O kadar farklı sesler, tepkiler var ki insan nereden başlayacağını bilemiyor. Biz yine en başından başlayalım. Bir kere herkesin “yeni” dediği yeni değil. 99 bilemediniz 2002’den beri Öcalan aynı şeyleri söylüyor. 99 savunmaları daha Türki-Kürdi bir perspektifti ama 2002/2003 ile beraber bu durum da Öcalan ideolojisinde tali olarak kaldı (konfederalizm ilanı 2005’te yapıldı). Yani dün söylediğini en asgarisinden 10 yıldır söylüyor ama ahalimiz yeni duydu. İlginç olan yeni duymayanlar da yeni duymuş izlenimi verdi.

Peki ne diyor Öcalan? Efendim ciltlerce kitap yazdı bu tezlerini anlatan. Her avukat görüşmesinde (görüşebildiğinde) dile getirdi. Ama belli ki pek kimse okumamış. Devlet kitapları çıktığı gün toplattı zaten. Haliyle ulaşabilenler illegal Kürtler oldu. Onlar da kitapları illegal yolla elde etmenin heyecanıyla alıp raflarına koydular. Sonuçta ukalaca bulunacak ama belirtmek gerekir ki Kürt Meselesi, Öcalan, PKK ile ilgili tam bir cehaletle karşı karşıyayız.

E madem fikirler serbest olacak o halde şimdi Öcalan’ın tezlerini dile getirdiği beş ciltlik şu seriye göz atmak lazım (I-Uygarlık, II-Kapitalist Uygarlık, III-Özgürlük Sosyolojisi, IV-Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü, V-Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü).

Okumaya çok üşeniyorsak en azından “çözüm” ile ilgili 2009’da yazdığı ve devletin el koyduğu ancak 2011’de ulaşabildiğimiz 55 sayfalık “yol haritası”na bakabilmeliyiz:

( http://www.myupload.dk/showfile/10470490dcb2.pdf ).

Her neyse “yeni” denilen bu 10 yıllık tezler nedir peki. Öcalan, dünyada var olan kapitalist sisteme (kapitalist modernite) karşı yeni bir moderniteden bahsediyor (demokratik modernite). Ve bunu Ortadoğu çıkışlı olarak ele alıyor. En azından biz Ortadoğu’da yaşayanlar için yeni bir paradigma öneriyor. Yeni olan Ortadoğu’nun yanına Ortaasya’yı (yanına Çanakkale vd. sözleri eklenebilir) eklemiş olmasıdır ki bu da aslında Orta Anadolu’ya yönelik hitabı/mesajıdır. Tezinde değişen bir şey yoktur. Öcalan, özetin özetiyle çoklu toplulukların/halkların kendi renkleriyle özgürce biraradalığından bahseder. Var olan sınırları “sanal sınırlar” olarak tanımlamaktadır. Bu sınırların işlevsizleştiği yeni bir ülke (Ortadoğu Konfederasyonu) ve ulus’tan (demokratik ulus) bahsetmektedir.

Dolayısıyla dünden beri tüm haber kanallarında ve basında yer alan yorumların çok ötesindedir söyledikleri.

Cengiz Çandar ( bkz. http://www.radikal.com.tr/ ) ve belki başka birkaç kişi hariç yorumlar komedi tarzındadır.

Öcalan izliyorsa ya kahkahayla gülüyor ya da sinirden saçını başını yoluyordur. Veya o hep söylediği “beni anlamıyorlar” cümlesini tekrarlıyordur. Hakikaten anlaşılamıyor ama. Ne yerenler anlamış gibi görünüyor ne de övenler. Söylediği tartışılsa amenna. Ama yok, herkes kendi anlamak istediğini, bulmak istediğini cımbızlıyor mektuptan.

“Biji Türkiye” dedi diyen mi ararsın, ülke elden gidiyor diye bayrak mitingleri yapmaya karar veren mi.

Yorumlar “Türkiye içi çözüm mü?”, “Kürtlere ne düştü?”, “Öyleyse bayrak niye yok?”, özetle “hangi devlet, ulus ve bayraktan bahsetti?” tarzındadır.

Oysa Öcalan devletten değil şu anki sınırların esnekleşeceği ve belki zamanla yok olacağı büyük bir çatı ülkesinden; ulustan değil şu anki ulusların ve tüm kimliklerin kendini içinde özgürce ifade ettiği üst bir ulus yapısından; bayraktan değil herkesin kendi rengini ifade edebileceği bayraklardan bahsetmektedir. Yani efendim teklik değil çokluk, ayrılık değil biraradalık diyor Öcalan.

Evet bu yeni bir paradigmadır ve haliyle her yeni paradigma gibi anlaşılması, kabul görmesi zaman alıyor, alacak. İdeolojik bazda bu “sol” mudur, “İslam” mıdır, “liberalizm” midir tartışması da yapılmaktadır. Hiçbiri değildir ya da tersinden hepsinin sentezidir.

Öcalan, dinlerin çıkış itibariyle yaptığı “eşitlik” çağrısına önem atfetmektedir. Soldur ama Marksist değildir. Öcalan sınıfa değil sınıflara inanmaktadır. Hatta çoğu kişinin duyunca şaşıracağı “ilk sömürülen sınıf kadındır” demekte ve özgürlük mücadelesine ilkin ilk sömürülen sınıftan, kadından başlamaktadır.

Kısacası ezilen işçi sınıfı değil tüm ezilen sınıfların çokluk mücadele birliğine inanmaktadır. Liberalizm konusunda evet benzerlikler vardır. Bahsettiği konfederasyonu devletler bazında AB’ye benzetmektedir ama topluluklar bazında bahsettiği öz örgütlülükler anarşizan örgütlenmelere benzemektedir. Aşağıdan örgütlülüğün olduğu doğrudan demokrasiyi savunmaktadır.

Ekonomik anlamda asıl sorunu sermaye-birikiminde ve bu birikimle sınırsız büyüyen tekelleşmede görmektedir. Doğayla barışık, emekçinin toprakla buluşacağı bir üretimden yanadır. Ekoloji vurgusu paradigmasının önemli bir ayağıdır. Daha uzatılabilir ama bu birkaç cümle bile “Öcalan ne diyor?” hakkında az da olsa fikir verebilir. Daha fazla bilgi için okuyalım efendim.

Peki herkesin merak ettiği ve bulmak istediği kime ne düşer? Kimden ne gider?

Öcalan bu tarz sorulara gülerek “hepimiz özgürleşeceğiz” dedi ama biz dediklerinden hareketle açalım bu soruları. Kürtler’e ne düşer konusunda bahsettiği büyük konfederasyon içinde Kürtler için ayrı özel bir örgütlülükten de bahsetmekte ve yıllardır mücadelesini vermektedir Öcalan. Daha 10 yıl önce Irak Kürdistan’ında PÇDK, Suriye Kürdistan’ında PYD, İran Kürdistan’ında PJAK’ın kurulmasını ve Türkiye Kürdistan’ının PKK’si ile KCK adı altında birlikte hareket etmelerini sağladı. Büyük çatı Konfederasyonu içinde özel bir Kürt Konfederasyonunu da hedeflemektedir Öcalan. Bunu da Kürdistan Topluluklar Birliği (kamuoyunun bileceği ismiyle KCK) olarak tanımlamaktadır.

Gelinen noktada Irak Kürdistan’ı PÇDK öncülüğünde değil ama Barzani’nin PDK’si ve Talabani’nin KYB’sinin öncülüğünde bir statü elde etti. Suriye Kürdistan’ında da statü Öcalan’ın PYD’si öncülüğüyle elde edildi/ediliyor.

Bilmek gerekir ki Öcalan, Türkiye ile masaya otururken bu parçaların birlikteliğine katkı sağlayacağı düşüncesiyle oturuyor. Ona göre Türkiye ile böylesi bir uzlaşı, Suriye Kürdistan’ı üzerindeki baskıyı hafifletecek ve statüsünü sabitleyecek, Irak Kürdistan’ı ile yapılan alışveriş ve birbirini kabul sınırları esnekleştirecek (Kürdistan Bölge Hükümeti de bunu arzulamaktadır), Türkiye Kürdistan’ındaki asker, polis, korucu güçleri bölgeyi kısmen boşaltacak, haliyle Kürt örgütlülüğü artacak, gerilla ise bu süreçte PYD ve PJAK’a güç katacak.

Velhasıl bu güçler ve örgütlenmeler birbirine yakınlaşmış olacak ve hedeflenen Kürt konfederal yapılanmasının sağlanması yolunda önemli bir adım atılmış olacak.

Peki, Türkiye masaya niye oturuyor? Türkiye’nin masaya oturması da hep arzuladığı Ortadoğu’ya Osmanlı gibi hükmetme hedefiyle doğrudan bağlantılı. Başlangıçta Davutoğlu’nun “derin stratejisi”yle Ortadoğu’ya Sünni Arap kimliği üzerinden açılmayı düşünmüş ve bu doğrultuda hareket etmiş olsa da Arap Baharı’yla bu hamle suya düştü. Tersine hiç beklemediği bir Kürt Baharı/realitesi ile karşı karşıya kaldı. Belli ki sopayla bu realitenin önüne geçemeyeceğini, gittikçe Türkiye parçasının da kopacağı endişesi onu böylesi bir yola itti. Bertaraf edilemeyen Kürtleri kabul ederek, onlarla uzlaşarak, onlar üzerinden Ortadoğu’ya açılma, bölgede söz sahibi olma ve bununla paralel olarak kendi içindeki Kürt mücadelesini bir müddet de olsa erteleme Türkiye’nin yeni hedefidir anlaşılan.

ÖCALAN VE ERDOĞAN KESİŞTİ

O halde yaşadığımız “barış süreci” özetle Öcalan/KCK’nin “konfederalizm” fikri ile Türkiye/Erdoğan/AKP’nin “yeni Osmanlıcılık” fikrinin kesişmesidir. Metindeki “İslam, millet” vurguları da bu kesişmeye aykırı değildir ama Öcalan ne bir dinden ne de bir millet’ten bahsetmektedir. Öcalan, Konferalizm’den bahsederken bunun içine Türkleri, Arapları, Ermenileri, dini kimlikleri kısacası her topluluğu (bizim adımız niye yok diyenler de dahil) katmaktadır. Toprak boyutuyla meraklısına içinde “Demokratik Türkiye Özgür Kürdistan”ın olduğu, sınırların geçirgen olabileceği bir Ortadoğu devletler Konfederasyonu ve bunla paralel sivil toplum örgütleri konfederasyonu önermektedir. Ama belli ki “bayrağımız olmalıydı” diyen Türkiye (taktik değilse) bunu anlamaktan ya da anlamak istemekten uzaktır. Böyle bir durumda Öcalan’ın Kürt Konfederasyonu’na odaklanacağı öngörülebilir.

BARIŞ YOK UZLAŞMA VAR

Aslında ufukta barış gözükmemektedir veya en azından uzaktır. Her iki taraf için de barışmaktan ziyade nihai hedefine ulaşmak için şimdilik kârlı görülen uzlaşma/ittifak vardır. Mücadele farklılaşıyor ve deyim yerindeyse oyun yeni başlıyor. Ne olacağını bekleyip göreceğiz ama kanımca kısa vadede Türkiye, uzun vadede ise Kürdistan/Kürtler kazanacaktır. Şöyle ki Türkiye kendi parçasındaki Kürt mücadelesini bu hamlesiyle erteleyebilir. Ama uzun vadede Kürt birliği oluşacak ve daha büyük bir güç ve örgütlülükle sahneye çıkacaktır. Belki de Öcalan’ın bahsettiği, tüm halk, topluluk, ezilen sınıflar ve kimlikler vahşi kapitalist moderniteye karşı özgürlükçü demokratik bir modernite oluşturur ve hepimiz özgürleşiriz. Kim bilir?