Tarihin en zalim diktatörlerinin karşı karşıya geldiği savaşlarda bile, ölülerin karşılıklı olarak takas edilmesi için belli bir süre savaşa ara verilmiştir. Belirlenen süre içinde ölüler savaş meydanından alınır ve defnedilir. Rojava'da, IŞİD çetelerine karşı direnirken hayatını kaybeden Türkiye vatandaşı 23 gencin cenazesi 17 gündür geçici hükümet tarafından Mürsitpınar Sınırkapısı’nda bekletilmektedir. Düşman gördüğü muhaliflerini, ölüleri üzerinden terbiye etmeye çalışmak, Hitler'in dahi aklına gelmemiştir. Bütün bunların, İslami hassasiyetler taşıdığı iddia edilen geçici bir iktidar döneminde yaşandığını ayrıca hatırlatalım.

İslam inancında "Ölüden ve deliden hüküm kalkar" denilir, ancak tersine mevzu bahis statükonun belirlemiş olduklarının dışındakiler için bu geçerli değildir. Bu anlamda, Türkiye'deki hiçbir hükümet, Kürt'ün ölüsü üzerinden, Kürtlere toplumsal işkence yapmaktan geri kalmamıştır. Dönemin muktedirlerinin kararıyla; Seyid Rıza'nın, Şeyh Said'in mezarlarının bilinmeyen yerlere gömülmesi ya da yakılması gibi. Bugünlerde öldürülen Kürt gençlerinin cesetlerini yakan, cansız bedenlerine pornografik bir vahşetle işkencede bulunan kolluk güçleri, Kürtleri ölüleri üzerinden terbiye etme politikasının hızından hiçbir şey kaybetmediğini göstermektedir. Değişen, sadece iktidarların jargonu olmuştur.

Halbuki, canı pahasına, savaşta ölen kardeşini toprağa veren Antigone'nun manevi mirası, asırlar geçse de halen devam etmektedir. Kreonlar, Eteoklesler hep var olmuştur, olacaklardır da. Ancak, asıl mesele insanların yüreklerine korku salan ve aynı zamanda muktedirlerin hesaplayamadıkları şey, halkın direniş gücü olmuştur. Bundan dolayı, iktidar sahipleri, direnerek ölenlerden korkarlar. Tebaanın, düzene karşı başkaldırırken ölmüş kimselere dokunması muktedirler tarafından düzenin ihlâli sayılagelmiştir. Antigone da, bu ihlalin muharriki olarak vicdanlarda hep yaşayacaktır. Bu anlamda Hişyar Özsoy şöyle katkıda bulunur;

"Egemen olmak en son kertede kimin yaşayıp kimin öleceğine karar vermek, ölümün şekil, anlam ve değerinin ne olacağına hükmetmekse, kayıp mezar ve cenazelerin tarih ve toprak ile bağını kurmak, onları anlam ve değer dünyasına taşımak Kürtlerin yürüttüğü egemenlik mücadelesinin merkezinde olmaya devam edecek gibi görünüyor. Çünkü, Kürtler son otuz yılda tekrar tekrar öğrendiler ki cenazelerine sahip çıkamayan, yani ölüm alanında yenilen bir halkın hayatta egemen olma şansı da çok fazla yoktur. Her türlü risk ve zahmeti göze alıp ölülerine sahip çıkmaları biraz da bundandır. Devletin bu bilinci edinmiş Kürtler ile barış yapabilmesinin bir yolu ölülerini cezalandırmaktan vazgeçip bu konuda kendi geçmişiyle derinlikli bir hesaplaşma içine girişmek ve adil olmanın yolunu aramak olabilir. Nihayetinde, bedeli ağır olsa da Antigone ile Kreon'un mücadelesinde kazanan ve insanlık tarihine miras kalan Kreon'un hayatı trajediye boğan egemen zulmü, kibri ve had bilmezliği değil, en insani talebin temsilcisi olan Antigone'un kardeşinin ölü bedeni için giriştiği haklı, amansız ve tavizsiz tavrı olmuştur." (1)

HEM TÜRK HEM ERKEK

Bu yüzden, savaş bir erkek icadı olup, kadın bedeni savaşan erkekler için bir ganimet olarak görülegelmiştir. Türkiye devletinin makbul vatandaş prototipinin hala Türk-Müslüman-Sünni-erkek olması da yine bu yüzdendir. Erkeklik ve Türklük mentalitesiyle eğitilmiş; hem Türk, hem de erkek hisseden polislerin, kimi zaman kadın gerillaların cansız bedenine uyguladıkları pornografik vahşet, kendi içinde tutarlılık göstermektedir.

Varto'da çekilen görüntülerde, kadın bir gerillanın, kanlar içindeki çıplak bedeninin polislerce teşhir edilmesi, egemenlerin Kürtlerin yaşadığı coğrafya gibi, bedenlerini de mekansal bir savaş alanı olarak gördüğünün ispatıdır. Kürt kadınlarının bedenini bir savaş alanı olarak görme fikri, bütün hükümetlerin ortak politikaları arasında yer almıştır. Türkiye'nin sahip olduğu ve erkekliğe sürekli vurguda bulunan, erki ve erkekliği kutsayan, yücelten "asker devlet" algısı, kadın bedenini her an hedef alabilecek kolluk güçlerinin yetişmesine neden olmaktadır. Bu askeri sistemden geçmiş kolluk güçlerinin düşman bellediği insanların; hem kadın hem de Kürt ve muhalif olması, yıllar boyunca devletin öğrettiği erkeksi ve milliyetçi refleksleri kendini bu şekilde vahşet boyutunda gösterebilmektedir.

Türkiye'deki iktidarlar ne zaman gayri hukuki ya da gayri insani şeyler yapmışsa, bu durumu, hayata geçirdiği eyleme verdiği isimlerle gizlemeye çalışmıştır. Davutoğlu'nun son günlerde Kûrd coğrafyasının doğası ve insanını yakan operasyonlara verdiği "Barış ve Demokrasi Operasyonları" adında olduğu gibi.. Birçok vahşetin odağı haline gelmiş olan askerlik müessesine "Peygamber Ocağı" denilmesi de yine aynı mantığın hayata geçirilmiş farklı bir halidir. Erkekliğin üretildiği, öğretildiği, yüceltildiği "Peygamber Ocağı"nda, kadın bedeni zapt u rapt altına alınacak (Askeri idmanlar sırasında koro halinde söylenen Yaylalar marşındaki "komşu kızını zapt eyle" nakaratı bunun sadece bir örneği) bir kale, bayrak dikilecek bir tepe gibi öğretilmektedir. Erkek çocuklar için sünnetten sonra erkekliğe atılan en büyük adım olarak askerliğin görülmesi tam da bu yüzdendir. Varto'da, kadın bir gerillanın cansız bedenini soyup, teşhir etme "fikri", asker-devlet metaforundan bağımsız düşünülemez. Bu durum askerde öğretilen/üretilen vahşi pornografinin hayata geçirilmiş pratik halidir. Türkiye devletinin Kürt kadınlarının bedenini mekansal bir savaş alanı olarak görmesi; ataerkinin yüceltildiği, her an erkekliğe vurguda bulunulduğu yer olan "Peygamber Ocağı"ndan azade değildir.

_____________

(1) İlgili Yazı: Hişyar Özsoy. PolitikART: Araf'ta Kalmak: Tarih Mezarda Başlar, 2012