan” yazan polisleri nasıl unuturuz?

Merak etmeyin destan yazanları da, yazdıranları da unutmayacağız.

Ve tabi unutturmayacağız!

Meclis de unutmasa iyi olur.

HDP binalarına, gazetelere, gazetecilere ve tam muhalif çevrelere saldırılmasının adeta sistematik hale geldiği şu günlerde hele, hafızasının en güçlü olması gereken yer meclis.

İradeleri, onurları, vicdanları ve beyinleri, derin dondurucudaki cenazeler kadar buz kesmişlerin bile hafıza tazelemeye acilen ihtiyaçları var.

Meclis “Milli İrade”ye rağmen askıya alınmışken, boş boş oturacaklarına “Diktatörlüğün Psikolojisi” adlı kitabı okusalar bari.

Diktatörlerin, önünde sonunda en yakındakileri için de tehdit olacağını belki görürler.

Belki, ne yapacağı belirsiz bir “Tek Adam” yerine demokrasiye, hukuka biat etmenin hayati önemde olduğunu fark ederler.

Belki “Barış ve Çözüm”ü dondurucudan çıkarıp, ölmekte olan Türkiye’ye yeniden hayat vermeye karar verirler.

Kendilerini de geleceğimizi de kurtarırlar.