CHP Genel Başkanı Özgür Özel, CHP Genel Merkezinde gerçekleştirilen Sosyal Demokrat Belediyecilik Eşgüdüm Konseyi’nin açılışında konuştu. Özel, “Sosyal Demokrat Belediyeler Eşgüdüm Konseyi’nde Cumhuriyet Halk Partisi’nin aday göstererek milletimizin teveccühü ile illerinde, ilçelerinde, beldelerinde belediye başkanlığı görevini üstlenmiş arkadaşlarımızın eşgüdüm içinde çalışabilmeleri için oluşturduğumuz iki yapının SODEM ve SODEM-SEN’in başkanları, bunun yanında belediye birliklerinin başkanları, Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu, Tarihi Kentler Birliği Başkanı Sayın Mansur Yavaş ve tüm bölgelerdeki birliklerimizin başkanı olan belediye başkanlarımız, ayrıca Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüm büyükşehir belediye başkanlarının içinde bulunduğu Onursal Başkanlığını Yılmaz Büyükerşen‘in yaptığı, -bütün yaz boyunca çok emekler verdi şimdi ailesiyle birkaç huzurlu gün geçiriyor, o yüzden bu toplantıda kendisi yok- bir Eşgüdüm Konsey Toplantısı yapıyoruz” dedi. Özel şöyle devam etti:
“CHP’Lİ BELEDİYELERİ SIKIŞTIRMAYA ÇALIŞAN BİR KÖTÜCÜL AKIL VAR”
“Şüphesiz 31 Mart tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi’ne milletimiz çok önemli bir sorumluluk verdi. Geçen sene genel seçimlerde genel iktidar görevini Adalet ve Kalkınma Partisi’ne verdi ve ardından kendisine verilen sözlerin hiçbirisinin tutulmadığı, yoksulluğa, hayat pahalılığına, enflasyona, işsizliğe çarenin üretilmediği; aksine sandıkta verilen sözlerle birlikte seçmenin beklentilerinin, umutlarının da sandıkta o tarihte unutulduğu bir süreçten sonra 31 Mart tarihinde seçmen geneldeki iktidara karşı yerelden çok güçlü bir denge kurdu. Her birisi birbirinden kıymetli adayları Türkiye İttifakı bağrına bastı. Türkiye’de nüfusun yüzde 65’ini, ekonominin yüzde 78’ini, yurtdışından gelen turistin yüzde 90’ına yakınını Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanlarının yönettiği iller, ilçeler ağırlıyor. Cumhuriyet Halk Partisi bu zor şartlar altında umutsuz, bu zor şartlar altında kırgın, küskün vatandaşlarımızın elbette bütün sorunlarını çözemiyor ama seçildikleri günden beri arı gibi çalışan, dürüstçe çalışan, şeffaf çalışan arkadaşlarımızın gayretleri ile birlikte Cumhuriyet Halk Partisi üzerine düşen sorumluluğu yerine getiriyor. Tabii böylesine büyük bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzda burada eşgüdüm çok önemli. Doğru işlerin her yerde birden yapılması, bir takım tecrübelerin hızla paylaşılması ve bu konuda hem eşgüdümün hem bu eşgüdümün sağlanabilmesi için kadrolara yönelik gerekli eğitimlerin, hem de denetimin bir arada yürümesi gerekiyor. Tabii denetim kendi iç denetimimiz kadar dışarıda Cumhuriyet Halk Partili belediyeleri bir yandan çalıştırmak istemeyen bir kötücül akıl, onun ekonomik imkânlarını kısıtlamak isteyen bir kötücül akıl. Bir de çeşitli denetimlerle Cumhuriyet Halk Partili belediyeleri sıkıştırmaya çalışan bir kötücül akıl var. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak belediyelerimizin her türlü denetime sonuna kadar açık olduğunu ve özellikle geçtiğimiz son beş yıllık dönemde yüzlerce müfettişin yapmış olduğu on binlerce denetimden nasıl alnımızın akıyla çıktığımızı milletimiz biliyor. Ancak bu oluşturduğumuz Eşgüdüm Konseyi’nin görevlerinden bir tanesi hem belediyelerimizi rutin denetimlere hazır tutmak, hem kötü niyetli birtakım saldırgan tutumları karşı onlara hukuki, teknik destek sağlamak hem de kendi iç denetimimizi gerçekleştirme gibi bir çabamız var. Bunların hepsi için sonuçta sahada 412 tane belediyemiz var. Bu belediye başkanlarımızın her birini her zaman bir araya getirmek ve her konuda hep birlikte konuşmak ve tartışmak mümkün olmadığı için hem SODEM ve SODEM-SEN yapılarımızın başkanları hem bütün büyükşehir belediye başkanlarımız ve belediye birliklerinin başkanlarıyla oluşturduğumuz bu konsey, hem bugüne kadar yaptıklarımızı, bundan sonra yapacaklarımızı, birlikte çalışma potansiyelimizin nasıl artırılacağını bir de memleketin çok gözünün önünde olduğu halde genel iktidarın çözüm üretmekte eksik kaldığı konularda nasıl inisiyatif alabileceğimizi tartışan bir toplantı içinde olacağız.”
“BABA OCAĞINA DÖNÜYOR TEKRAR”
“Tabii bu toplantı bugün Cumhuriyet Halk Partisi’nin Meclis açık olduğu takdirde grup toplantısı yaptığı saatte, Salı günü saat 13:30’da toplandı. Basının ilgisi var, televizyonlar canlı yayınlıyor ve Cumhuriyet Halk Partisi ailesine yeni bir katılım var. Bu katılımı biz 1 Ekim’e kadar bekletemedik. Çünkü eğitimi ile çalışkanlığıyla bize yapacak çok katkısı, seçildiği seçim bölgesinde Adana’da yapacak çok faaliyeti olduğu için şu anda bağımsız milletvekili olan Sayın Bilal Bilici Cumhuriyet Halk Partisi’ne katılıyor. Tam da kelimenin oturduğu yerde baba ocağına dönüyor tekrar. Lisans eğitimini Boston Üniversitesi Ekonomi Üniversitesi’nde bitiren, yüksek lisansını Bahçeşehir Üniversitesi’nde tamamlayan, uluslararası şirketlerde üst düzey yöneticilik görevlerinde bulunmuş, dış ekonomik ilişkiler kurulu yönetiminde önemli sorumluluklar almış, Guatemala Fahri Konsolosluğu‘nu üstlenmiş, genç, dinamik, başarılı ve seçim bölgesinde hem Meclis’teki performansıyla hepimizin göğsünü kabartan, iyi yetişmiş genç bir arkadaşımız baba ocağına geliyor. Ben değerli başkanlarımızın ve yöneticilerimizin huzurunda kendisine rozetini takmak üzere kendisini kürsüye davet ediyorum.”
“VİCDAN SAHİBİ MİLLETİMİZ BUNA EN NET TEPKİYİ GÖSTERDİ”
“Cumhuriyet Halk Partisi yerel yönetimdeki güçlü yapısını güçlü bir koordinasyonla güçlü bir eşgüdümle birlikte yönetmek için oluşturduğu bu yapının bugünkü toplantısında biraz önce söylediğim gibi önemli gündem maddelerimiz var. Tam da gündemle örtüşen maddelerimiz var. Örneğin orman yangınları. Orman yangınları konusunda özellikle hafta sonu İzmir’de, Aydın’da, Muğla’da, Manisa’da, Balıkesir’de, Bolu’da, Karabük’te, Uşak’ta yurdun pek çok yerinde adeta hepimizin ciğeri yandı. Yangınlarla mücadele meselesini bir basit siyasi söyleme oturtmak, oradan bir siyasi rant çıkarmak niyetinde olanlar milletimizin gözü önünde nasıl tepkiler aldılar, nasıl milletin vicdanı bunlara itiraz etti hep birlikte gördük. Esas sorumluluğun sahipleri, sorumluluklarının sınırları belli olan ve iktidar tarafından bile bile dar tutulan belediyelerimizi karalamaya kalktı. Ama vicdan sahibi milletimiz buna en net tepkiyi gösterdi.”
“BU YETKİYİ HEM ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ’NÜN TEKELİNE ALIP HEM DE ORADA YETERLİ FİLO KURMAMAYI ANLAMIYORUZ”
“Şimdi burada eğri oturup doğru konuşma zamanı. Şunu bir görelim. Biz hükümetin eksiklerini, yanlışlarını söylemek, hatırlatmak, ‘Bunlardan hükümet sorumludur’ demenin ötesinde bir şey yapıyoruz. Kardeşim durum ortada. Orman Bölge Müdürlükleri’nin, Orman Genel Müdürlüğü’nün personel, araç gereç, havadan müdahale konusunda filonun zayıflığı konusunda aldığı eleştiriler ortada. İzmir’de söndürülmeyen orman yangının gelip Türkiye’nin üçüncü büyük kentini nasıl tehdit ettiği ortada. Ve halen daha birileri ‘Acaba orada bir iki çatı yanınca Büyükşehir Belediye İtfaiyesi’ni suçlar mıyız? Oradan bir rant elde eder miyiz’, onun peşinde. Eğri oturup doğru konuşalım. Buradan Orman Genel Müdürlüğü’nün tüm eksiklikleri giderilene kadar yerel yönetimlerin bu konuda, bu açığı nasıl kapatabileceğini oturup tartışacağız. Yapılması gerekenleri biz söyleyeceğiz, ama genel hükümet bu konuda halen daha aynı tutumu sürdürürse bunu milletimize de şikâyet edeceğiz. Örneğin büyükşehir belediyelerinin, Türkiye Belediyeler Birliği’nin kiralama ya da satın alma yoluyla yangın söndürme uçağı bulundurmasına izin vermiyorlar. Geçmişte İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yangın söndürme uçakları vardı, çeşitli belediyelerin vardı. Dediler ki ‘Orman Genel Müdürlüğü dışında yangın söndürme filosu olmayacak’. Filomuz yetersiz, açın önümüzü, verin yetkiyi, biz Cumhuriyet Halk Partili belediyeler olarak hangi belediye sınırında olduğuna da bakmaksızın bu konulara müdahale edebilecek bir filoyu kuralım. Bu yetkiyi hem Orman Genel Müdürlüğü’nün tekeline alıp hem de orada yeterli filo kurmamayı anlamıyoruz. Sorun burada. Yaptığımız eleştiri aslında teknik bir eksikliği işaret eden siyaset amacı gütmeyen ‘Gelin, inat etmeyin bu işi elbirliğiyle çözelim’ diyen bir öneriyi barındırıyor. Ancak bırakın yeni yetkileri, belediyelerin itfaiye personeli ile ilgili ihtiyaçlarına cevap vermiyorlar. Norm kadroya göre, norm kadrosu olup boş bulunan kadrolar var. Yani aslında devlet diyor ki ‘Bu belediyede şu kadar itfaiyeci ihtiyaç var, buraya bu kadar kadro veriyorum’ diyor. Belediyemiz de diyor ki, örneğin Adana Büyükşehir Belediyesi 196 kişilik bu kadroyu doldurmayı talep etmiş, izin vermiyorlar. Ankara Büyükşehir Belediyesi 500 kişilik itfaiye personeli almak istediğini bildirmiş, üç aydır yanıt gelmiyor. Antalya Büyükşehir Belediyesi 11 aydır 88 nitelikli itfaiye personeli alımına talep yazısını cevap alamadı. Muğla Büyükşehir Belediyesi’nde altı aydır 39 personel alımına izin verilmedi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi beş ay önce 2 bin 300 itfaiye personeli almak istediği için yazı yazdı, yazısına cevap verilmedi. Bursa Büyükşehir Belediyesi 300 itfaiye eri alımıyla ilgili izin talebine iki aydır cevap alamadı. Şimdi buradan bütün vatandaşlarımıza soruyoruz. Yangınla mücadelenin, orman yangınlarıyla mücadelenin, şehirdeki yangınla mücadelenin tasarrufu olur mu? Buna genelgeyle engel olmanın kime faydası var? Siz konvoylarınızda 400 tane araçla giderken, 3 bin tane korumayla giderken bundan tasarruf etmezken niçin Bursa Büyükşehir Belediyesi 300 itfaiye erinden tasarruf ediyor? Niçin İstanbul Büyükşehir Belediyesinin 2 bin 300 tane itfaiye eri almasına izin vermiyorsunuz? O imzayı atmayarak neyi sağlıyorsunuz? Bunun kime ne faydası var? Sonra cayır cayır yangınlar ortaya çıkıyor, can kayıpları oluyor ve o aşamada dönüyorsunuz bizim belediyelerimizi suçlamaya kalkıyorsunuz. Sizin bizi suçlamanız için alet, ekipman, helikopter, uçak ve itfaiye personeli konusunda bir dediğimizi iki etmezseniz konuşabilirsiniz. Yoksa ‘efendim bu yangında nasıl sıçrıyor, nasıl kontrol altına alınamıyor’ tartışmalarını yapanların önce milletimize bu partizanca tutumundan dolayı önce özür dilemeleri sonra da bu talepleri yerine getirmeleri gerekiyor. Bunu açıklıkla ifade etmek isterim.”
“İTFAİYECİLERİN KANUNUN OLMAMASI KABUL EDİLEBİLİR DEĞİLDİR”
“Ayrıca yangınlarda canı pahasına mücadele eden itfaiyecilerimizin bir kanunu yok. Geçen dönemde bu konuda dört başı mahmur bir kanun taslağı hazırladık ve itfaiyecilerle ilgili meslek kanunu teklifini Meclis’e sunduk. Bu Cumhur İttifakı’nın oylarıyla reddedildi. Bu yasayı çıkarmak, itfaiyecilerin özlük haklarını, yetkilerini, sorumluluklarını ve onların duyduğu tüm ihtiyaçları giderecek bir kanun teklifini bir an önce yasalaştırmak, bu ülkedeki herkesin menfaati gereğidir. Ayrıca Amerika’da ve Avrupa’da bir prestij mesleği haline dönüşmüş olan itfaiyecilerin Türkiye’de kanunun olmaması kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Bu kahramanlarımıza ihtiyaç duydukları gerekli düzenleme bir an önce yapılmalıdır.”
“TSK İMKÂN VE KABİLİYETLERİNİ ETKİLİ ŞEKİLDE KULLANAMAMAKTADIR”
“Ayrıca, gelin Türk Silahlı Kuvvetleri’ni orman yangınları ile mücadelede etkin kullanalım. Bakın bilinmeyen bir gerçek, Milli Savunma Bakanlığı, Ulusal Afet ve Acil Durum Kurulu’ndan 2022 yılında çıkarıldı. Ulusal Afet ve Acil Durum Kurulu’nda Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, kuvvet komutanlıkları yok artık. Yine Milli Savunma Bakanlığı, Türkiye Afet Müdahale Planı’nda ana çözüm ortağı iken destek çözüm ortağı pozisyonuna gerilettirilmiş durumda. Bu nedenle tüm iyi niyetlerini, tüm çabalarına rağmen TSK imkân ve kabiliyetlerini orman yangınlarında etkili bir şekilde kullanamamaktadır. Orman yangınına müdahalede kozalak arka tarafa doğru ateşi taşıdığında ortada ateş çemberinin içinde kalınma riskine karşı özel eğitim gerekmekte, Mehmetçik bu özel eğitimi almadığı için bu müdahalelerde bulunmasında haklı olarak kaygı duyulmaktadır. Yıllardır yapılan bir öneriyi bir kez daha tekrarlıyor, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde orman yangını riskinin bulunduğu yerlerde konuşlandırılacak ve orman yangınlarına üzerindeki teçhizatla, kendi eğitimiyle ve imkânlarıyla en etkili müdahaleyi yapacak birimler Türk Silahlı Kuvvetleri’nde yetiştirilmeli ve hazır bulundurulmalıdır. Aksi takdirde orman yangını çıktığında ya asker müdahale etmemekte, silahlı kuvvetler haksız eleştiri almaktadır ya da komutan inisiyatif kullanmakta eğitimini almamış askerin canı ortaya konmaktadır. Bunun için yıllardır yapılan öneriyi bir kez daha tekrarlıyoruz.”
“KARŞISINDA BİZİ VE BELEDİYELERİMİZİ BULACAKTIR”
“Ayrıca şunu açıklıkla ifade etmemiz gerekir ki geçen sene orman yangınlarından sonra ‘Kimsenin endişesi olmasın, her bir metrekarenin ağaçlandırılacağının teminatı biziz’ diyenler şimdi oralarda imar değişikliklerine, otel inşaatlarına izin vermekte, otellerin yükselmesine karşı da sessiz kalmaktadırlar. O yüzden biz yanan her bir metrekarenin durumunu dikkatle takip ediyoruz. Ve bir kez daha buraların tamamen yeniden ağaçlandırması ile ilgili en net iradenin ortaya konulmasıyla ilgili takibimizi yapacağız, bu konuda aksine yeltenen bir kez daha karşısında bizi bulacak ve belediyelerimizi bulacaktır.”
“SİYASETİN BUNDAN ÖNCELİKLİ İŞİ OLAMAZ”
“Bir diğer sorun geçtiğimiz günlerde 17 Ağustos depreminin 25’nci yılını yaşadık. 6 Şubat 2023 depreminde Türkiye’nin depreme karşı ne kadar hazırlıksız olduğunu en acı şekilde hep birlikte tecrübe ettik. Bu işin siyaseti olmaz. Böyle mi demeli? Bence siyasetin bundan öncelikli işi olamaz. Ama bu işin merkezi yönetimi, yerel yönetimi olmaz. Hep birlikte bu konuda gereken yapılmalıdır. Sayın Erdoğan’la yaptığımız görüşmede kendisine bir Deprem Bakanlığı kurmasını ve bu Deprem Bakanlığı’na her siyasi partiden bir bakan yardımcısı talep etmesini önermiştim. Bu konuyu not aldılar, değerlendireceklerdi. Bugüne kadar bu konuda herhangi bir yeni yaklaşım olmadı. Türkiye’de bir Deprem Bakanlığı kurulmalıdır, Meclis’te grubu bulunan tüm siyasi partiler birer bakan yardımcısıyla, bu ayrıcalıklı özel bakanlıkta görev almalı, sorumluluk almalı, katkı sağlamalıdır. Bu konuda üzerine düşeni yapmayanlar diğer taraftan da Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin kentsel dönüşümle ilgili buldukları kredilere imza atmamakta, kentsel dönüşüm projelerini onaylamamakta ve bu meseleyi de partizanca ele almaktadırlar. Bugün burada toplanan Sosyal Demokrat Belediyeler Eşgüdüm Konseyi’nde bir Deprem Bilim Kurulu oluşturulmasını, bu Deprem Bilim Kurulu’nun belediye başkanlarımızdan, buradaki konsey üyelerimizden yapılacak katılımlarla deprem konusunda Cumhuriyet Halk Partili yerel yönetimlerin neler yapabileceğini ve hep birlikte hangi eşgüdümlü sağlayabileceğimizi de hep beraber tartışacağız. Ve bilim insanlarından oluşan daimi bir Deprem Bilim Kurulu oluşturarak bundan sonra bu konuda daha çok inisiyatif alacak, daha çok söz söyleyecek, daha çok talepte bulunacak ve bu meseleyi milletimizden aldığımız güçle iktidarın kaçak güreşemeyeceği bir alan olarak değerlendirecek ve zorlayacağız. Bu kurul ile yönettiğimiz deprem riski altında olanlar başta olmak üzere tüm belediyelerimizin depremlere karşı dirençli olması için gerekli çalışmaları yürütmesine de katkı sağlayacağız.”
“DAHA ÖNCEKİ BİLİNCİN GERİSİNE DÜŞÜLDÜ”
“Bir diğer gündem, hüzünlenerek geride bıraktığımız gündem de olimpiyat gündemi. 2024 Paris Olimpiyat Oyunlarını Ekrem Başkanımız, Mansur Başkanımızla, belediye başkanlarımızla birlikte üç gününü Paris’te birlikte takip ettik. Filenin Sultanları ile güldük, Filenin Sultanları ile birlikte ağladık. Güreşçilerimizi, tekvandocularımızı, boksörlerimizi takip ettik. Ama maalesef Paris’ten birazcık yüreği buruk, boynu bükük döndük. 1984 Los Angeles Olimpiyatları’ndan beri ilk kez altın madalya almayarak döndük. Elbette madalya alan sporcularımızı, üç gümüş, beş bronz madalyayla, sekiz madalya alan sporcularımızı ayrı ayrı bir kez daha kutluyoruz. Hepsini alnından öpüyoruz. Ama olimpiyatlara talip olan Türkiye’nin sıralamada altmışlı sıralarda, yetmişli sıralarda yer almış olmasını da asla ve asla içimize sindiremiyoruz. Bunun spora yeterli desteğin verilmemesi, olimpiyat ruhunun yeterince benimsenmesi, olimpiyatlara sporcu yetiştirmenin ne kadar önemli bir mesele olduğunun kavranmaması, daha önceki bilincin çok daha gerisine düşülmüş olmasını kabul edilebilir bulmuyoruz. Cumhuriyet Halk Partili belediyeler 11’i İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden, 9’u Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ASKİ’sine bağlı olan, ikisi Balıkesir Büyükşehir, biri Bursa Büyükşehir Belediyesi’nden olmak üzere 23 sporcu gönderdik. Fenerbahçe’den sonra en çok sporcu gönderen İBB, dördüncü sporcu gönderen kulüp de ASKİ’ydi. Bundan sonra da Cumhuriyet Halk Partili belediyeler olarak bu konuda üzerimize düşeni fazlasıyla yapmaya devam edeceğiz. İstanbul 2036 Olimpiyatları’nı düzenlemeye talip. Biz Paris’te Sayın Ekrem İmamoğlu‘nun davetiyle Mansur Başkanımızla birlikte İstanbul Evi’nin açılışına katıldık, orada ev sahipliği yaptık. Buradan bir teşekkürü Paris Büyükelçimiz Yunus Demirer’e iletmek gerekir. Hem kafileye olan ilgisi, olimpiyat kafilemize olan ilgisi, hem orada hangi siyasi partiden olursa olsun tüm siyasetçilere olan nazik yaklaşımı ve ev sahipliği, İstanbul Evi’nin açılışında bulunması, orada bizimle birlikte ev sahipliği yapması son derece önemliydi. Biz İstanbul Evi ile İstanbul’u tanıtmaya, Türkiye’yi tanıtmaya ve İstanbul’un olimpiyatları çoktan hak ettiğini, Türkiye’nin bunu çoktan hak ettiğini dünyaya anlatmaya çalıştık. Dünya anladı, Türkiye’de bazılarının karnı ağrıdı. Tuttular olur olmaz ithamlarda bulundular. Ama oradaki güzellik, oradaki birliktelik ve geleceğe tuttuğu ışık bu karanlık zihniyetin bir kez daha gözlerini kamaştırdı. Fransa bir önceki olimpiyatlarda sekizinci sırada yer almıştı en çok madalya alan ülkeler arasında. Paris’te de beşinci sıraya geldi. Türkiye 63’üncü oldu. İstanbul olimpiyatlar için hazır hevesli. Türkiye olimpiyatları çoktan hak ediyor. Ama 63’üncü sırada olan bir ülke nasıl olimpiyatları alacak? Kendi evinde ev sahipliği yaptığında kaç tane madalya alacak? Bunun için yarına bırakmadan bugünden tezi yok ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin olimpiyat ruhunu, olimpiyatlara sporcu yetiştirmeyi ve orada nasıl madalya alacağız, altın sayısını nasıl artıracağız, nasıl yukarılara doğru tırmanacağız ve bir olimpiyat ülkesi ve şehri olmayı hak ettiğimizi nasıl göstereceğiz’ bir acil eylem planına ihtiyaç var. Buradan çağrımız iktidarıdır ama bugünkü toplantımızın gündemlerinden bir tanesi de Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin bundan sonraki süreçte olimpiyatlara sporcu yetiştirme konusunda nasıl bir inisiyatif alabilecekleri, nasıl çalışacakları, merkezi yönetimle nasıl ilişki içinde bulunacakları ve bundan sonra Türkiye’nin çoktan hak ettiği bu olimpiyatların İstanbul’a gelmesi için, Türkiye’ye gelmesi için nasıl bir koordinasyon içinde olacaklarını hep birlikte burada çalışacağız. Yani deprem gündemi, orman yangınları gündemi ve olimpiyat gündemi bugün bizim Eşgüdüm Konseyimizin de üzerinde duracağı, çalışacağı noktalar. Ama buradan bir kez daha ülkeyi yönetme sorumluluğunu geçen sene almış olan iktidara bu alanlardaki zafiyetini, bu alanlardaki eksikliklerini ve bizim bu konudaki yapıcı muhalefetimizi ve birlikte çalışma irademizi ve önerimizi tekrar etmek isterim.”
“BU AYI BİTİRMEDEN FİLİSTİN’E GİTMEK ÜZERE GEREKLİ HAZIRLIKLARIMIZI YAPACAĞIZ”
“Ülkenin bir diğer gündemi haklı olarak maalesef dünyanın bugünkü gündem konusundaki zaafını da bir tepki ifade etmek isterim. Şüphesiz Filistin ve Gazze’de yaşananlar. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 40 binin üzerinde insan hayatını kaybetti. Dünyanın gözü önünde yaşanan bu vahşet hepimizin içini, acıtmaya yüreğini yakmaya devam ediyor. Geçtiğimiz Pazar günü Filistin Devlet Başkanı Sayın Mahmut Abbas ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdim. Kendisinin Türkiye ziyaretinden duyduğumuz memnuniyeti bir kez daha ifade ettim. Geçirdiğim kaza nedeniyle o günkü oturuma katılamadığımı, ancak meclis grubumuzun orada bulunduğunu, konuşmasını daha sonra dinlediğimi, konuşmasından duyduğum memnuniyeti ifade ettim. 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan Bağımsız Filistin Devleti’nin destekçisi olduğumuzu, çözümün bu olduğunu, tüm yurtdışı temaslarımızda olduğu gibi bir kez de kendisiyle yaptığımız telefon görüşmesinde ifade ettim. Daha önce Filistin’e gitmeyle ilgili, seçimden sonraya bıraktığımız bir talebimiz vardı. O talebimizi tekrar edecek olduğumda Sayın Mahmut Abbas şöyle yanıt verdiler: ‘Biz Bülent Ecevit’in Yaser Arafat’la olan dostluğundan, Türkiye’deki Cumhuriyet Halk Partili gençlerin, solcu gençlerin Filistin’de ortaya koyduğu dayanışmayı 1970’lerden ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin son dönemde yapmış olduklarına en yakından bilenleriz, takip edenleriz. Filistin meselesinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin Filistin’in sesini Batı’ya duyuran bir pencere olduğunun son dönemde farkındayız’ dedi. Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcısı seçildiğim gün yaptığımız konuşmadan 119 ülkedeki sosyal demokrat liderlere -ki bunların 24 tanesi ülkelerinde iktidardırlar- yolladığın mektuba kadar bunların hepsini en yakından takip ettiğini, memnuniyet duyduğunu söyledi. Ve Filistin’e gitme talebimize şöyle bir yanıt verdi: ‘Sizin Filistin’den bir randevu isteme, bir gün bekleme değil Filistin’e geleceğiniz günü belirleme ve bizim de sizi burada karşılama sorumluluğumuz var. Çünkü burası hem Türkiye’nin hem de Cumhuriyet Halk Partisi’nin ikinci memleketidir. İkinci memleketinize ne zaman gelmek isterseniz siz tarihi belirleyin, biz buradayız. Bugüne kadar yaptıklarınızdan da çok mutluyuz. Filistin’in sesini dünyaya duyurmak istemeniz, bunun için sorumluluk almanızdan da çok mutluyuz’ dedi. Ben sağlığımın elverdiği en kısa sürede, ümit ediyorum bu ayı bitirmeden Filistin’e gitmek üzere gerekli hazırlıklarımızı yapacağız ve oraya güçlü bir heyetle gideceğiz. Filistin’in sesini bir kez daha dünyaya oradan duyuracağız.”
“MECLİS’İ, BU KADAR ACİZ DURUMA DÜŞÜREN ANLAYIŞI ŞİKÂYET EDİYORUZ”
“Tabii katılamadığım oturumdan sonra katıldığım ve çok üzüldüğüm, gördüklerimden çok utandığım bir oturum vardı. O da Hatay’ın seçtiği milletvekili Can Atalay’a karşı yapılan büyük haksızlığın, büyük hukuksuzluğun Anayasa Mahkemesi’nden dönmesinden sonra yaptığımız çağrı üzerine toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi oturumuydu. O oturuma kan bulaştı. Söylemeye insanın dili varmıyor ama Meclis’in mermerlerine kan döküldü. O oturuma kadına karşı şiddet bulaştı. O oturuma Fransızca konuşma kökünden gelen, konuşulan yer olan Parlamento’da bir milletvekilini konuşturmamayı kaba kuvvetle marifet sayanların anlayışı o güne gölge düşürdü. Gerçekten utandık. Ben yıllarca o koltukta oturup görev yaptım. Görmediğim kanı o gün gördüm, görmediğim vahşeti o gün gördüm. O günü Parlamento’ya yaşatanlardan utanıyoruz. Bu anlayışı sonuna kadar reddediyoruz. Ve o gün genel görüşme talebimizin reddedilmiş olmasını aslında kaba kuvvetle bastırılmaya çalışılmasını da ‘Oturalım, konuşalım, görüşelim, doğrusunu birlikte kararlaştıralım’ demenin çok gerisine düştüğümüzü dün Sayın Grup Başkanvekillerimizin de sunumuyla Merkez Yönetim Kurulu’nda hep birlikte müşahede ettik ve yeni bir karar verdik. Biz artık Meclis’i gelin AK Partili arkadaşlar, MHP gelmiyor gelse iyi, tekrar davet ediyoruz mutlaka bekliyoruz. Ama gelmiyor. Gelenlere şunu söylüyoruz ‘Oturalım konuşalım’. Belli ki oturup konuşmayacaklar. Numan Bey, Sayın Kurtulmuş, efendim işte ‘Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır’ demekle olmuyor Numan Bey. Şimdi Meclis’i tekrar toplantıya çağırıyoruz. AK Parti ne diyecek diye bakmıyoruz. MHP aman gelsin diye de beklemiyoruz. Biz seçildiği gün, tarafsız davranacağını hatta adaylığında sözü veren Numan Kurtulmuş‘a, ona demiştim ki, ‘Sayın Kurtulmuş İngiltere’de dar bölge seçim sisteminde meclis başkanı yeniden aday gösteriliyorsa partisi tarafından onun o kadar tarafsız olduğuna inanıyor ki diğer parti karşısına aday çıkarmıyor. Size iki yıl boyunca buyurun çoğunluğunuz var, seçileceksiniz sizi izleyeceğiz. Eğer gerçekten Anayasa’ya uygun, tarafsızca bu Meclis’i yönetirseniz karşınıza adayı çıkarmayacağız’ demiştik. Şimdi o Numan Kurtulmuş’a soruyorum, bugüne kadar bir sürü kusuru oldu, eksik oldu. Gün bugündür. Anayasa diyor ki, ‘Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır. Yürütme, yargı, yasama açısından’. O gün yaptığınız okutma kararında siz de çok direndiniz biliyoruz. Çok baskı gördünüz, biliyoruz. Yurtdışına çıktınız, Bekir Bozdağ’a bıraktınız, o suçu güya siz işlemediniz, işlettirdiniz. Farkındayız. ‘O işlem yok hükmündedir’ dedi Anayasa Mahkemesi. Karar ortada. Şimdi biz Meclis’i yeniden toplantıya çağırıyoruz. Oturalım, konuşalım, görüşelim diye değil. Gereğini yapın diye. O kararı okutacak mısınız okutmayacak mısınız göreceğiz. Bence kararı da okutmayın. Anayasa’nın ilgili maddesini okuyun. ‘Bu karar gereğince bizim yaptığımız iş yok hükmünde olduğuna göre Can Atalay milletvekilidir’ deyin, ‘özlük hakları sürmektedir, dokunulmazlığı üstündedir’ değil. Çalışmalara devam edelim gitsin. Bunu yaparsanız Saray’dan bağımsız olduğunuza, bunu yaparsanız tarafsız davrandığınıza, bunu yaparsanız Anayasa’ya bağlı olduğunuza inanacağız. Ama bunu yapmazsanız artık tarafsızlık konusunda asla konuşmamanız gerekir. Bence bir sonraki dönem yeniden adaylığı dahi düşünmemeniz gerekir. Bu vakitten sonra Meclis’te kan akarken, Meclis’te kadına karşı şiddet bile göze alınmışken Meclis İdari Amiri olacak bir meczup kürsüdeki milletin seçtiği vekilin gırtlağına yapışırken, bundan sonra Anayasacılık falan oynamayacağız. Getireceksiniz ya Anayasa’ya uyacaksınız ya da o suçlara ortak olacaksınız. Meclis’i Numan Kurtulmuş’u, Can Atalay’ın milletvekili olduğunu yeniden teyit edeceği bir oturumu yönetmek üzere toplantıya çağırıyoruz. O kararı okumak ya da okumaya dahi gerek olmadığını tutanağa kazımak üzere toplantıya çağırıyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi gelse çok iyi, bekleriz. Gelmezse gelmesin. Geçen sefer gelmedi, tarihe öyle geçtiler. Bu sefer nasıl geçeceklerini kendileri bilirler. Adalet ve Kalkınma Partisi’nde bir akıl, bir vicdan hakim olursa başımızın üstünde yeri var. Millet zaten onlara o salona gelip de çalışsınlar, gereğini yapsınlar diye görevlendirdi. Ama tarafsızlık görevi olan Meclis Başkanı’nın, tarafsız Meclis Başkanı’nın kendi inandığını mı yapacağını yoksa kendisine bugüne kadar yapılan baskılara bugün de boyun eğip eğmeyeceğini hep beraber göreceğiz. Bunun için Meclis’te diğer siyasi partilerle iletişim halinde grup başkanvekilimiz. En kısa sürede yeniden toplantıya çağıracağız ve bu işin ne duruma geldiğini göreceğiz. ‘Efendim yapacak bir şey yok’ diyenlere, 600 kişiyiz biz 600 kişi. Önce Devlet Bey çıktı, ‘Okuyun’ dedi, Katip üyemiz okudu, Hatay milletvekillerini, Can Atalay’ı yemine çağırdı Devlet Bey, en yaşlı üye sıfatıyla. Salmadılar ki gelsin. Devlet Bey de çağırmıştı. Bugün Devlet Bey’in o sözü de o çağrısı da yerdedir. Anayasa Mahkemesi kararına uymayan, hatta Anayasa’ya uymayan bir mahkeme yüzünden. Sonra komisyonlara üye seçerken oturduk hep beraber konuştuk ve Can Atalay’ı İnsan Hakları Komisyonu’na aday gösterdik, bütün partilerin üyelerini aday gösterdiğimiz gibi. Oybirliğiyle, 600 kişi Can Atalay’ı İnsan Hakları Komisyonu‘na üye seçtik. Eğer açılışta yoklama yapılmadıysa oybirliğiyle alınan tüm kararlar 600 kişiyle alınmıştır. Tüm AK Partililer de el kaldırdılar, bir tane karşı oy yoktu, bir tane. Şimdi birileri diyor ki, ‘Sizin yemine çağırdığınız, Komisyon’a görevlendirdiğiniz arkadaşınızı bir alt mahkeme sizi de hiçe saydığı için Anayasa’yı da hiçe saydığı için biz de ona yüz verdiğimiz için siz de buna uyun’. Gücünün farkında mı Meclis? Biz 400 kişi bir araya gelsek referanduma ihtiyaç olmadan mahkemeler kurar, mahkemeler kapatır, ne istiyorsak onu yaparız. Bu milletin lehine ne oluyorsa onu yaparız. Anayasa’yı değiştirecek güç 400’dür, 600 kişinin kararı ortada. Can Atalay’ı 600 kişi ‘bırak’ diyor, bırakmıyorlar. Bir kişiyi bıraktırmamayı bırakın, 360 kişi bir araya gelince bütün hapishaneleri boşaltacak af çıkarmaya yetkisi var Meclis’in. Bu kadar güçlü olan bir Meclis’i, bu kadar aciz duruma düşüren bir anlayışı milletimize şikâyet ediyoruz. 360 milletvekili tüm mahkûmları affedecek yetkiye sahipken 600 milletvekilinin seçtiği bir kişiyi Meclis’e yollamayan bir anlayışa asla teslim olmayacağız. Onu buradan bir kez daha ifade etmek isterim.”
“‘BEN BUNA İZİN VERMEM’ DİYEN BİRİSİNİN VİCDANINDA DEĞİL, KİNİNDE MAHKÛM OLDUKLARI İÇİN HALEN DAHA İÇERİDE TUTULUYORLAR”
“Can Atalay’ın durumunu konuşunca Gezi’deki diğer tutukluların sanki haklı yatıyor da Can Atalay milletvekili olduğu için çıkması gerekiyor gibi bir yanlış anlayışın da önüne geçmek lazım. Gezi’deki arkadaşlar her birisi ikişer kez kanun önünde Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri tarafından suçsuz bulunup beraat ettirilmiş, ‘Ben buna izin vermem’ diyen birisinin vicdanında değil, kininde mahkûm oldukları için halen daha içeride tutulmaktadırlar. Bunu da bir kez daha hatırlatmak isterim.”
“ÇİFTÇİNİN SABREDECEK GÜCÜ, TAKATİ KALMAMIŞTIR”
“Önümüzdeki günlerde Gaziantep’te bir fıstık mitingi yapılacak. Fıstık üreticisinin içinde bulunduğu bu zor duruma dile getirmek, onların sesini duyurmak ve bütün Türkiye’ye duyurmak için biz de Gaziantep’te olacağız. Daha önce çay mitingi için Rize’deydik, buğday mitingi için Tekirdağ’daydık, Hayrabolu’daydık. Yine fındık mitingi için Giresun’daydık. Bu sefer de fıstık üreticisinin sorunları için Gaziantep’te olacağız. Her olmadık vesveseden beka sorunu üretenlerin Türkiye’nin gıda enflasyonu en yüksek ülkeler içinde olmasına, tarım alanlarının azalmasına, çiftçi sayımızın düşüyor olmasına ve çiftçiye sahip çıkacak olan bankaların bir takım yandaşlara kredi yetiştirmekten çiftçiyi yüzüstü bıraktığı gerçeğine bir kez daha davet ediyoruz. Bu ülkede her dört çiftçiden üçü ‘Gelecek sene imkânım olursa bu işi yapmam’ demektedir. Türkiye’de çiftçilerin yaş ortalaması 56’dır, 30‘larda olması gerekmektedir. Genç çiftçiler her birisi asgari ücrete razı iş aramaktadırlar ve Cumhuriyet Halk Partili belediyeler olarak üreticilerimize destek verebilmek için tüm imkânlarımızı kullanıyoruz. Tohum, gübre, mazot destekleri veriyoruz. Ortak iş makinesi parkları oluşturuyoruz. Sebze-meyve fidesi yardımlarında bulunuyoruz. Dalda kalan narenciyeyi, tarlada kalan ürünleri satın alıyoruz, ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyoruz. Hükümetin çözmesi gereken sorunlarla ilgili de Türkiye’nin görmesi ve duyması için mitingler düzenliyoruz. Tabii ki burada sadece Cumhuriyet Halk Partisi’nin seslerini duymak ve duyurmak için düzenlediği mitingler değil bence çok daha kıymetlisi olan Burdur’da, Balıkesir’de, Bursa’da, Kahramanmaraş’ta ortaya çıkan çiftçilerin kendiliklerinden bir çağrı almaksızın, bir önder olmaksızın isyanlarını sokaklara, yollara döktükleri, ürünlerini yollara döktükleri, isyan ettikleri protestoları son derece önemsiyoruz. Bu sesin duyulması gerekmektedir, bıçak kemiğe dayanmıştır. Bundan sonra daha fazla dayanacak, daha fazla çiftçinin sabredecek gücü, takati kalmamıştır.”
“BU YAPTIĞINIZ İŞE BİZİM KÖYDE, ‘BU VAKİTTE İNSANI YILAN SOKMAZ’ DERLER”
“Pek çok meslek grubundan, pek çok mağdurdan bahsetmişken iki meslek grubunun isyanına ve bir büyük talebe de söz vererek, dillendirerek sözlerime son vermek isterim. Bunlardan bir tanesi kendi meslektaşlarım. Eczacılar yıllardır büyük zorluklar yaşıyor. Yaşatabilmek için yaşamaları lazım. Bunu görmezden geliyorlar. Bugün Türkiye’de Euro kuru 37 lira iken, yani bütün masrafları, ödemeleri 37 liradan hesaplanırken, 17 liradan hesaplanan gelirleri ile mücadele etmek zorundalar. Ve hepsi halk sağlığına katkı için böyle nefeslerinin sonuna kadar dayanmaya ve direnmeye çalışırken şimdi de Hazine ve Maliye Bakanlığı entegrasyonu yapılmayan cihazlar yüzünden ve yazın ortasında fiş denetimleri yaparak ağır cezalar kesiyor. Hiçbir eczacı meslektaşım vergi denetiminden kaçmaz, Türkiye’nin en iyi vergi ödeyen meslek grubu eczacılardır. Ama elektronik cihazların birbiriyle konuşacağı entegrasyonu koca koca dijital firmalar yapmamışlar, gelip o entegrasyon eksikliğinden eczacılara katlanamayacakları vergi cezaları kesiyorlar. Bu adalet değil, bu hak değil. Altı aylık bir süre istiyor firmalar bu süreyi tanımıyorlar ve bu seslerinin duyulmasını, yoksa artık dayanamayacaklarını söylüyorlar. Benim köyümde bir söz var. Mehmet Şimşek’e şunu söyleyeyim: Eczacılar bu kadar borçtayken, her iki eczaneden birisi iflasın eşiğindeyken, her üç eczacıdan ikisinin ödemekte güçlük çektiği kredi borçları varken bu yaptığınız işe bizim köyde, ‘Bu vakitte insanı yılan sokmaz’ derler. Bakın bu vakitte insanı yılan sokmaz. Olmadık bir zamanda, olmadık bir iş yapıyorsanız bunun tam tanımı budur. Yapmayın bunu, bu işten geri dönün.”
“ONLARIN BU TALEPLERİNİ DİLE GETİRMEK BİZİM BOYNUMUZUN BORCUDUR”
“Ve bu işin bir başka sorunu da bu sürecin enflasyon muhasebesine muhatap olan başta KOBİ’ler olmak üzere ülkemizdeki öz kaynağı zayıf şirketler çok zor durumdalar. Enflasyon muhasebesi sözüne bakınca herkesin desteklediği, özlediği, beklediği bir işti. Herkes sandı ki enflasyondan kaynaklanan vergi yükü vatandaşın sırtından alınacak. Tam bir Mehmet Şimşek patenti, enflasyon muhasebesi öyle olmadı. Enflasyon muhasebesi şu şekilde oldu, elinde bulunan bütün varlıkların, bütün aletlerin, bütün cihazların, bütün stokların enflasyona göre güncellemesini yapıp onun üstünden vergi almak. Bu vakitte insanı yılan sokmaz Mehmet Bey, bırakın bu işleri. Enflasyon muhasebesi uygulaması yılda bire indirgenmesi şarttır, matrah etkisi kaldırılmalıdır ve bir kez daha bu iş ertelenip konunun paydaşları çağrılarak, Türkiye Odalar Borsalar Birliği, meslek örgütleri, meslek kuruluşları bu işin üzerinde aklıselim bir mutabakata varılmalıdır. Ayrıca bu iş Türkiye’deki 100 bin mali müşavir açısından da bir zulüm olmaktan, çocuklarıyla, çalışanlarıyla birlikte gece gündüz işyerlerinde yatıp iş yetiştiremeyecek, akıl sağlıklarını yitirme noktasına getirilen bu zulümden de bir an önce dönülmelidir. Bu iki meslek grubu ‘Yazın ortasında sesimizi kimse duymuyor, ayrıca enflasyon muhasebesi ile de büyük bir yanlış yapılıyor’ dediler. Onların bu taleplerini dile getirmek bizim boynumuzun borcudur. “ÇAY MALİYETİNİN 19 LİRA OLDUĞUNU AKRABALARINA SORSAN SÖYLÜYORLAR” “Son sözüm Sayın Erdoğan’a 660 milyar yandaşların borcunu silmeye para bulup ‘Emekliye 33 milyar verdim’ yeter diyen Erdoğan’a söylüyoruz. 100 milyarla bütün emekliler asgari ücret alabilirdi, bir o kadar parayla asgari ücrete enflasyon zammı yapılabilirdi. Rize‘de kendi memleketinde 17 lira çay fiyatı açıkladın, maliyetin 19 lira olduğunu akrabalarına sorsan söylüyorlar. Bugün bir kilo çaya iki tane ekmek alınamıyor. Geçen sene 8,25 lira olan buğdaya 9,25 lira fiyat vererek buğday üreticisini perişan ettiniz. 1 kilo buğdayla dışarıda bir bardak çay içilmiyor. Burdur’da fasulye tarlasına girdim, 8 lira. Burdur pazarında fasulye 80 lira. Üreten, perişan, tüketim perişan. Bu aradaki 72 lira vebali boynuna. O fasulye İstanbul’da 100 lira, Muğla’da 120 lira.”
“YAPAMIYORSAN BIRAK, BİZ YAPARIZ”
“Bunların tamamına çare bulmanın imkânı da var, kaynağı da var. Ama kimden yana olduğuna karar vermen lazım. 43-45 tane zengin müteahhitten yana mı olacaksın, milyonlarca emekçiden, emekliden, çiftçiden yana mı olacaksın? Parayı çay üreticisine, fındık üreticisine, fasulye üreticisine, fıstık üreticisine, buğday üreticisine mi bulacaksın, yoksa fıstık gibi kazanıp yan gelip yatanların vergi borçlarını sileceksin? Bu şartlar altında geçim olmuyor. Daha önce de söyledik tekrar ediyoruz. Geçim olmazsa seçim olur. Biz 31 Mart‘ta, bu salondaki arkadaşlar pek çoğu iki kişiden birinin oyunu aldılar. Üstüne çıkan oldu, biraz altında kalın oldu. Bu millet bize ne görev verdiyse biz o işi yapıyoruz. Namuslu çalışıyoruz, şeffaf yönetiyoruz, israfı bitiriyoruz, sosyal belediyecilikle ihtiyaç sahibine yetişebildiğimiz yerde sahip çıkıyoruz. Bizden millet razı olmasaydı bir önceki sefer seçilirlerse beka sorunu olur diyen Mansur Yavaş’ı, Ekrem İmamoğlu‘nu rekor oyla bir daha seçmezlerdi. Antalya’yı tarihinde ikinci kez ‘Bir kez daha siz yönetin’ demezlerdi. Adana’da, Mersin’de, Türkiye rekorları kırdırmazlardı. Demek ki biz milletin bize verdiği görevi doğru anladık, gereğini yaptık milletten takdir gördük. Demek ki sen milletin verdiği vazifeyi yapmadın ki, ikinci parti oldun, orada kaldın, erimeye devam ediyorsun. Buradan çağrımız ya verilen görevi yap, fiyatları düşür, enflasyonu durdur, işsizliği bitir, atamaları yap, ya da bu işi yapabilecekleri bırak. Biz yapılacak bir seçimi 31 Mart‘ta kazandığımız başarıyı gerekçelendirerek değil o günden bugüne bu milleti yoksullaştırdığın için yalnızlaştırdığın için perişan ettiğin için milletin yükselen sesini duyuyoruz. Yapamıyorsan bırak, biz yaparız. En iyi kadrolar ve en doğru kaynak yönetimini yapacak bilinç Cumhuriyet Halk Partisi’ndedir. Biz halkın partisiyiz, milletin partisiyiz. Zenginlerin, çetelerin, şımarıkların değil, mağdurların ve mazlumların hizmetine talibiz. Seçim olmuyor, ne kadar direnirsen diren eninde sonunda geçim olmadığı için seçim olacak. O seçimde de bu milletin iktidarı kurulacak. Hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum.”