Toplumun yüzde 0.0001’inden oluşan (benim gözümden) şanslı kesimden değilseniz, doğar doğmaz kız çocuğu oluşunuzdan kaynaklı kaderiniz çizilmiştir ailelerinize göre. Yaşamlarımız bizi yetiştirme tarzına göre şekillendiğinden çoğumuz bazı şeyleri normalleştirip hayatlarımıza sindirmişizdir. Örneğin agu magu gibi kelimeleri az buçuk çıkarabiliyorsanız, hemen dini değerler ile ilgili kelimeler öğretilir. Sonrası malumunuz oyuncaklar bile mutfak araç gereçleri ile alakalı. Hemen “benim kızım büyüyünce annesine yemek yapacak, yardım edecek “ cümleleriyle geleceğin “toplumsal cinsiyet rolleri temel eğitim programları “ hayatlarımıza sirayet etmeye başlamıştır. 5 yaşına geldiğinde artık evin erkeklerinin doğal kölesi moduna ara ara girersin. Bir yandan babanın-abinin terliğini getir-götür gibi cümlelerle erkeğin her durumda kölesi olduğumuz rolüne bizi hazırlarlarken bir yandan da yakın zamanda başlayacağımız okul hayatına hazırlık cümleleri olan erkeklerle konuşma-lar, erkeklerle oyun oynama-lar, sen artık büyüdün-ler “ başlar. Hep bir erkekten korkma modu hayatlarımıza girer. Ama kimse neyden kendimizi nasıl koruyacağımızı söylemez. Kimse hayata karşı nasıl öz savunma yapacağımızı söylemez. Ergenlik dönemi ise regl olmaya başlayan çocukların artık her ay evin erkeklerine karşı yüz kızarma süreci başlar. Sancıdan bayılınsa evin erkeklerine belli edilmez. O arada vücut da gelişmeye başladığı için kılık kıyafet vetosu başlar. Ne giydiğiniz sizin kararınızda olan bir şey değil. Ev halkının istediğidir. Çünkü herkes bilir ki erkeğin kadına istediği gibi bakma hakkı var. Kadın bakmaması için kendini kapatmalı. Canı sıkılırsa sizi dövebilir gibi birçok hakkın onlarda olduğunu sandığımız toplumun cinsiyet rolleri hepimizin hayatına “kız çocuğu uyulması gereken kurallar” olarak girmiştir. Peki gerçekten öylemi?

Biraz sorgulasak sanki bir şekilde açılıyor algılarımız. Bir açık bulup oradan başlıyoruz günlerce düşünmeye. Gözümüzde büyüyor bunu sorgulamak. Uykularımız kaçıyor ama kısa süreli kaçması bir ömür kaçmasından daha güzelmiş. Sonra hissediyoruz.

Hayatımın toplumsal cinsiyet rollerini sorgulamaya başladığım açık, hayatıma ilkokul zamanımda girmişti. Benim için yeri çok ayrı komşumuz aynı zamanda öğretmen olan tanıdık evinde cinsiyetçi cinsiyetçi evi süpürmüş süpürgeyi kaldırıyordum. (ilkokulda kız çocukları süpürge yapar) O an televizyon açık. Televizyonda da bir şarkı çalıyor. Sözleri “kıyamam sana elimi kaldırsam da, vuramam sana” falan gibi şeyler. Bize öğretilen doktrinde erkekler kadınları sebepsiz canı ne zaman isterse döver olduğundan ben pek bir duygulanmıştım herhalde. “Vay beee sevgiye bak” gibi mi düşünüyordum nedir? O an bir kurtarıcı ses komşu abla: “gerizekalıya bak nasıl yazar bu şarkıyı. Kadını dövme hakkını kendinde nerde buluyor da bunu şarkı yapıyor.” Sanırım o an mosmor oldum. ( Sonradan hayatımın en güzel şeyi oldu mor olmak) Bir insan bu kadar haklı olamazdı. Ufacık bir şey sorgulamaya vesile olunca altından neler çıktı. O an değil ama o anla başlayan zaman diliminde toplumun “normalleştirdiğini “ anormalim ben sana ne? diye geri tepince bırakın yalnızca güçlenmeyi ,yaşam enerjisi almaya başlıyor insan. Elbette ki bir anda olmuyor, zaman alıyor. Ama düşününce var olan bir gerçeklik var. Bu gerçekliği bilerek yaşamanın ne kadar güzel olacağını tahmin edebiliyor musun? Aslında bu zamana kadar bize öğretilen hiçbir şey normal değil. Normalleştirilip hayatlara sirayet eden ve bizi köleleştiren normlar. Kime göre neye göre normal olduğunu konuşmak yıllarımızı aldı, alırda ama bunu bilerek yaşamak toplumun sana çizmiş olduğu sınırları, köleliği reddetmek yaşam biçimini belirleme noktasına gerçekten önemli. Duygu, düşünce maddi ve manevi anlamda kimseye muhtaç olmadan yaşamak ciddi önem taşıyor. Bunu yapan kadın toplumun çizdiği normalleşme düzleminden çıkıp anormalliğe doğru yol alıyor tabi. Fakat bu toplumda normal olmak öldürüyor. Bir erkeğe istediğin zaman dövülebilme şansını vermek ataerkil toplumun üzerimizde kurmuş olduğu normal tuzak. Bize böyle öğretilmiş olabilir ama gerçek bu değil. Ve bu gerçeği anlamak zorunda kalmak için bedel ödememize gerek yok. Hayat bize ufak tefek yahut büyük bir çok şans sunuyor zaten. Belki bir şarkıda, belki sokakta tacize uğrayan kadını gördüğümüzde, belki sosyal medyada bir kadının çığlığında belki belki belki… bir sürü şey… ama anormalleşmek için aşikar sebeplerimiz var. Bir anda yüzyıllardır öğretilen normları inkar etmek tabi ki kolay olmayacak. Uykusuz kalınacak, bazen korkulacak belki ama sonu güzel olacak.

Bu işaretlerden birileri de 8 Mart Kadıköy buluşması ve 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü. Belki bir döviz belki bir slogan falan iyi gelir, düşünürüz kim bilir:)