Çocukluğumdan beri kendi kendime her zaman sormuşumdur, özgürlük mü, emek mi daha değerlidir? Eminim şimdi bile hemen herkes bu soruyu gerek kendine, gerekse başkalarına sormak suretiyle en doğru yanıtı bulma çabası içindedir.

İnsan gibi yaşamak, istediği veya sevdiği işi yaparak hayatını kazanmak her insanın en doğal hakkı olduğu kadar mutlu olmasının da en temel ilkelerinden biridir. İnsanın en temel ihtiyacı karnını doyurmasıdır elbette. Karnını doyurmak, barınacağı yeri temin etmek diğer canlılar için de temel bir gerekliliktir. O zaman insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği, düşünen bir varlık olarak onun yaratıcı olmasıdır. Ancak insan özgür olduğu zaman yaratıcı olabilir. Zaten özgürlüğün özünde bu yaratıcı güç ve olanak yatar.

'Emek en yüce değerdir' cümlesini ömrümüz boyunca sayısız defa duymuşuzdur. Öyle midir gerçekten? Emek en yüce değer midir?

Hemen belirtmeliyim ki emek en yüce değer değildir. En yüce değer insanların özgürleşmesidir. Ömrünü kan, ter, kir, pas içinde harcayarak tüketmenin yüce bir tarafının olmadığını düşünüyorum. Zor ya da kolay koşullarda emek sadece bir gerekliliktir. Gereklilik olduğu için de, mümkün olduğu kadar azaltılması, mümkün olduğu kadar belli bir kesimin sırtına kalmaması için mücadele edilmelidir.

Öte yandan emeğin her durumda yaratıcı olduğunu da iddia edemeyiz. Özgür ve yaratıcı koşulları olmayan emek sürecinin uzun ya da kısa süreli olmasının bir anlamı yoktur. Emek insani üretim için bir gerekliliktir elbette. Ancak başlı başına bir değer değildir. Emek yaratıcılığı simgeleyen bir değer olduğu için yüceltilmektedir. Verimli emek sürecinin temeli onun özgür ortamda olup olmadığı ile anlam kazanır.

Evrensel biçimde emeği yüceltmek, özgürlüğün giderek ikinci planda, emekle ilgili gerekliliğin

 ise birinci planda algılanmasına yol açmasını sağlar. Bu da doğal olarak asıl amacı emeğin sömürüsü olanların emeği gereksiz yere yücelten ve gereklilik anahtarlarını elinde tutanların tahakkümünün yolunu açar. Oysa insanın kendisini gerçekleştireceği alan sadece onun özgürlüğüdür. Çünkü insan ancak kendisini özgür olarak ifade ettiğinde kendisi olmaya daha yakındır ve kendisini özgür olarak ifade eden insan yaratıcıdır. Emek, insanın özgür olarak yaratıcılığı sürecinde asıl olarak anlam ve değer kazanır.

İnsanın Özgürlüğü Nasıl Gelişir?

İnsan için özgürlük, sadece edinilmiş haklar toplamı değil, bir süreçtir. Bunu en iyi açıklayan filozof, Karl Marks'tır. Marks özgürlüğü, '' insanın yeteneklerini tüm yönlerde geliştirme olanaklarına sahip olma'' olarak tanımlar. Komünist Manifesto adlı eserinde ''herkesin özgür gelişmesini'' savunur. Marks gerçek bir özgürlük dünyasının insani güçlerin gelişmesinin kendi başına bir amaç olduğu süreçte başladığını belirtir. Kısacası özgürlük, herkesin ''her yönde insani yeteneklerini'' geliştirmesi olanağına sahip olması ve bu noktadan hareketle bunu kullanmasıdır. Basit bir şekilde sınırlamaların ve zorlamaların kaldırılması değil, insani varoluşun tüm belirtilerinin gelişmesi, yani özgürlüğün kendi başına anlamı olan bir asli hedef olarak algılanmasının mümkün olmasıdır. Sonuçta Marks, özgürlüğü insani faaliyetin evrenselliği olarak tanımlar. İnsan, kendi özgül cephesinde kendini aşan, kendi sınırlarını sürekli genişleten bir yaratıcı varlıktır. Yani kendine karşı evrensel bir varlığa davrandığı gibi davranır. Bu özellikleriyle evrensellik ve özgürlük birbirlerinden ayrılamazlar. Çünkü, yaratıcı güç olarak insanın varlığı insanlığın evrenselliği içinde sadece anlamını bulur.

Konuyu biraz daha somutlaştıracak olursak, insanın çalışma hayatı ortamında daha özgür olabilmesi onun kendisine daha çok zaman ayırabilmesi ile başlar. Örneğin yıllık ücretli izin süresinin artması, çalışma haftasının kısaltılması önemlidir. Ama özgürlüğün esas taşıyıcısı, günlük çalışma zamanının azaltılmasıdır. Böylece insanlar maddi ihtiyaçtan öte, kendi yeteneklerini geliştirebilecekleri faaliyetlere her gün zaman ayırabilecekleredir. Haftada bir iki güne veya yılda birkaç haftaya sıkışmış serbest zaman, ''boş zaman, verimsiz zaman'' olmaya mahkumdur. Çünkü böyle bir ''boş, verimsiz zaman'', günlük çalışma ve yaşam ritmi içinde bir istisna, bir küçük parantez olarak kalır. Buna karşılık, günlük çalışma süresinin azalması, geriye kalan zamanı olağanlaştırır. Bu zaman dilimi, tatil gibi olağanüstü bir zaman olmaktan çıkar. Bir tüketim nesnesi değil, insanın kendine bir varoluş tarzının aracı haline gelir.

Sonuçta insanın emeğinin daha değerli, verimli ve yüce olmasının temeli, onun özgür, yaratıcı olması ile, yani özgürlüğü ile mümkündür.