M. Serdar Korucu / Demokrat Haber

Ne çatışma haberleri…

Ne Suriye ile yaşanan kriz…

Ne de Özel Yetkili Mahkemeler tartışması…

Yaşandığı anda hepsini birden geri plana atıverdi Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in Konstantinopolis Ekümenik Patriği Bartholomeos’u makamında ziyaret etmesi.

 

Bazı kesimler için bu adım kabul edilemezdi.

Murat Bardakçı’nın yazdığı gibi…
( http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/756731-yakinda-mum-da-dikeriz
)

 

Bu bakış açısında göre Fener’e gidilmemesi gerekirdi. Prof. Görmez, “hoşgörü”, “diyalog” veya “çok seslilik” modasına kapılarak ya da siyasi sebeplerle bu ziyareti gerçekleştirmiş olmalıydı.

Öyle ya nasıl olurdu da bir Diyanet İşleri Başkanı, Patrik’i ziyaret ederdi?!

 

Bu yorumu yapanların dayanakları, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı geçmişteki “meşihat” yani şeyhülislamlık makamının Cumhuriyet dönemindeki devamı olarak görmeleri.

“De facto” yani fiilen baktığınızda bu nispeten doğru.

Bugün İslam’ın Sünni inancına göre bir kural sorulduğunda danışılan mevki Diyanet İşleri Başkanlığı.

Ancak bu kurum “de jure”de yani yasal olarak Sünni İslam’ın temsilcisi görülmüyor. Laik sistem nedeniyle – uygulama yanlış da olsa – hukuki konularda başka dinlerle ilgili konularda (Yahudilik, Hristiyanlık hariç) yine Diyanet İşleri’ne danışılıyor. Alevilik, Bahailik gibi…

 

Gelelim en can alıcı noktaya. Bu eleştiriyi yöneltenleri en çok kızdıran; İslam kendini son din olarak kabul ederken ve öncekileri “nesh edilmiş” yani “hükümsüz hale gelmiş” olarak görürken nasıl olur da Türkiye’deki Sünni İslam’ın temsilcisi “kisvesi” ile bir Hristiyan lideri ziyaret edebilirdi?

“Hak din” olarak görülmeyen bir inanca nasıl bu şekilde yaklaşılabilirdi? Ne de olsa böylece Kilise “din” olarak kabul ediliyordu.

 

Peki bu görüşmeye bir de Fener açısından baksak nasıl bir tablo ortaya çıkar, hiç düşündünüz mü? Bir an olsun kendinizi Konstantinopolis Ekümenik Patrikhanesi’nin başında düşünün.

 

Dini olarak dünyada “ekümenik” yani evrensel lider olarak kabul edilseniz de sınırları içinde kaldığınız devlete göre Eyüp Kaymakamlığı’na bağlı bir makama sahipsiniz.

 

İnancınızdan yaklaşık 600 yıl sonra Arabistan’da ortaya çıkan ve dünyaya yayılarak en büyük rakiplerinizden biri haline gelen, peygamberini kabul etmediğiniz, etseniz zaten Hristiyan olamayacağınız bir din ile karşı karşıyasınız.

 

(Bu bakış açısının en keskin örneği Papa’nın da atıfta bulunduğu için tartışma yaratan Bizans İmparatoru II. Manuel Paleologos'un sözlerinde saklı: Bana Muhammed'in hangi yenilikler getirdiğini gösterin, orada hep şeytani ve insanlık dışı şeyler bulacaksınız. Örneğin dini kılıç zoruyla yayması gibi.)

 

Bu dini kabul eden bir halk kutsal şehrinizi – Κωνσταντινούπολις –  yaklaşık 600 yıl önce ele geçirmiş, ardından imparatorlukları dağıldığında hilafeti bırakıp laikliği benimseseler de yöneticiler sizi sınır dışına atmak için elinden geleni ardına koymamış.

 

Bir de üstüne cemaatiniz baskılarla bir avuç bırakılmış, Halki / Heybeliada hala kapalı olduğu için din adamı yetiştiremez durumda getirilmişsiniz.

 

Bütün bunlara rağmen inanmadığınız bir dinin temsilcisi ile buluşuyorsanız, hala da ortada birileri “hoşgörü” arıyorsa bakmaları gereken yer en az Diyanet İşleri Başkanlığı kadar Patrikhane de olmalıdır.

 

Fakat en iyisi kimin kimden daha “hoşgörülü” sorusunu sormadan, bu buluşmayı olumlu bir adım olarak görmek, manipüle etmeye çalışmamaktır. Özellikle de tarih ve din kisvesi altında…