Yargı ve medya kurumlarında, kamuda, bakanlıklarda, sağlık ve sermaye alanında Fethullah Gülen örgütü soruşturması kapsamında görevden alma, uzaklaştırma operasyonları hızla devam ediyor. 

Öyle görünüyor ki iktidar, örgüt üyelerini temizleme gerekçesiyle kurumları yeniden dizayn edecek. Kamuda şimdiye kadar 66 bin kişi görevinden uzaklaştırıldı. Bu insanların bahsi geçen “örgütle” ilişkisi hukukî olarak kanıtlanmış değil. Görevden uzaklaştırmaların neye göre yapıldığı meçhul. 

Üniversitelerde ise el koymaların ardından bildiriye imza attıkları için öğretim görevlilerinin işine son veriliyor. Tabiri caizse kurunun yanında yaş da yanıyor. Onca insan işsiz kalıyor.  

Akademisyeninden gazetecisine, yazarından şâirine değin gözaltı operasyonlarında darbeci olacağı hiçbir şekilde düşünülemeyecek isimler göze çarpıyor: Hilmi Yavuz gibi bir şâirin, Bülent Mumay, Orhan Kemal Cengiz gibi gazetecilerin gözaltına alınması abesle iştigal. Yavuz’un salt Zaman gazetesinde edebiyat yazarlığı yapmış olması nasıl gerekçe gösterilebilir darbeciliğe? Mumay’ın neden gözaltına alındığı dahi bilinmiyor. 

Zaman gazetesinin yazarlarından Şahin Alpay, Ali Bulaç gibi isimlere ters kelepçe vurulması, siyasî geçmişi bir yana Nazlı Ilıcak’ın gözaltına alınması en azından demokrasilerde olmayacak görüntülerden.

Olağanüstü hâl kararnamesiyle çok sayıda yerel ve ulusal gazete, dergi, televizyon kanalı, ajans, yayınevi ve haber sitesi kapatıldı. Kayyum yönetimindeki Zaman ve bir dönem Ergenekon davalarında ön plana çıkmış olan Taraf gazeteleri de kapatılanlar arasında. Bu gazetelerin zamanında sergiledikleri yayıncılığı basın ve demokrasi tarihi açısından inceleme konusu yapalım ama kapatılmaları ayrı bir konu.

Tüm bunlar bir darbe girişiminden sonra yaşananların bir bölümü. Devletin elbette darbelerin önlenmesi noktasında tedbir alması meşrudur. Ancak işin zorluğu o tedbirlerin demokrasi ve hukuktan ödün verilmeden alınmasında. Herkes aynı kefeye konulursa veyahut insan haklarına aykırı bir yol izlenirse niçin mücadele edildiğini hatırlamak kaçınılmaz olur.

Demokrasi konusundaki kaygılar hiç de yersiz değil! Çıkarılan kanun hükmünde kararnameler ile yargı ve medya alanındaki değişiklikler de pek iç açıcı görünmüyor doğrusu. Hâkim kararı olmaksızın savcının avukatlara ait belgeler el koyma yetkisiyle savunmanın hakları gasp edilirken, polise şüphelilerin belgelerini inceleyebilme yetkisi getiriliyor.    

Gazete, televizyon ve yayınevleri “Millî güvenliğe tehdit oluşturduğu” gerekçesiyle bakanlık tarafından kapatılabilecek. Neye göre “millî güvenlik tehdidi” oluşturduğu nasıl tespit edilecek, belli değil, tıpkı neyin devlet sırrı sayılıp sayılamayacağı gibi. Geçmişte pekâlâ “milli güvenliğe tehdit” ve “devlet sırrı” gerekçeleriyle basın çok fazla darbe almıştı. 15 Temmuz akşamı darbe girişiminin önlenmesinde “özgür basın”ın rolüne vurgu yapılırken şimdi basın özgürlüğü tehdit altında.

Yalnız iki alanda değil ki sıkıntılı durumlar. Ermeni bir doktorun tüp bebek merkezine el konuluyor bir yandan da. Hastaların mahrem dosyaları tehlike altına giriyor.  

Ezcümle toplu gözaltılarla, görevden uzaklaştırmalarla; yine toplu hâlde gazeteleri, televizyonları, yayınevlerini kapatmakla; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni askıya almakla “devlet tarafından imtiyaz tanınan ya da göz yumulan devlet içindeki yapılanmalar” ile veya darbelerle mücadele edemezsiniz. 

Güneş balçıkla sıvanmaz!

Darbelerle mücadelenin yöntemi darbe dönemlerindeki sıkıyönetimleri andıran olağanüstü hâller değil, tam demokrasidir. Demokrasinin en önemli unsurlarından biri ise temel hak ve özgürlüklerdir, insan haklarıdır. 

Eğer derdimiz hem darbelere hem de sivil yönetimlerde antidemokratik uygulamalara karşı demokrasi ise, ilkelerden ödün vermemek daha da önemli hâle geliyor: darbeye ‘ama’sızkarşı çıkmak, ‘ama’sız bir şekilde demokrasinin ipine sarılmak… Bu medya özgürlüğü için de geçerli insan hakları için de. 

Dün de demokrasi yolunda kayda değer bir ilerleme yoktu, darbenin önlenmiş olması demokrasi için çok büyük bir önem taşımakla birlikte, bugün de en azından biliniyor ki, demokrasinin gelişmesi için çok çaba gerekiyor. Birbirimizle ve toplumla olan ilişkide saygı, hoşgörü, nezaket, empati gibi tutum ve davranışlardan tutun da küçük bir tebessüme kadar.