Önce şimdilerde el ele meydanları birlikte dolaşan MHP lideri Bahçeli’nin geçmişte Erdoğan’a yönelik sarf ettiği incilerden birkaç örnek verelim; “Erdoğan’ın model olacağım derken maskara olmasından dolayı Türkiye kaybetmiştir. Gaza gelip, fren tutmayıp kendisini dünya lideri koymak isterken, Türkiye gözden ve çaptan düşmüştür. Kaybeden İslam’dır, Türk milletidir. Millilik namına ne varsa mahvetti. Milliliğe karşı haçlı ittifakının safına girmiştir. Erdoğan’ın milliliği, pazara kadar, yani seçimden seçimedir… Türkiye’nin her yanı dökülüyor. Milletin her değerine sövülüyor. Bu kadar sorun varken, Ankara’da 1 milyar 370 milyon liraya saray dikmenin ne anlamı var... Erdoğan, Cumhurbaşkanlığından fiilen inmiştir. Çünkü Erdoğan, bu makama uygun değildir. Mizaç ve meşrebi buna uygun değildir. Sen Cumhurbaşkanısın, sen devletin başısın. Ne geziniyorsun meydanlarda?.. Kendisine Cumhurbaşkanı diyen Erdoğan, be hey densiz, be hey kanun tanımaz, ahlak bilmez…” (Kaynak: Anadolu Ajansı)

Tanzim kuyruklarına “varlık kuyruğu”, ekonomideki daralma ve küçülmeye ise “eksi büyüme” adını takan bir zihniyet ile karşı karşıyayız ve hasbelkader aynı gökyüzünün altında aynı atmosferde aynı oksijeni soluyoruz. MHP adayı Hüseyin Sözlü “Cumhurbaşkanı tek adam olabilir, krallıkla yönetilen başarılı demokrasiler var” diyerek baklayı ağzından çıkarmış oldu. Öte yandan Ak Parti ile MHP’den oluşan Cumhur İttifakı İstanbul’u da kaybedecek olursa, bu neticede en büyük pay Süleyman Soylu’ya ait olacak. Zira kendisi o kadar kışkırtıcı, kin, nefret ve öfke dolu açıklamalar yapıyor ki, normalde sandığa gitmeyecek veya gitse bile kendi partisine oy verecek olan HDP seçmenleri bile, sırf inadına gidip Millet İttifakı adayı olan İmamoğlu lehinde oy kullanacak. İstanbul’da %13’e yakın HDP oyu olduğunu unutan veya Reis’in halefi olmak gibi bambaşka hayallerin peşinde koşarken fazlasıyla kafası karışık duran Soylu, bir İçişleri Bakanına değil, bir kahvehane ağasına yakışan bir üslup takındı, takınıyor. Nitekim Ak Partinin kendi tarihindeki bu tür ayrıştırmacı ve dışlayıcı tutumları, HDP’nin ülke çapındaki oyunu 2 milyondan 6 milyonun üzerine kadar taşımıştı...

Yeni Zelanda katliamcısı Brenton Tarrant, “Konstantinopolis’e gelecek ve bütün camiler ve minareleri yıkacağız. Ayasofya’yı minarelerden kurtaracağız. İstanbul bir kez daha Hristiyan toprağı olacak” derken, “Taksim Meydanına değişik yollardan (ana cadde dışındaki tali yollar ve sokakları kastediyor) girmek suretiyle işgal hareketi içine girdiler” tespitinde bulunan, Papa Francis bile camii katliamı kurbanlarına dua ederken, herkesin silmeye çalıştığı (milyonlarca kopyası Facebook tarafından da kaldırılan) katliam videosunu miting meydanında canlı yayında on binlerce insana seyrettirmek suretiyle ölen dindaşlarımızı siyasete alet etmekten bir an olsun bile çekinmeyen (ve hatta bu durumu nimetten sayan) Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 8 Mart İstanbul kadın yürüyüşüne tepki gösteren küçük oğlu Bilal Erdoğan’ın yorumu şu oldu; “Ezan, bizim için Roma’nın, New York’un, Pekin’in, Tokyo’nun, Moskova’nın, Berlin’in, Paris’in ve yarım kalan hesabımız olan Viyana’nın fethine niyet tazelemektir”. Al birini vur ötekine... Haç ve hilal savaşının kıvılcımları ite kaka tutuşturulmaya çalışılıyor.

Kendisinin nam salan güçlü iradesiyle aşağılık bir katliamın görüntülerini sansürsüz olarak miting meydanlarında insanlara izlettirmesi Bloomberg yoluyla uluslararası basına haber olarak apayrı bir dehşet ve şaşkınlık yaratan Erdoğan, Yeni Zelanda katliamı konusunda “Dedeleriniz geldi, kimi ayakları üzerinde, kimi tabutla geri döndü. Eğer yine aynı niyetle gelecek olursanız...” şeklinde kışkırtıcı ve tümüyle iç kamuoyuna yönelik beyanlarda bulunurken, katliam eyleminin yapılmış olduğu ülke olan Yeni Zelanda’nın Başbakanı Jacinde Ardern hiçbir şekilde bu tür bir yöntem benimsemedi. Aksine başını da örtmek suretiyle kurbanların ailelerini taziyeye gitti ve Müslüman toplumuna “güvenliğinizden sorumluyum” mesajını verdi. Emniyet müdürü çıkıp açıklama yaparken sözlerine salat-ü selam ile başladı. Üstelik devlet üstüne basa basa “burada bizimle yaşayan Müslümanlar bizdendir, katliamcı ise bizden biri değildir” şeklinde açıklama yaptı. Ayrıca Erdoğan gibi ölüm listesinde ismi yer alan Merkel de aşırı sağcı bir delinin bu eylemini kalkıp iç kamuoyu şovlarına dönüştürmedi. Bunu yapmayı bilmediklerinden değil, bunu tercih etmeyi siyasi ahlaka uygun bulmadılar... Çağdaş dünyada, insanın ve insan yaşamının bir önemi var ve asla basit bireysel hırslara yem edilmiyor... İşte fark burada düğümleniyor...