Bu yıl İstanbul’da on binlerce insan bahar renklerinden ve de coşkusundan giyinerek Taksim’e aktı. 23. LGBTİ Onur Haftası kapsamında yapılması planlanan 13. Onur Yürüyüşü içindi bu kez on binlerin Taksim’e akmasının nedeni. Geçen yılın teması “temas” bu yılınki ise “normal”di.

LGBTİ Onur Haftası Komitesi; “Tema olarak toplumun belirlediği cinsiyet rollerini benimsemekte yetersiz veya beceriksiz olduğumuzdan seçmedik, aksine Normalin arandığı, beklendiği her yer, dayatılana, olması gerekene uymayan her kadın ve erkek için inkârın, ayrımcılığın ve şiddetin mekânına dönüşebildiğini bildiğimizden yanlış veya yalnız olmadığımız vurgulamak için seçtik” diyerek bir hafta boyunca çeşitli tartışmalar yürüttü.

Haftanın finali de her yıl olduğu gibi Onur Yürüyüşü olacaktı. Bu yürüyüş için yüzlerce/binlerce insan her yıl başka başka illerden İstanbul’a gelirler. 365 günün içinde kendileri için bir gün yapmak için. Kendilerini görmeyen, yok sayan erkek egemen/militer sisteme, devlete, topluma, ailelerine karşı bir gün de olsa özgürce sokaklarda yürümek, haykırmak ve özgürlük talep etmek için… Dün de böylesi bir gündü. Bütün randevular Taksim içindi. Günün sabahından itibaren İstanbul’un hemen hemen bütün sokaklarından rengârenk, heyecanlı, coşkulu, güleç, mutlu insanlar yollara koyuldular.

Her 1 Mayıs ve de Newroz’da Metrobüse koştuğumda karşılaştığım insanların yüzündeki heyecan ve de güzellikten tanımasam bile kimlerin alanlar için yollara döküldüğünü görürüm. Dün de yol boyu Onur Yürüyüşü için aradı gözlerim ve hiç yanılmadım, ana arteller, metrobüsler, metro ve de vapurlar Gökkuşağının güzel insanlarını taşıyordu. Taksim meydanına vardığımda polisin yoğun ablukasına anlam veremedim, hemen daha meydanda karşılaştığım arkadaşlarım da aynı durumdaydı. Yıllardır İstanbul’da bu yürüyüş yapılır ve de başka yürüyüşler için var olan engeller bile Onur Yürüyüşünde kalkar. Hepimiz bu şekilde vardık Taksim’e. İstiklal Caddesi, Beyoğlu’nun sokakları yürüyüş için gelen on binlerce heyecanlı ve de güzel insan ile doluydu.

Yürüyüş başlangıç saati 17.00 idi, birlikte yürüyeceğimiz arkadaşlar ile meydana yürümek için çıktığımızda sokak başlarında duran polislerin “girmek yasak” müdahaleleri ilk anda şaka gibi geldi, ancak biraz daha ısrar edince bunun hiç de şaka gibi durmadığını gördük. Mis Sokağın başına vardığımızda orada çevik polislerin daha bir yığınak yaptıklarını gördük. Başka bir şey var. Hiç birimizin öngörmediği bir durumdu. Ancak gene de genel kanı birazdan çekilecekleri yönünde iken panzer ile saldırı başladı. Bir anda tazyikli su ve de gaz ile polis saldırınca başka bir gün olduğunu gördük. Genel anlamda gözlerde bir şaşkınlık vardı. Polisin müdahalesine karşılık verme olsa da genel olarak bir şaşkınlık hali vardı. Panzerden tazyikli suyun bir göstericiyi adeta sokağın betonuna çarpması ile bir anda Mis Sokak bağırmalar, haykırmalar, panzere müdahaleler ile polis geri çekildi.

Bu şekilde Taksim’de devlet/akp/polis aklı bir kez daha tam gaz mesaisine başladı. Sokaklar içinde koşuşturma zaman zaman Mis Sokak içinde karşı tepkiler ile çatışmaya dönüşse de, genel olarak kitle böylesi bir müdahale beklemediği için ne yapacağını da bilemiyordu. Bir şaşkınlık hali devam ediyorduk. Birlikte ortak bir akıl geliştirmek için bir çaba olsa da bu çaba örgütlü bir duruşa dönüşmedi. Polis saldırısı sonucu yaralananlar, gözaltına alınanlar ile gün devam etti. Akşamın gelmesi ile kitle içinde dağınıklık devam etti. Bu süreci kontrol etme/bir koordinasyon geliştirme konusunda bir irade açığa çıkmadı.

Polis saldırıları karşısında ortak bir duruş geliştirilemezken, zaman zaman kitle içinde oldukça ırkçı ve de militer söylemler de baş gösterdi. Mis Sokak içinde polis ile çatışan Kürt lgbti örgüt ve de bireylerinin ve de muhtemelen Tarlabaşı’nda gelerek eyleme katılan Kürt çocuklarının polise müdahalesi karşısında “polis bunları temizlesin” gibi cümleler duymak da polis saldırısı kadar ürpertici geldi. Diğer yandan kimi LGBTİ bireylerinin kendi bedenleri/uzuvları üzerinde sergiledikleri yaklaşımlarını anlamak da son derece güç. Korkunç bir inkâr ve de şiddetin devam ettiği bir ülkede/sokaklarda üzerinde bu şiddeti kaldırman için daha geniş kesimler ile anlaşılır, seni güçlendiren yaklaşımlar sergilemen gerekirken çirkin, bireysel şovlar peşinde olmak ahlakçı devleti beslemekten başka bir şeye yaramayacaktır. LGBTİ bireyi olmakla âdete ben ne yaparsam haklıyım/yeridir, kimse bana bir şey diyemez yaklaşımı içinde olan bireyler var. Bu durum da LGBTİ örgüt/hareketine ciddi şekilde zarar vermektedir. LGBTİ örgütleri böylesi durumlara/bireylere karşı kendi yaklaşımlarını açığa çıkarmalı ve bu inanlara ne yaptıklarını, bunun neye dokunduğunu anlatmaları ve gerekirse de bütün ilişkilerini kesmelidirler.

Bütün bunlar olurken polisin müdahalesi ciddi bir nefrete dönüştü. Her şekilde sözlü müdahaleler tacizler devam ediyordu. Bir şekilde ortak/kolektif bir yaklaşım ile o şaşkınlıktan çıkıp birlikte bir şeyler yapmak mümkün olabilirdi. Ancak bu olmadığı için gece yarısında bile polisler bu kez de mekânlara saldırarak müdahaleye devam ettiler. Şunu çok iyi biliyoruz, bu devlet/akp/polis yanı başında hemen her gün korkunç katliamlar gerçekleştiren İŞİD ile duygusal ve de politik bir ortaklık kuruyor. Bunu görmek, bunu unutmadan hayatlarımızdan, politik taleplerimizden doğru daha güçlü birliktelikler kurmak zorundayız.

Devlet bir kez daha kendisi gibi düşünmeyen, giyinmeyen, yürümeyen için bildiğini okudu. Topluma da “ramazan ayında böyle rezilliklere izin veremezdik” söylemi ile kendilerini anlatmaya çalışırken bile yalan konuşuyorlardı, zira kendi seçim broşürlerinde “Ramazan’da onur yürüyüşü yapılan bir Türkiye” diye de propaganda yapıyorlardı. Bunun en iyi cevabını da gene LGBTİ örgüt ve de bireyleri de verdi; “katliam, şiddet ahlaksa biz ahlaksızız”. Dün yaşananlardan sonra birçok şeyi yeninden düşünmek, konuşmak, tartışmak ve de yeni durumlar edinmek gerekiyor. Bu ülkede özgürce yaşamak için daha çok direnmek ve de mücadele etmek gerekiyor.