Bazı kitaplar vardır en az içeriği kadar yazan ile de ön plana çıkar. Zira onların yaşamları da ayrı bir roman olmaya değerdir. İşte onlardan biri Mahmut Alınak. Alınak, hayatı boyunca milletvekili olarak Meclis'e de girdi, demokrasi mücadelesi nedeniyle hapishaneye de. Tek değişmeyense doğrularından sapmaması oldu.

 

O hep düşündüğünü yazdı, fikirlerini dile getirdi. “Zamanın ruhu”na uyup dönemin konjonktürlerine boyun eğmedi. Böyle olunca da fikri özgür olsa da bedeni tutsak kalmak zorunda kaldı. Bugün de olduğu gibi...

 

Bu iki ucun milletvekilliği ve tutsaklığın yanı sıra pek çok sıfatı var Alınak’ın. Aydın insan hakları savunucusu, Gençler Ölmesin Ocaklar Sönmesin Girişimi Sözcüsü ve yazar. Alınak bunlardan sonuncusu ile çıkıyor bu kez karşımıza.

 

Türkiye'de son dönemde yaşanan en büyük operasyonlardan biri olan aralarında Prof. Dr. Büşra Ersanlı, yayıncı Ragıp Zarakolu’nun bulunduğu aydınların da tutuklandığı KCK'de tutsak olan Alınak kalemi ile meydan okuyor. Kendini insan haklarına adayan, dünya nimetine yüz çevirmiş, kimilerine göre “ömrünü heba etmiş” bir aydına “terörist” denilmesinin açtığı yaraların izinden yürüyor Jan Yayınevi'nin yayınladığı “Köpekler Manifestosu”nda.

 

Kitap onun “içeriden” yazdığı ikinci kitabı. Plazalardan değil hapishanenin içinden. yurtdışından değil halkının içinden, hayal değil kurgu olmayan acıların içinden... Tek suçu hukukun temel ilkesi olan “ispatlanana dek” düsturunu hiçe sayan “bu zaman”da yaşamak olan Alınak'ın kitabında toplumun ruh haline bir köpekle, Can ile ayna tutuluyor.

 

Ezilen bir halkın durumuna Can ile can veriyor yazar. Alınak karakterlerinde metafor olarak sınırsız özgürlüğe sahip olsa da sadakatleri nedeniyle birine ya da bir şeye bağlanan köpekleri kullanıyor. Ama onun köpekleri sadakatlerini çıkar ilişkisi üzerine kuranlardan değil, idealleri uğruna savaşanlardan.

 

Anlatılan bir dövüş köpeği olarak yetiştirilen Can'ın hikayesi aslında. Onun yaşadığı serüvenin izinden ütopyanın hayatın gerçeklerine evrilebileceğini gösteriyor yazar bize. Yani imkansızın aslında olmadığını.

 

Bu izden yürüyerek karşımıza pek çok karakter çıkıyor. Hepsinin de kendilerine ait hikayeleri var. Tek ortak noktalan ise ezilmişlikleri. Olaylar ezilenlerin neden ezildiğini, isyan ve ihanetin nerede, nasıl başlayıp geliştiğini sorgulatıyor okuyucusuna. Cevap değil bir avuç dolusu soru işareti bırakıyor okuyanının aklına.

 

“Köpeklerin Manifestosu”nda manifestonun yanı sıra bir devrim hayali de var tabii. Can ve Zer arasındaki aşkın fitilini ateşlediği bir devrim. Aşk zaten devrimin ta kendisi değil mi? Gözleri kör eden iki olay bir arada yaşanıyor, birbirini tetikliyor devrimler. Sonunu ise okuyucuya bırakıyor.

 

Kitap sonrasında anlıyorsunuz ki Alınak bu kitabında teröristlik yapıyor: Fikir teröristliği. Eğer terör halkta bir korku yaratmaksa, evet, bu kitap bir tedirginlik hissettiriyor okuyanına. Haksızlığa uğrayanın, ezilenin yaşadıklarını açıkça yüze vurulmasının sonucu üzerinden zaman geçse de silinmeyen bir korku. Mahmut Alınak'ın hangi tarihte her zaman olduğu gibi alnı ak bir şekilde hapishaneden çıkacağı bilinmez ama kitabındaki Can'ın şu sözlerinin hepimizin kulağında yankılanması gerekiyor:

 

“Mutlu bir hayat için bizim bir yurda ihtiyacımız var. Başkasının yurdunda sokak köpeği olarak yaşamak onur kırıcıdır, yakışmaz bize. Biz bir lokma ekmek için tutsak olmuşuz bu sevgisiz sokaklara ve insanlara. Şerefimiz yerlerde sürünüyor. Bu şekilde onursuz yaşamak ile ölüm kıyaslansa ben ölümü tercih ederim. Bu gecenin sabahında zincirlerimizi kırıyor ve bizi bekleyen yurdumuza gidiyoruz. Bu bir macera değil, kurtuluşa çağrıdır. Yarın şafakla birlikte bu kötülük mağarası şehri terk edip kendi özgür yurdumuza gidiyoruz.”

 

Gün o özgür yurda gitme vaktidir.

 

* Bu yazı Milliyet Kitap Mayıs 2012 sayısında yayınlanmıştır.