Vecdi Erbay, referanduma günler kala Mardin'in Nusaybin ilçesinde halkın nabzını ölçtü. 

Erbay'ın Gazete Duvar'da yer alan haberi şöyle:

Tel örgülerle aramızda Çağçağ Deresi var. Tel örgülerin çevrelediği alanın içinde ise Abdulkadir Paşa ile Dicle Mahallesi vardı. Şimdi yok. Şimdi, yaklaşık bir yıl önce orada üç-dört katlı evlerin olduğuna, sokaklarında çocukların koşturduğuna, kapı önlerinde kadınların ve yaşlıların muhabbet ettiğine inanmak o kadar zor ki. İki mahalleden geriye moloz kalıntıları ile her nasılsa kesilmekten kurtulmuş iki üç ağaç kalmış. Kimsesiz ve tel örgülere hapsolmuş iki üç ağaç. Bundan sonra da kimsesi olmayacak iki üç ağaç. Kavurucu yaz sıcağında su vereni, baharda dallarını budayanı olmayan; kimsenin gölgesinde muhabbet etmeyeceği iki üç ağaç.

AİLE DAĞILMASIN DİYE YAPILAN EVLER

Adamlar ve kadınlar tel örgünün içindeki boş alana bakıyorlar. Ben ağaçlara bakıyorum. Ağaçlar acı çekiyor mu? Bu sorunun cevabını, belki hayatımda ilk kez hissederek düşünüyorum. Sonra, yaklaşık bir yıl önce dolaştığım bu mahalledeki evleri düşünüyorum. Birkaç katlı ve geniş avlulu evler. Avlularda, meyve ağaçlarının yanı sıra, bir gelenek gibi, mutlaka bir iki de çam ağacı vardı. Birkaç katlı evlerde kiracılar bulunmuyordu genellikle. Aile dağılmasın diye, evlenen her oğul için bir daire yapıldığı içindi bu katlar.

“Oğullarımın her biri bir yerde şimdi” diyor kadın. “Ne adam öldürdük, ne kız kaçırdık, ama yurdumuzu terk etmek zorunda kaldık.” “Yurdumuz” dediği yaşadığı mahalle. Moloz kalıntılarının orada bir yeri işaret ediyor, “İşte oradaydı evimiz” diyor. Baktığı, gösterdiği yerde hiçbir şey yok. Ama o görüyor evini, sokağını, komşularını. “Bizim evimiz büyük zarar görmemişti. ‘Yıkmayın’ dedik, “Biz tamir ederiz’ dedik. Dinlemediler. Kepçelerle dümdüz ettiler.”

ALIN TERİYLE EV YAPMAK

“Biz” demişti kadın, “Mevsimlik işçiyiz.” Ev üç katlıydı, geniş avlusunda ağaçlar vardı. Ağacın gölgesinde anlatmıştı: “Yıllardır Karadeniz’e, Akdeniz’e gideriz. Tarlada çalışırız, fındık da toplarız pamuk da. İş zor, kaldığımız barakalar kötü. Ama Kürt olduğumuz için hakarete uğramak daha zor.” Evini seviyor kadın. O geniş avlu tertemiz yıkanmış. Bir tane çöp yok yerlerde. Biriktirdiğimizle yaptık evi” demiş, “Bırakıp nereye gideriz” diye eklemişti.

Şimdi, tel örgülerin içindeki moloz kalıntılarına bakıyorum. Avlusunda dinlendiğim ev, gölgesinde sohbet ettiğim ağaç nereye düşüyor, çıkaramıyorum.

Yaşlı adamın da bütün çocukları dağılmış, her biri bir şehirde. Gelini ve torunlarıyla kirada yaşıyor. “Burada kalıp ne yapacaktı? İşi gitti, evi gitti, sevinci gitti. Nusaybin cehennem oldu onun için. Hepimiz için cehennem oldu. Gözümüzün önünde yıktılar evlerimizi. Bu büyük bir hakarettir, bunu yaptılar bize.”

BAHAR GELDİ, KEDER DAĞILMADI

Bahar gelmiş, otlar yeşermiş, bademler çiçek açmış. Doğanın bu sevinci dışarıya çağırıyor insanı, güneşe ve hatta neşeye çağırıyor. Bu yaşlı insanlar da dışarı çıkıyorlar, Çağçağ Deresi’nin bu yanında oturup, yerinde yeller esen Abdulkadir Paşa ve Dicle mahallelerine dönüyorlar yüzlerini. Bahar güneşi istediği kadar ısıtsın bedenlerini, yürekleri bir türlü ısınmıyor, keder çözülüp dağılmıyor.
Yaşlı adam dindar biri. Konuşmasını dini mesellerle süslüyor. “Burada Kuran yaktılar, cami yıktılar. Bunu Müslüman yapmaz. Bunu yapan Müslüman’ım demesin, hakarettir bu.”

CENNETE GÖTÜRSELER DE HAYIR

Sözü referanduma getirmek istiyorum. Ama her biri, bin emekle yaptırdıkları evlerinin yıkılışını görmüş, bunu anlatmak istiyorlar. Hiç evi olmamış, evinin yapımında harç taşımamış benim gibilerin anlamakta güçlük çektiği bir acı var bu insanlarda. Referanduma nasıl gelinir şimdi.

Kısaca soruyorum: Referandum da Evet mi diyeceksiniz Hayır mı?

Yaşlı adam bu soru karşısında birden öfkeleniyor. Yok, sesini yükseltmiyor, ama ağzından çıkan her kelime çok sert, kararlı, tavizsiz. “Asla” diyor, “Beni kesseler de Evet demem.” Bunu söylerken yaptığı el hareketleri ve yüzündeki gerginlik de net. Daha nasıl anlatabilir kararlılığını, düşünüyor sanki. Sonra, “Elimden tutsalar, bak burası cennet deseler, Evet de seni cennete gönderelim deseler de Evet demeyeceğim.”

Dindar adam, evini yıkanların vaat ettiği cenneti reddediyor. Bu cümleyi kurduktan sonra rahatlıyor, referandumda mührü Evet’e basmayacağına inandığıma ikna ediyor kendisini.
Kadınlar çektiğim fotoğraflarını sildiriyorlar bana. Kadınların ikisi kumaları olduğunu vurgulayarak, “Gazetede çıkarsak adama ne deriz” diyorlar. Az önce referandumla ilgili soruma, “Emê bêjin na” (Hayır diyeceğiz) demişlerdi.

Onları orada, tel örgülerin içindeki artık ‘hayali’ evlerine bakar halde bırakıyorum. Kederleri peşimden geliyor ve uzun süre peşimi bırakmayacak, biliyorum.

Haberin tamamı