Acılarla dolu geçmişe sahip Kürdistan bugün en kötü dönemlerinden birini daha yaşıyor. Irak devletinin bombalarından, kimyasal silahlarından kaçarak göç yollarına düşen binlerce Güney Kürdistanlının akıbetini şimdi de binlerce Şengalli ve Rojava Kürdistanlı IŞİD denilen örgütün bombalarından kaçarak yaşıyor.

Bu göç hem Kürtlerin kendi toprağının bir parçasından başka bir parçasına yapılan göçü hem de sömürgeci bir devletten başka bir sömürgeci devlete yapılan göçtür. Kürdistan'ın bu durumu yani parçalı sömürge hali onu diğer sömürgelerden ayıran en belirgin özelliğidir. Bu ise onu sömürgeler arasında beterin beteri bir pozisyona sokmaktadır. Bir ülke düşünün dört devlet arasında bölüştürülmüş, her devlet kendi parçasını sömürürken diğer üç devletle ilişkilerini de neredeyse tamamen bu sömürünün devamlılığı üzerinden şekillendiriyor. Kürtlerin 40 milyonluk devletsiz tek halk olması bu yüzdendir. Çünkü siz bir parçada mücadele verirken aslında dört devlet ile savaşmış oluyorsunuz. Sömürgecinize başkaldırınız diğer üç devletin açık desteği ile kırılıyor. Hatta bu da yetmez diğer emperyalist devletler de çıkar gereği sömürgeci dört devletin safında yer alırlar. Örneğin Türkiye sömürgeciliğine karşı Ağrı'da başlattığınız isyan sadece İran'ın değil aynı zamanda Sovyetler Birliği'nin desteği ile bastırılır.

Irak bombalarından kaçarsınız Türkiye gücü yettiği oranda size sınırları kapatır. Türk uçaklarının bombalamalarından kaçmak zorunda kalırsınız bu kez Irak size yer vermez. IŞİD denilen örgütten kaçarsınız bu kez kapı bin bir plan dahilinde açılır. Kaçanlara kapı açarken yardıma gidenlere kapıyı kapatırsınız. Hem orası boşalır hem orda savaşan Kürtlere yardım gitmez bir ihtimal IŞİD'e yenilirler diye plan yaparsınız. Her zaman cepte tuttuğunuz B, C, D planlarınızdan en uygunu hangisi ise onu uygularsınız.

TC sömürgeciliği Rojava Kürdistan ile ilgili plan üstüne plan yapıyor. Orayı boğmak için deyim yerindeyse günde kırk takla atıyor. Suriye iç çatışmasının daha en başlarında Suriye muhalefeti, PYD'yi içine almasın diye (Esed'in düşeceğini düşünüyordu) uğraşıp durdu. Bu vesileyle Suriye muhalefetine İstanbul'da, Antalya'da, Antep'te toplantı üzerine toplantı organize etti. Beklediği gerçekleşmeyip Kürtler PYD öncülüğünde özerk bölgeler oluşturunca bu kez sömürdüğü kendi parçası, Rojava parçasından güç almasın diye ilk günden itibaren "oldu bitti"lere müsaade etmeyeceğini belirtti. Bu özerk bölgelere saldırmaları karşılığında El Nusra vb. kimi muhalif gruplara silah dahil her türlü yardımı yaptı. Hatta bu da yetmedi. Urfa'da çeteler için eğitim kampları oluşturdu. Serêkaniyê saldırılarının Türkiye tarafından da yapıldığı Kürtler için bir sır değil artık.

Kürtlerin bu saldırıları bertaraf ettiği kesinleşince bu kez Güney Kürtleriyle acaba orayı etkisiz hale getirebilir miyimin çabası içerisine girdi. Yani esasında kendi parçasındaki (Kuzey) Kürtlerin mücadelesini etkisizleştirmek için Rojava Kürtlerinin mücadelesini Güney Kürtlerinin desteği ile boğmaya çalıştı. Karmaşık görünen ama parçalı sömürge hali için olağan bir durum. Rojava devriminin öncülüğünü yapan PYD'nin kendi parçasındaki Kürtlerin öncülüğünü yapan PKK'nin bir kolu olduğunu, bunun da PKK'yi güçlendireceğini düşünerek mümkün olduğunca Rojava devrimini boğmaya çalışıyor Türkiye. Bunun için çare diğer sömürgeci üç devlete destekse onu, el Nusra gibi örgütlere destekse onu yapacak. O olmazsa son çare PKK ile bağı olmayan hatta rakip olarak görülebilecek PDK ile işbirliği ise çekinmeden bu yapılacak. Ta ki imdada IŞİD yetişene kadar.

IŞİD gibi bir can simidinin görünür olmasıyla PDK de, tüm Güney Kürdistan Yönetimi de bir anda gözden düşebiliyor Türkiye için. Belli ki IŞİD'in Güney Kürdistan'a da saldırmasıyla Türkiye artık diğer Kürtleri durdurmak için Güney Kürtlerine ihtiyacı olmadığını, hatta onlar da ne kadar zayıflarsa o kadar kârdır düşüncesiyle yeni bir pozisyon geliştirmiştir. IŞİD bu anlamda Türkiye için umut haline gelmiştir. Türkiye uluslararası alanda, IŞİD'e karşı benim mazeretim var demek için konsolosluk görevlilerini kendi eliyle IŞİD'e teslim etmiştir. Şu an bu umudunu kıran durum IŞİD'e karşı ABD öncülüğünde oluşan uluslararası koalisyondur.

Koalisyonun Türkiye'ye baskısı ve onsuz harekete geçmesi sonucu Türkiye ve IŞİD rehine oyununa son vermişlerdir. Bundan böyle aralarındaki ilişki muhtemelen şu şekilde devam edecektir: Türkiye söylemde IŞİD'e karşı duracak, ona terörist de diyecek, koalisyona destek açıklamaları da yapacak ama pratikte şu ana kadar yaptığı gibi el altından IŞİD'e destek sunmaya devam edecektir. Koalisyonu da PYD'ye karşı harekete geçirmeye çalışacaktır. Erdoğan'ın "IŞİD tamam ama bölücü örgütün oradaki kolu da çözüme dahil edilmelidir" açıklaması Türkiye'nin Kürtlere bakışını göstermesi açısından önemlidir. Koalisyondan PYD'yi de bombalamalarını istemekte, olmazsa IŞİD havadan saldırıya uğramasın diye uçuşa kapalı bölge talep etmekte ve kendisi bölgeye girebilsin diye tampon bölge isteğinde bulunmaktadır.

Eğer Kürtler başarırsa bu kez "Kürt kardeşlerimiz" propagandasına sarılacak, kapıları nasıl açtıklarını ve destek sunduklarını belirteceklerdir. Hem Kobanê'deki Kürtlere canlarını siper eden YPG güçlerinin bombalanmasını isteyecek hem de katliamdan kaçan Kürtlere yardım ediyoruz propagandası yapacak. Türkiye'nin Kürtlere yönelik politikası hep bu yönde olmuştur.

Nitekim barış görüşmelerinin sürdüğü Kuzey'de de aynı politika yürütülmektedir. Çözüm propagandası ve Kürtlere baskı aynı anda yapılmaktadır. Dikkat edilirse çözüm adına henüz tek adım atılmış değil. Var olan durum sadece bir çatışmasızlık durumudur. Bu dönemde AKP iktidarı da PKK de kendi mücadeleleri için çatışmasızlığı kendi yararına gördüğü için bu çatışmasızlık hali devam ediyor. Yoksa devlet, Kürtlerin eşitsiz konumunu düzeltmek için henüz hiçbir şey yapmış değil. AKP medyasına bakılırsa Kürtler adına her gün devrimler oluyor. Ama Kürt Hareketi bunun söylenildiği gibi olmadığını deşifre etme kabiliyet ve gücüne sahip. Örneğin bir heykele , yine bir Kürtçe okula dahi tahammül edemediklerini deşifre etmiştir Kürt Hareketi. Oysa AKP'liler, Kürtçenin serbest olduğunu, Kürdolojiler açtıklarını, Kürtçe seçmeli ders açtıklarını, Kürtçe öğretmenler atadıklarını vs. dillendirerek bu alanda devrim yaptıklarını iddia ediyorlar. Gerçekte olan ise henüz Kürtçeye Kürtçe diyememe halidir. Yaşayan Diller Enstitülerinden öğrenciler Ortaöğretimdeki Yaşayan Diller ve Lehçeler dersine Yaşayan Diller ve Lehçeler öğretmeni olamayacaklarını bilerek mezun oluyorlar. İktidarın devrim dediği şey şu ana kadar ismi olmayan alan için hepi topu 18 kadronun açılmış olmasıdır. Bu arada yaşayan diller Kürtçeden ibaret değil, en az 18 ayrı dil var bu grupta. Her dile bir kadro devrimi yani.

İşin ilginç tarafı AKP iktidarı bunun gerçekten bir devrim gibi algılanması için basında paralı bir ordu oluşturmuştur. Bu basın ordusunun içinde Kürtler de önemli bir yer teşkil etmektedir. Sömürgeciler tarafına geçmiş sömürge halkının artık herkesçe bilinen satılmış kalemleridir bunlar. Her gün "ah şu PKK, PYD, DBP, HDP vs. olmasa Kürtler için her şey ne kadar da güzel olacak" diye çarşaf çarşaf yazılar yazmakta, TV ekranlarında arzı endam etmektedirler . Kendilerine verilen sömürge halkın gözünde temsilcilerini itibarsızlaştırma, sömürgeci iktidara ise itibar kazandırma görevini layıkıyla yerine getiriyorlar. Ama bu cenahın bilmesi ve de korkması gereken kazandıkları sömürge halkının nefretidir. Sömürgecileri de ve destekçilerini de bertaraf edecek, sömürge halka direniş gücü verecek ve onu başarıya taşıyacak olan bu nefrettir.

Kürtlerin parçalı olma hali dışında belki de şu ana kadar en büyük handikabı kendi sömürgecilerine ve onların destekçilerine duymuş olduğu nefret eksikliğidir. Psikolojik algı operasyonlarıyla sömürgecileri sorgulamayan bir kitle anlayışı mevcuttur. Örneğin tek bir Kürtçe okula dahi izin verilmemesine, panzerlerle yıkılmaya çalışılmasına şaşırmayan ama Türkçe bir okulun yakılmasına şaşıran bir kitle yaratılmıştır. Yine tankların saldırısına şaşırmayan ama bunlara karşı taş atılmasına şaşıran bir kitle yaratılmıştır. Basınıyla, okuluyla, camisiyle sömürge halk kendine yabancılaştırılmıştır. Üstüne bir de sahte kardeşlik propagandası eklemiştir. Bu propaganda maalesef kimi Kürt temsilcileri tarafından da bilinçsizce yapılmaktadır. Sömürgeci halkı etkilemek için yapılan kardeşlik propagandası sömürge halkını tersinden etkilemiş, Kürtçe konuşuyor diye sömürgeci halkın saldırısına uğradığında bile "biz kardeşiz" diyebilmektedir bir Kürt. Hiçbir sömürge bu şekilde sömürge olmaktan kurtulmamıştır.

Rojava trajedisi bu algıda bir kırılma yaratmışa benziyor çünkü Rojava konusunda TC sömürgeciliğinin yaptıkları üstü örtülemeyecek boyuttadır. Bu bilince ulaşmak önemlidir. Diğer parçalardaki Kürtler de sömürgeciden dost olamayacağını anlamalı ve hem sömürgecilere hem de diğer parçalardaki halkına bu doğrultuda yaklaşmalıdır. IŞİD saldırıları karşısında Güney Kürdistan'ın TC sömürgeciliğinden beklediği yardımın yapılmamış olması hayal kırıklığı yaratmamalıdır. Asıl hayal kırıklığı o temsilcilerin bu dostluğa inanmış olmasıdır. Tüm Kürtlere ders olması açısından önemlidir. Bakınız bu "dost" şimdi de pêşmergenin Kobanê'ye geçişine izin vermemektedir.

Kürtler yakın ve uzak sömürgeci devletlere karşı parça parça değil bir bütün olarak hareket etmek zorundadır. Savaşırken de ilişki geliştirirken de bu birliktelik sağlanırsa başarı da daha kolay sağlanacaktır. Parçalar arasında özgüce dayalı birliğe duyulan ihtiyaç inancı ve bütün sömürgeci ve destekçilerine bilinç, öfke ve nefret ile toptan karşı duruş sömürge halkın kendi gerçekliğinin farkına varması için olmazsa olmazdır. Parçalı sömürge hali en azından sömürge halk için yaşanan trajediler sonucunda ortadan kalkıyor. Sömürge halkı daha fazla trajediden kurtaracak en önemli olgu da budur.